Ekim 2015

Astroloji İki Güneş Sistemi

Buraya kadar anlatılanların hiçbiri bir astronomun güneş sistemini tanımlamak için yaptıklarıyla ilintili değildir. Sanki birisi astronomlar için, diğeri de astrologlar için olmak üzere, iki tane sistem vardır. Her ikisi de aym elementlerden oluşur: Merkür, Mars, Jüpiter ve diğerleri. Ama bakış açısındaki farklılıklar bu ikisinin oldukça farklı görülmesine neden olur.

Astronomun bakış açısı dünya değildir. Onun noktası sanki Güneş’in milyar mil üzerinde bir uzay gemisinin gözlem kulesindedir. Bu kuleden güneş sistemi lise kitaplarındaki bir diyagram gibi görülmektedir. Bir başka deyişle, bir astronom ona objektif olarak bakmaktadır. Ve onun gördüğü düzenli bir sistemdir. Bütün gezegenler aym yönde hareket ederler. Her birinin aşağı yukarı belli bir rotası, Güneş’ten belli bir uzaklığı vardır. Her biri oldukça sabit bir hızda hareket etmektedir. Sistemin ortalarına yakın, dört adet “karasal” dünya vardır – bu güneşe yakın, küçük, kayalık gezegenler, kendi yörüngelerinde hızla dönerler. Sonra geniş bir aralık taşlardan oluşan bir sisle -asteroid kuşağı- doludur. As-troidlerin ötesinde astronom yine bir dörtlü görür. Bunlar “dev gaz” kütleleridir. Karasal gezegenlerden daha büyük olan bu devler metan ve amonyaktan oluşur. İçerdeki dörtlüye göre daha geniş bir alana yayılmışlardır ve hızları daha az çılgıncadır. Son olarak sistemin sağ kenarında (bilebildiğimiz kadarıyla) Pluto yer almaktadır. Gezegensel oyun destesinin jokeri; düzensiz bir yörünge izleyen, devler ülkesinin cücesi.

Bir astrolog bu sistemi farklı algılar. Gezegenleri oldukları gibi görmez, zaten görmek de istemez. Onları göründükleri gibi görür.

Astrologun bakış noktası Orion’a giden yolun ortalarında asılı kalmış bir uzay gemisi değildir. Tam burasıdır, yani dünyadır. O, bir başka doğruyu aramaktadır. Astronomun genel doğrusunu değil, deneyimle-nebilir, yaşanabilir bir doğruyu aramaktadır. Nesnelerin nasıl olduğunu değil, nasıl göründüğünü aramaktadır.

Bir astrolog ne görmektedir? Kaos. Bazı gezegenler zodyaktan hızla geçmektedir. Ay, şimdiye kadar bilinen en hızlı gezegen, bir burcu iki-üç günde katetmektedir. Bir çok gezegen için ekliptiğin bir turu onlarca yıl almaktadır. Örneğin Pluto bu turu 248 yılda tamamlamaktadır.

Yörünge hızındaki bu farklılıklar güneş sisteminin sürekli değiştiğini göstermektedir.

Bir an Satürn’ü Başak’ta ve Pluto’yu Yay’da bulabiliriz. Yirmi dokuz yıl sonra Satürn turunu tamamlar ve Başak’a döner. Ama Pluto ancak Kova’ya kadar ilerlemiştir. Satürn’ün Başak’ta olmasının başlı başına bir anlamı varken, Pluto’nun şu anda bir başka burca geçmesi, durumu yirmi dokuz yıl öncesine göre oldukça değiştirmiştir. Eğer iki buçuk asır beklersek, Pluto ve Satürn’ü gene başladığımız noktada buluruz, ancak bu sefer Uranüs ve Neptün farklı yerlerde olurlar ve gene farklı ve benzersiz bir durumla karşı karşıyayızdır.

Tüm gezegenlerin zamanın bir kesitindeki yerlerine tekrar ve aynen dönebilmeleri için sayılamayacak kadar binlerce yıl geçmesi gerekir. O zaman bile gezegen yörüngelerinde, çekim kuvvetleri nedeniyle, oluşan ufak varyasyonlar derecesel farklılıklara neden olurlar. Özet olarak, belirlenen bir anda, güneş sisteminde yeralan astrolojik unsurların diziliminin yepyeni, emsali olmayan ve tekrarlanamaz bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

Yeryüzündeki bakış noktamız tabloyu daha da fazla karıştırmaktadır. Dünya Güneş’ten sonra üçüncü gezegendir. Aradaki iki gezegen sistemin merkezine daha yakındır: geri kalanlar ise uzayın derinliklerindedirler. Dünya bunların arasında saniyede yaklaşık altmışbeşbin mil hızla hareket etmektedir. Ve kendi ekseninde bir topaç gibi dönmektedir. Böyle bir platformdan gezegenleri izlemek bir lunaparkta keskin virajları, iniş, çıkışları olan bir trenden bale izlemeye benzer. Astronomun güneş sisteminin düzenliliği kaybolur. Yerine karmaşa, anlamsızlık ve mantıksızlık gelir.

KOVA BURCU (AQUARIUS)

indir (2)

KOVA (AQUARIUS)

Sembol

Kova’nm glifi bir çift, paralel dalga biçiminde çizgi -genellikle su zannedilir. Oysa bu çizgiler, bilginin sembolü, yılandır.

Cennette, yılan Havva’yı bilgi ağacının meyvasmı yemesi için baştan çıkarmıştır. Havva yiyince, Tamı onu ve Adem’i bahçeden atmış ve dünya tarihim başlatmıştır.

Ancak Havva bu bilgiyi kazanırken önemli bir şeye daha neden olmuştur. Bu tek Kova’sal hareketle, güvenlikten ve hatta akıldan daha değerli, bir niteliğe hayat vermiştir.

İnsan özgürlüğünü doğurmuştur.

Son Nokta

Özgürlük Kova’nm son noktası. Ne demek? Bireysellik. Kendi yolunu seçme yeteneği. Ne istiyorsak onu yapabilme. İster anne, baba, ister başkan veya başka bir otorite figürü olsun, kimseden emir almama.

Söylemesi yapmasmdan kolay.

Bireyselliğimizin karşısında muazzam güçler durmaktadır. Eğer izin verirsek bu güçlerin akınüsıyla sürüklenip durabilir ve sonunda, dans eden maymunlara dönüşebiliriz. Arkadaş baskısı. Yerleşik kalıplara uyma. Sosyalleşme. Kabul edilme arzusu. Bunları bir kenara bırakın. Te116

melde iki efendiye hizmet ediyoruz: kendi doğal yapımız ve çevremiz-dekilerin istekleri, kaprisleri. Özgürlüğümüz derhal taviz veriyor.

Kova için bu taviz lanetlidir. Kova’nm en ölümcül düşmanı kabile içgüdüsüdür. Eğer buna kapılırsa herşeyi kaybeder. Gündelik varoluş komedisinin sıradan karakterlerinden birisine dönüşür.

Kova ve taviz: barış ve nükleer savaş başlıklarının birarada bulunması gibi.

Kova, kabile iç güdüsüyle baş edebilmek için gerçeğe mutlak bir bağlılık geliştirmek zorundadır. Sonucu ne olursa olsun, gördüğünü söylemelidir. Özgürlüğüne, doğrudan bir zorlama veya sinsi bir ikna yoluyla, meydan okunduğunda direnmelidir. Bir sürgün gibi, kaderini -kendi topluluğunun değerleri ve motivasyonlarıyla sonsuza dek uyumsuzluk- gönüllü olarak kabullenmelidir.

Kova’nm son noktası? Taviz vermeden kendini ifade. Kusursuzlaşü-rılmış bireysellik.

Strateji

Kova’yı Milattan Önceki zamanlarda duvarlarla çevrili bir yerleşim olarak düşünün. Vahşet kol geziyor. Her yerleşim farklı bir kültür ve komşu yerleşimlerle aradaki gerilim bitmek bilmiyor.

Eğer Kova’mn duvarları bir kuşatmanın baskısına dayanamayıp yıkılırsa, kültürü de yok olacak. Galip ordular Kova’mn kralım öldürüp, tapmaktaki tanrılarını kaidelerinden söküp atacaklar, yerine kendi tanrılarını dikecekler.

Teslim olmak söz konusu bile değil. Düşman bir kere kapıdan girerse, ardmdan katliam ve tarihe gömülme gelir. Kova için bir tek strateji vardır: ne pahasına olursa olsun savunmak. Anlaşma yok. Taviz yok. Sadece taş ve havan topunun kesin gerçekliği var.

Duvarla çevrili yerleşim benzetmesi çok uygun, ama şimdi tarihi bir toplumun kültürel bütünlüğünden söz etmiyoruz. Bir insanın özgürlüğü ve bireyselliğinden söz ediyoruz.

Düşman duvarların dışında sıralanmış. Kapıların önünde toplanmış, kırmak için demir uçlu kalın kütüğü, şahmerdanı hazırlıyorlar.

Kova için, bu kütük bir çok biçim alabilir, ama özünde, içinde yaşadığımız kültürün yerleşik davranış düzenine uymamız için bize uyguladığı baskıdır.

İçsel olarak, hepimiz kendimize özgü eğilimlere ve değerlere sahibiz. Ama genellikle toplumun bizim için farklı planları vardır. Konuşmaya başladığımızdan beri, başarı, terbiye ve akıllılığın ne olduğunu anlatan tanımlamalarla programlanıyoruz. Bir çoğumuz için bu düzene uymak doğal, hatta yararlıdır. Ama, Kova için bu bir ölüm cezası demektir.

Kova şahmerdana direnmek zorundadır. Kültürünün zorlamalarına karşı savaşması şarttır. Stratejisi, bireyliğinin buyruklarım dinlemek, çevresindekilerin öfkesine, şüphesine ve yuhalamasına rağmen, kendi seçimlerini yapmaktır.

Parolası “herkes deli olduğumu düşünse bile, ben akıllı olacağım”dır.

Eğer bu parolayı uygularsa, toplum özgürlüğünü zorla -hapis veya tımarhane- elinden almaya kalkışabilir. Bunlar gerçek şahmerdanlardır. Genellikle kültürel baskılar çok belirgin değildir: “Bu şekilde davranmaya devam edersen bir işte barınman çok zor. Seni aç ve güvencesiz bırakırız, rahatsız ederiz.” Veya: “Sen devam et, seninle alay edeceğiz. Deli diye damgalayacağız. Hiçbir üretimini ciddiye almayacağız.”

Bu şahmerdanlar yetmezmiş gibi, Kova’nın düşmanlarının ikinci bir numarası daha vardır. Şehrin duvarları içine ajanlar yerleştirmişlerdir. Görevleri kale kapılarım içeriden açmak olan casuslar. Kova’da bu ajanlar onu seven insanlar biçimim almışlardır. Ve gerçekten de onu severler. Ancak bu, onu anladıkları anlamına gelmez.

Ajanlar Kova’nın savunma mekanizmalarını çoktan bozmuşlardır. Duvarları çoktan aşmışlardır. Bunlar eşler olabilirler. Bunlar arkadaşlar olabilirler. Bunlar genellikle ebeveynlerdir. Ve Kova seçimlerini yaptıkça, müthiş bir baskı oluştururlar. Tekrar düşünmeye zorlarlar. Kendi bek118

lentilerine uymaya zorlarlar.

Nasıl? Kalpleri belki doğru yerdedir, ama, farkında olsalar da olmasalar da, yöntemleri çok tehlikelidir, haincedir. Bunlar Kova’nın sorumlulukları nedeniyle kendisine ihanet etmesi gerektiğine inanmasım sağlarlar. Eğer Kova onları gerçekten seviyorsa, yuvarlak deliklerle dolu bir toplumda kare bir pim olduğu için yaşadığı fırtmayı izlemelerine fırsat vermemesi, yuvarlak deliklere uymak için yuvarlanması gerekir.

Bu casuslara karşı koymak, şahmerdana direnmekten daha zorlu bir sınavdır. Kendi özgürlüğünü savunurken, acı dolu ve ürpertici bu meydan okuma karşısmda, çelik gibi olması gerekir. Kendisini seven insanların kalplerini kırmak zorundadır. Her ne kadar, bu insanların hayal kırıklıkları ve acıları, kendilerinin Kova’yı hamur gibi yoğurup, istemediği bir kalıba sokmak arzularından kaynaklansa bile hissedilen acı gerçektir. Kova bir tek tavizle bu acıyı dindirebilir. Ama yapamaz. Olduğundan daha farklıymış gibi davranamaz.

Kova katı yürekli midir? Hayır, ama genellikle öyle görünür. Yolu, onu gerçek bireyliğin berrak ve ince stratosferine götüren, çetin bir yoldur. Ve eğer onun bu yükselişi aşağıda kalanları hayal kırıklığına uğratıyorsa, bazen kırık kalplerin özgürlüğünün bedeli olduğu bilgisiyle yamna alabildiği kadarım alması ve bu acıyla yaşaması gerekir.

Kaynaklar

“Her yıl mısır ekmeden önce bir bakireyi yağmur tanrısına kurban ederiz. O da her yıl bize karşılığım verir, yağmuru yollar. Buna rağmen, sen şimdi kimseyi kurban etmemiz gerekmediğini, yağmurun yine de yağacağım söylüyorsun”

Onbin yıl önce bazı Kovalar bu sözleri duyup, silahlarına sıkı sıkı sarıldılar. Bu inançları nedeniyle öldürülmeyenler, insan tarihindeki gidişatın değişmesini sağladılar.

Niçin? Çünkü doğruyu gördüler ve kimse onları aksine inandıra119

madı. Gün gibi ortada olana baktılar ve kimsenin göremediğini gördüler.

Akim radikal bağımsızlığı için bir kelime vardır. Bu kelime Kova’mn en önemli kaynağım anlatır. Bu kelime dahidir.

Dahi bize aşırı zeki olarak öğretilmiştir, ancak bu yanıltıcıdır. Zeka dahi için bir araçtır. Deha yeniyi düşünebilme, eski problemleri yeni yöntemlerle gözden geçirme yeteneğidir. Deha bize öğretilmeyen yollarla düşünebilme yeteneğidir. Ve Kova bu yetenekle donatılmıştır.

Bu yıl bir bakireyi kurban etmeyelim: bu isyankar düşünceyi üreten insan, amnda büyük bir dirençle karşılaşmıştı. Köyde belki bin kişi yaşıyordu. Eğer öyleyse, bunun dokuz yüz doksan dokuzu bu önerinin delilik olduğunu düşünmüştü. Ama bizim Kova kahramanımız bunun gerçek olduğunu biliyordu ve bu kuşkusuzluk onu kurtardı. Ve bugün bile kurtarmaya devam ediyor. Kova, hiç kimse onunla aym fikirde olmasa bile, seçimlerinin doğru olduğundan emindir.

Kova’mn ikinci bir kaynağı vardır. O olmadan dehası fazla işe yara-yamaz. Salt bilgi, inşam kendisine doğru uzanmış suçlayıcı parmaklara direnmeye hazırlayamaz. İkinci kaynağı azaltılamaz, boyun eğmez inatçılığıdır. Ayaklarım yere sıkıca bastımı, Alplerdeki Matterhorn tepesi bile sabah rüzgarında uçuşan bir toz tanesi gibi görünür. Hiçbir şey Ko-va’yı kıpırdatamaz.

Karanlıklar

Bu inatçılık Kova’mn stratejisine hizmet eder. Kabile iç güdüsünün ağırlığına direnebilmek için, yılmaz bir emin olma duygusuna ihtiyacı vardır. Ruhunun derinliklerinde bir yerlerde, sarsılmaz bir güvenle, algılama gücünün sağlamlığına, başkaları aksini savunsa bile, inanmaktadır.

Ancak aym inatçılık onu mahvedebilir.

Kova bireyliğim yapay bir şekilde ifade yolu geliştirip, bunu bütün inatçılığı ile savunabilir. Blue jeanden başka bir şey giymeyi reddedebilir. Genel müdürün yanında argo konuşma konusunda direnebilir. Klasik müzikten başka bir şey dinlememekte inat edebilir. Bu tür egzan-triklikler genellikle önemsiz ve zararsızdırlar. Ancak en büyük tehlikeleri Kova’yı gerçek yolundan, bireyleşmekten, saptırmalarıdır.

Bu tuhaf inatçılıklar Kova’nın gölgesidir. Kendi hayatım biçimlendirmek konusunda direneceğine, toplumun baskılarına gönülsüzce razı olur. Temel olarak geleneksel bir yolu izler, doğru gelişimsel uğraşılardan yan çizer. Ve mevcut özgürlük, isyankarlık duygularını daha güvenli görünen arenalarda sergiler.

Dahi yok olur. Karşı çıkış kalmaz, devrimci düşünceler kalmaz. Sadece, kalabalığın içinde dolaşan, öngörülebilen bir hayat sürdüren ve bu hayatı temelde zararsız, ama insanı çileden çıkaran tuhaflıklarla renklendiren isimsiz bir yüz kalır.

Kova’mn gölgesi daha da karanlık olabilir.

Gelenekçilik bir kusur sayılmaz. Çoğumuz doğuştan geleneksel insanlarız. Topluma uyduğumuzda, kendimize de uyarız. Kova’da ise durum farklıdır. Onun için gelenekçilik bir maskedir. Bu maskeyi takmayı tercih edebilir, ama eğer takarsa ödeyeceği bedel çok yüksektir: artık sürdürdüğü hayat kendisine ait değildir.

Kova’mn bu karanlık yoldaki yolculuğu dışarıdan başarılı görülebilir. Dengeli, ağır başlı ve nazik olabilir. Servet sahibi ve nüktedan olabilir. Ancak kendisini bir yabancı gibi hissetmektedir. Bir başka ülkede sahte hüviyetle dolaşan ajan gibidir.

Kova yabancılaşmıştır.

Bu durumda en yakınındakiler bile onun kim olduğunu bilemez. İlişki seyrini sürdürür, ama aradaki uzaklık hep hissedilir. Mesafelidir, hatta belki soğuk veya duygusuz. Güzel konuşur. Sorumluluklarım yerine getirir. Doğru şakalara güler. Şaka yapar. Ama kimseyi kandıramaz. Herkes çok önemli bir noktanın açığa çıkamadığım bilmektedir.

Buz gibi gözlerin arkasmda boşluk ve kayıp bir insan bulunmaktadır.

AKREP BURCU (SCORPIO)

burclar

AKREP (SCORPIO)

Kazanmamız gereken müttefik düşmanımızın gerçeği bilen kesimidir.

Mohandas K. Gandhi

Sembol

Katı bir ceset gibi, uyku tulumunda yatıyorsunuz. Çöl güneşi, dişinizdeki dolguyu erimiş altına dönüştürme tehdidiyle, yükseliyor.

Kımıldadığınız an öleceksiniz: karnınızın üstünde bir akrep kıpırdamadan duruyor.

Evliliğinizdeki gerilim. İşinizdeki kritik kulis faaliyetleri. Dün akimız bu sorunlarla doluydu. Bunlar dünyanızın merkeziydi. Bugün, karnınızdaki akreple, galaksinin derinliklerindeki loş kırmızı bir yıldız gibi ne kadar da uzak görünüyorlar.

Şu anda, kamınıza yerleşmiş akrep gerçeği ile, sadece şimdiki zamanın korku dolu yoğunluğuna yer var. Bunun dışında herşey bütün ihtiraslar, bütün gurur, bütün kandırmaca silinip gitmiş. Yalnızca zorunlu şeyler kalmış. Ve akıl, çıplak ve uyamk, keskin bir şekilde odaklanmış, ölmeye veya yaşamaya hazır bekliyor.

Bu davramş, bilincin bu düzeyi, Akrep’tir.

Son Nokta

Oturmuş bir astroloji kitabı okuyorsunuz. Aklınızı oraya vermişsiniz. Tahminen huzur dolu ve rahatsımz. Doğumunuzu unutmuşsunuz. Ölümünüz çok uzaklarda. İkisinin arasında bir yerlerde, kaynayıp gidiyorsunuz. Ne gelirse onu alıp, tadım çıkarmaya çalışıyorsunuz.

Ama düşünün: dev gibi bir nükleer bombanın çevresinde hızla hareket eden bir gezegenin üzerinde yaşıyorsunuz. Milyon ton kaya parçaları, saniyede yüz mil hızla etrafınızda gelişigüzel parçalanıp, havaya uçuyor. Sizi sadece ince bir gaz tabakası koruyor. Bu hava kalkanının alfanda, yıkıma ve yok edişe kendim adamış deli adamlarla birlikte yaşıyorsunuz. Bazılarının 38’liği var, bazılarının nötron bombaları. Ve onlardan kaçabilseniz bile farketmez. Çünkü Buffalo arazisindeki bir orkide gibi, narin ve kaçınılmaz sonlu bir fiziksel gövdeye sahipsiniz.

Bu gerçek bizi hemen dehşete düşürür. En iyisi görmezden gelmektir. Böylece planlarımızı yapar, hayat sigortalarımızı imzalar ve kabul edilemezi düşünmekten kaçınırız. Ama, eğer düşünmeye cüret edersek ne olur? Eğer ölümü sarmalayan tabuyu çözme cesaretimiz varsa? O zaman ne olur?

Uyku tulumunu akreple paylaşan insan gibi önceliklerimiz netleşir. Gelecek kaybolur. Geçmiş uçar gider. Keskin bir şekilde içinde bulunduğumuz ana odaklanırız. Başka hiçbir şeyin önemi kalmaz. Ve şu anda bütün poz atmalarımız, kibarlığımız, sahte ve rahat cevaplarımız üzerimizden soyulup gider. Sadece gerçek kalır. Daha önce hiç olmadığı kadar, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi biliriz.

Eğer o akrep uyku tulumdan aşağı inip, çöle doğru yürüyüp giderse, kabus bir nimete dönüşebilir. O dürüstlüğün, yoğunluğun ve netliğin bir kısmım hayatımıza taşıyabiliriz. Belki değiştirilemez, düzeltilemez bir geçmişe ve olanaksız bir geleceğe bağımlılığımızın oranını azaltabiliriz.

Akrep’in son noktası budur. Bu yoğunlukta yaşamak. Bütün sahteciliği yok etmek. Korkunun duvarları arkasında saklananları açığa çıkarmak. Bilinçsizi bilinçli hale getirmek.

Bir bakıma, Akrep’in amacı her dakikayı son dakikaymış gibi yaşamaktır.

Strateji

Doktorunuzun size altı aylık ömrünüz kaldığım söylediğini düşünelim. Ne yapardımz? Bunu daha ilgi çekici hale getirmek için, size bu haberle birlikte bir milyon dolar verildiğini varsayalım. Şimdi her istediğinizi yapma özgürlüğüne sahipsiniz, ama elinizi çabuk tutsanız iyi olur.

Bazılarımız dehşet içinde, derhal gemi ile bir dünya turu organize etmeye başlar. Diğerleri, aym dehşetle, geçmişte yapükları hataları telafi etmeye girişirler. Ama, bu gerçeğe başarıyla adapte olabilenler ortak bir tavır sergilerler. Hepsi sessizce oturup duruma konsante olurlar ve ne yapmak istediklerini hissetmeye çalışırlar. O esnada düşünmüyorlardır. içgüdüsel bir şekilde mantık, rasyonalite ve genel ilkelerden sonuç çıkarmanın yapılması gereken şey için yanlış araç olduğunun farkındadırlar. Bunlar başka alanlarda işe yarayabilirler, ama içinde bulunulan koşulda uygunsuzdurlar.

Bu insanlar Akrep’in temel stratejisinin takipçileridir: davranışları mantıktan daha çok duygulara dayandırma.

Niçin? Çünkü mantık çok genel ve kişisellikten çok uzaktır. Yaşamın dönüm noktalarında bir çok belirgin mantıksal seçenekler bulunur. Örneğin bir çoğumuz akla yatkın işler seçeriz. Mantıksal evlilikler yaparız. Mantık sadece bir amaca hizmet eder: imkansız ve saçma olam ayıklamaya. Bundan soma Akrep yaşamdaki yolunu hissetmelidir.

Mutluluk, büyük oranda, istediğimizi elde ettiğimiz zaman gelir. Ve ne istediğimizi mantıksal çıkarsamalarla bulamayız, onu hissederiz. Akrep bunun farkındadır.

Bu her zaman böyledir; ölüm sadece bunun daha belirgin hale gelmesini sağlar. Eğer Akrep, her dakikayı son dakika gibi yaşayacaksa, kendi duyguları ve davranışları arasında mükemmel bir uyum oluşturması gerekir. Bunu yapabilmek için de duyguların bilince ulaşmasmı engelleyen duvarlarm yıkılması zorunludur. Duygular ne kadar korkutucu olursa olsun veya sonuçları hayatı ne kadar etkilerse etkilesin, bir şey hissetme cesareti geliştirilmelidir.

Ölümü düşünmek, anlatılan düzeye ulaşmakta Akrep’e yardımcıdır. Şok edici niteliği duygusal netliğe neden olur. Strateji, insanın kendi kaçınılmaz sonunun gerçekliğini bilinçli bir şekilde kabullenmesidir. Ölümün danışman rolünü üstlenmesine izin vermektir. Korkuyu hissetmek, duyguları ayaklandırmak ve ondan soma ölüme kritik soruyu sormak: “Burada zamanım kısıtlı olduğuna göre, bundan sonra ne yapmalıyım? Benim için gerçekten önemli olan ne var? Hangi bağlantılarım ve davranış biçimlerim fiziksel anlamda ölümsüz olduğum varsayımına dayanıyor?”

“Akrepler seksidir” bütün popüler astroloji kitaplarında rastlanan ortak bir cümledir. Bunda doğruluk payı bulunmakla birlikte, genellikle üstünkörü yanlış yorumlanmaktadır. Burada anlaşılması gereken nokta uçsuz bucaksız duygusal enerji deposunun cinselliğimizle sıkı sıkıya bağlantılı olduğudur ve burada cinselliği, fiziksel bir aktivite olarak değil, duygusal ve kişisel bir bakış açısıyla tanımlamamız gerekir. Orgazm gereksiniminden daha çok, yoğun duygusal temas gereksinimidir.

Eğer cinselliğimizin bu gereksinimlerini karşılayamazsak, her dakikayı son dakika gibi yaşamak ve bu yoğunluğu şimdiki zamana taşımak olanaksızlaşır. Duygusal ihtiyaçlarımızın bir çoğu ve psikolojik gerçekliğimizin büyük bir kısmı bastırılmış gereksinimlerden oluşan bir duvarın arkasmda kaybolur gider. Ve, Akrep’in hedefine karşıt olarak, bastırma duygular ve davranışlar arasında bir uyumsuzluk yaratır.

İnsanın kendi cinselliğim kabullenmesi, duygularım bu kapsamda hissetmesi, Akrep’in önemli bir stratejisidir. “Yap” diyen fıstık gibi kızlara ve Marlboro erkeklere aldırış etmemek. “Yapma” diyen namus taslayıcı-larım ve vaaz verenleri susturmak. Çok duyarlı ve özenli bir şekilde cinselliğinin olduğu gibi gelişmesine fırsat tanımak – işte Akrep’in yöntemi budur.

Asıl konu seks değildir. Asıl konu duygulardır. Genellikle katı ahlakçı veya aşırı cinsellik yüklü eğitimin çarpıttığı, incittiği duygular. Herkesin ölümlü olduğu bu dünyada kararlı ve mutlu bir hayat sürdürebilmemiz için örtüsünü kaldırmak zorunda olduğumuz duygular.

Kaynaklar

Bilinçliliği bilinçsizlikten ayıran sınırda bir bekçi beklemekte. Görevi bizi altüst edebilecek ve kendi gözümüzde değerimizi düşürebilecek bir farkma varma sürecim bilincimizden uzak tutmak. Bekçi tutucu, yargılayıcı ve tedbirli. Psikoloji dilinde bu bekçiye bastıncı mekanizmalar deniyor.

Akrep’te bastıncı mekanizma kusurludur. Çalışır. Ama iyi çalışmaz. Ezici duygular, yıkıcı düşünceler, koşulların yanlış ve üzücü yorumu beynin içinde volkan gibi patlamaktadır.

Böyle olmasma rağmen, şaşırtıcı bir şekilde, bu kusurlu bastıncı mekanizma Akrep’in ana kaynağıdır. O olmadan, Akrep’in yapacakları için çok gerekli olan, acımasız bir kendini gözden geçirme süreci olanaksızdır. Yıkıcı, bazen hayatı bütünüyle alt üst edici duyguların bilincine varma gerçekleşemez.

Bastıncı mekanizmanın başarısızlığı beyni duygularla doldurur ve onu içe doğru döndürür. Bilinç kendisine karşı dürüstleşir. Sonsuz bir şekilde kendi içsel alanını dolaşır, farkındalığın kayıp ayrıntılarım bulmaya çalışır, düşünülmezi arkasma sakladığımız perdeyi açma yollarım arar.

Başka hiçbir burç bu kadar acımasızca iç gözlemsel değildir.

Bu içsel yoğunluğun aym zamanda dışsal etkileri de olacaktır. Akrep kendi içine yönelttiği delici bakışları dış dünyaya da aym yoğunlukta çevirir. İçgüdüsel kuşkuculuğu, çevresindeki insanların karanlıkta kalmış sırlarım, en derinlerdeki güdülerim öğrenebilmek ve anlayabilmek için onların zihinlerini araştırmasına neden olur. Ve beklendiği biçimde, bunları bulmayı da başarır.

Akrep’in kaynağı? Rahatlatıcı her yalam, yatıştırıcı her yarıdoğruyu, her sahte pembe tabloyu bozmaya kararlı, sivri bir kama gibi keskin ve sessiz bir akıl. Kendini tammaya kesin bir şekilde kararlı bir akıl.

Karanlıklar

Akrep iki karanlık arasında kıstırılmış durumdadır: kendini çok fazla ve çok az tammak. Her ikisinin de tuzakları var. Her ikisi de ölümcül. Akrep ikisinden birine yakalandığında, burcun bütün yoğunluğu, bilgeliği ve ilhamı bir zehire dönüşebilir.

Kendim çok fazla tammak? Akrep için bu kabullenmesi zor bir kavramdır. O, otomatik olarak, bazen körlemesine, en temel gerçeği veya hayatını dönüştürecek son kavrayışı aramak üzere bilincinin derinliklerine dalmaktadır.

Bazen Akrep’in buldukları yüzleşebileceğinden çok daha fazla olur. İnsanlarda bastıncı mekanizmanın bulunmasının bir anlamı vardır. Bu mekanizma kusurlu olduğunda, bilinç büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır: hipnotize olabilir, çözümlemesi çok karmaşık duygular tarafından esir alınabilir.

Eğer bu olursa, Akrep karmaşık, saati saatine uymaz bir ruhsal durumda çökebilir. Bilinç kendisini derinliklerinden kurtaramaz. Kederli bir biçimde düşünür durur. Olanaksız, çözümlenemez koşulları teybe alır ve tekrar tekrar çalar durur, ta ki farkındalık güçsüzleşip, bitkin düşüp, umutsuzluğa dönüşene kadar.

ASLAN BURCU (LEO)

indir (1)

ASLAN (LEO)

Sembol

Bir aslan değil, ama Sioux City, Iowa’dan bir rock grubu. Deneyimleri eksik, ama enerjileri çok, altı genç. Şans aniden yüzlerine güler. Bir plak anlaşması imzalarlar. İki ay içinde albümleri listelerde hızla yükselir.

Madison Square Garden’da bir konser ayarlarlar. Her taraf hınca hınç doludur. Binlerce göz sahneye çevirilidir. Soyunma odasında grup dehşete kapılmıştır. Midelerine kramplar girmektedir. Sahne korkusu ile kalabalığın, ışıkların önüne dizleri titreye titreye çıkarlar. Gözler üstlerine perçinlenmiştir. Enstrümanlarım kontrol ederler. Ses ve ışık kontrolleri yapılır. Seyirci ayakta bağırıp alkışlamaktadır.

Gözler tabak gibi açılmış, rock grubu mesajı almıştır: herkes onları sevmektedir. Daha sıkı çalarlar. Seyirci çılgına döner. Grup atmosferdeki akımı alır, geri verir. Kısa bir süre soma hiç kimse Sioux City, Iowa’yı düşünmemektedir.

Son Nokta

Bundan önceki burç olan Yengeç’te perde zihnin ışıltılı, değişken derinliklerini açığa çıkarmak için kenara çekilmiştir. Bilinç büyülenmiştir. Buna yüz çeviremez. İçsel gözün gördükleri bilinci hayran bırakır ve kendine doğru, içe çeker. İlgi dıştaki aktiviteden uzaklaşır. Pasifleşir. Gözleyip, hissettiklerinin çok azım yansıtır.

Aslan Yengeç’in bu içselliğine karşı bir tepkidir. Hayat şimdi, bilincin kökleriyle ilişkiden zenginleşmiş, aşılanmış bir şekilde daha somut bir ifadenin yollarını aramaktadır. Alev alev yanan magma Yengeç’in kabuğunun altından sızmaya başlamıştır. Ama Aslan’da bir volkan gibi dışarı doğru kükrer. Ve bazen bunu kurnazlıkla yapar.

İfade – Aslan’ı anlamanın anahtarı budur. Zihnin içeriği görülebilir kılınır. Hiçbir şey hayalgücünün mahzenlerinde zincirli kalamaz. Her şeye bir form verilir. Her şey ifade edilir. Aslan dünyaya içsel süreçlerinin elle tutulur ipuçlarını vermelidir. Yengeç’in sırlara ihtiyacı vardır. Aslan için sır tiksinti kaynağıdır.

Kişiliği ifade etmek. İçsel durumumuzun dışsal sembollerim yaratmak. Transparan bir ipucu dokuyarak, herkesin bu dokuyu sökerken en kişisel sırlara doğru yol almaşım sağlamak – işte Aslan’ın işi.

Aslan’ın dokuması gereken ipucu ne olabilir? Bu, Aslan’ın son noktasıdır: spontan, çekincesiz, cömert bir stil geliştirmek. Yüzeyde, balerinin giydiği mayo gibi, kişiliğin içsel yapısıyla tam uyumlu, bir davramş tarzı oluşturmak.

Aslan’ın son noktası? Kişiliği geliştirmektir.

Strateji

Aslan hayata evet demeyi öğrenmelidir. Yolu olumlu ve güvenli olmaktır. Akimdan dar kafalılığı, küçük hesapları ve seçiciliği uzaklaştır-malıdır. Sözlüğünde korku ve şüpheye yer yoktur. Kendim ifade etmesini engelleyen hiçbir şey hoş görülemez.

Eğer insanlar gülerse? Hiç fark etmez. Aslan buna rağmen kim olduğunu vurgulamalıdır. “Hayat, seni seviyorum! Seni kutluyorum! Senden korkmuyorum!” demelidir.

Egonun ötesine geçmek deyince ilk aklımıza gelen ruhsal olgunluktur. Çoğu zaman “gelişmiş varlıkları” mideleri fasulye sürgünleri dolu, hiçbir şeyden korkmayan, hiçbir şey umut etmeyen, hiçbir fikri savunmayan, bağdaş kurup oturan, benzi solmuş kişiler olarak gözümüzde canlandırırız. Bu modele takılıp kalan herkes Aslan’a şüpheyle bakar.

Aslan egoyu aşmaya değil, egoyu geliştirmeye yönelmiştir. Ve amaç bu olunca, bağdaş kurup oturmak hiçbir işe yaramaz. Aslan egonun anlamsızlığını, saçmalığım kabullenmeli, onun tadım çıkarmalı ve bilinçiz bir şekilde dünyada dalgalanmasına izin vermelidir. Pembe bir panta-lonun üstüne ekose bir gömlek giymeli ve yolda ıslık çalarak “Yıldız gibi Parlayan Bayrak” şar kısım söylemelidir. Yoldan geçenler ona bakarsa, ıslığım yükseltmelidir. Dünya için performans sergilemek ona güvenmektir. Aslan’ın kutsal hedefi hayata hiç sorgulamadan güvenmektir. Bütün yaraticılık, bütün sıcaklık, bütün oyunculuk ve drama bu hedefe ulaşmanın yollarıdır. İçerideki herşey dışarıda görülmelidir. Ve eğer Aslan bu amaca ulaştıysa, eleştiriler umurunda değildir.

Şiir, resim, dekorasyon bütün geleneksel yaratıcılık alanları Aslan için değerli araçlardır. Bu alanlara karşı bir eğilim mutlaka desteklenmelidir. Bu tür yetenekler içsel dünyayı dışarı çıkarma kanallarıdır ve bu şekilde bir kendini ifade Aslan’ın gelişiminin dinamitidir.

Aslan daha dolaysız bir yaraücı kulvar seçtiği zaman daha iyi parlar. Dans, şarkı söyleme, hikaye anlatma ve hepsinin ötesinde tiyatro Aslan’ın doğal alanlarıdır. Bu alanlarda seyirci ile oyuncu arasındaki mesafe çok kısadır. Anmda tepki alınabilir. Enerji açığa çıkar ve derhal hedefini bulur. Ve Aslan için, bu, cennettir.

Hayalgücünün açıkça görülebildiği tek alan sanat değildir. Herhangi bir organizasyonun yapısmda veya bir olayda veya bir insan üzerinde etkili olabilmek de bir kendini ifade biçimidir. Kendi düşüncelerimize veya değerlerimize ait bir damga bırakabildiğimiz anda yaratıcı dürtülerimizi ifade etmiş oluruz.

Aslan’ın kıvılcımı daha spontan yollarla da parlamalıdır. Sadece şakacılık, oyunculuk bile bu burç için gelişimsel bir stratejidir. Önceden tasarlanmadan, hayalgücü “olgunluğun” bağlarından kurtulur ve yaşam tiyatrosuna katılır.

Eski astrologlar için Aslan kralların sembolüydü. Karizması ve tavırları bu ismi haklı çıkarmaktadır. Ancak Aslan’ı çocuğu temsil eden burç olarak düşündüğümüzde daha derin bir gerçek iletilmektedir. Çocukların evrensel özellikleri olan şimdiki zamanda yaşama ve kendim tiyatrolaştırma Aslan’ın özüdür.

Strateji? Kişiliğini kutlamak. Yaratmak. Özel bir sırrı barındırmamak. Çocuklara özgü saflığı, spontanlığı ve tazeliği muhafaza etmek.

Kaynaklar

Aslan içgüdüsel olarak kükrer.

Doğum haritasmda Aslan özellikleri ağır basan herhangi bir insan bir oyuncunun ruhuna sahiptir: Biraz yüreklendirin ve iyi huylu bir kendini ifade seliyle kendinizi eğlendirin. Şakalar bir eğlence yolu olabilir. Veya bir piyano resitali. Gerçek bir hikaye. Nasıl bir biçim alırsa alsın, Aslan’ın her turnesi en az bir rol içerir. Ellerinizi çırpın ve perde açılsın.

Aslan kendine uygun yeri, ham insan enerjilerim yaratıcı bir şekilde yönlendirdiğinde bulabilir. Işık saçan, ısı yayan, yüce gönüllü kişiliği ona doğal bir liderlik yeteneği verir. Düzeni alt üst olmuş insan toplu84

İlıklarındaki kaotik karmaşıklıklara netlik kazandırabilir. Aslan’ın bu özelliğine tarihte en iyi örnek Napolyon’dur, ama buna herhangi bir pazarlama firmasmda veya beyzbol takımında da rastlayabilirsiniz.

Yaratıcılık ve karizma Aslan’ın kaynaklarıdır. Ancak daha önemli bir kaynağı daha vardır: Aslan nasıl mutlu olacağım bilir. Dikkati bugün üzerinde yoğunlaşmıştır ve bu anda o kraldır. Dün fiyaskolar ve yenilgilerden örülmüş bir ağ olabilir. Yarın politikacılar savaş füzelerini gerçekten yollayabilirler. Ama bugün, vücudum sağlam, moralim düzgün ve cebimde bir milyonum var. Hadi dansa gidelim.

Aslan’ın kaynağı: diğer burçlardan farklı olarak, Aslan şu an yaşadığının farkındadır. Geçmiş geride kalmıştır. Yarın hiç gelmeyebilir. Bu değişken zamam yakalaması ve içindeki tüm neşe atomlarım çıkarana kadar sıkması gerektiğini bilmektedir.

Karanlıklar

Madison Square Garden geride kalmıştır, Sioux City’li altı genç amfilerini toplar ve Kennedy Uluslararası Havaalanına doğru limuzinleriyle yola koyulurlar. İkinci durak: Pekin.

Bugüne kadar batı müziğinin hiç duyulmadığı yerleşimlerde konser vermek üzere Çin’de iyi niyet turuna çıkmışlardır. Vokalist mikrofonda caka satmakta, gitarist sahnenin solunda dizlerinin üzerinde kayarak solo çekmektedir. Onbin seyircinin üzerine pembe duman kıvrılarak inmektedir. Çinliler afallamış bir şekilde, ellerini kucaklarında kavuşturmuş, kendilerine şu soruyu sormaktadırlar: Amerika’dan gelmiş bu deliler de kim? Niye bu kadar heyecanlılar?

Ortamın gerçeği rock grubunu da sarmalar. Burası Madison Square Garden değildir. Burası Çin’dir. New York seyircisinin elektriği burada oluşmayacaktır. Ve aniden kendilerini evlerinden uzakta, Iowa’lı altı genç olarak hissederler.

Oynamak, yaratmak, ifade etmek – enerji Aslan’m bu stratejileri ara85

smda dolanır. Ancak hepsi bu olsaydı Aslan kurur giderdi. Bununla bağlantılı bir canlılık akımının oluşması gerekir. Bu akım bir insanın “Seni seviyorum. İyi ki seni tanıdım.” demesi olabileceği gibi, elleriyle tempo tutan onbin Çinli seyirci de olabilir. Ne biçim alırsa alsın, Aslan alkış ister. O olmadan sararır, kurur.

Bütün sıcaklığı ve varlığıyla, Aslan kesinlikle övgüyü hak eder. Ama, Sioux City’li rock yıldızlarımız gibi, bir gurur ve aşırı güven imajı yansıtabilir. Böylece farkında olmadan kendi üstünlüğünü vurgulamaktadır. Ve bu, alkışa kavuşmak için iyi bir formül değildir.

İnsanlar Aslan’ın açıkça gözlenebilen bu debdebeli imajma ters tepki verebilirler. Onu görmezden gelebilir veya fiyakasını bozabilirler. Ve bu davranış Aslan’ı çılgınca bir gösteri sunmak üzere kamçılar. O “Lütfen beni sev!” derken, onlar “En büyük benim”i duymaktadır.

Aslan’ın kısır döngüsü bu yanlış algılamadan kaynaklanmaktadır. Onun sevgiye ihtiyacı vardır, ama o insanları etkileyerek bu sevgiyi garantilemeye çalışırken, insanları uzaklaştırmaktadır. Aşırı durumlarda, Aslan, popüler astroloji kitaplarında hep suçlandığı, davranışları sergilemeye başlayabilir: kibir, kendim beğenmişlik, “küçük Napolyon” sen-dromu.

Aslan’m karanlığı? Gururu. Gurur onu basit bir şekilde sevgiyi istemekten alıkoyabilir. Çok yakından bildiği incinebilirliği paylaşmayı, destek istemeyi öğrenmelidir. Bunu başaramazsa buz gibi suratları güldürmeye çalışan bir komedyene veya Çinlilerin önündeki rock grubuna benzer.

Acmacak haldedir.

BOĞA BURCU (TAURUS)

indir

BOĞA (TAURUS)

Sembol

Bilinç, Koç’un kızgın fırınının bitkinliğinden sonra, durgun su havuzlarının, yeşil yapraklar arasından gelen kuş seslerinin peşine düşer. Huzur arar. Nutukları senfoniyle, tutkuyu sessizlikle takas eder. Ruh, savaş ateşiyle yanmayı bırakır, eklemleri şişmiş ellerle toprağa uzamr. Tohumlan, çamuru, yeryüzünün etini, kanını hisseder.

Sembolü Boğa’dır. Matadorun kırmızı bayrağı önünde öfkeden köpüren canavar değil. Bir meşenin altmda sakin sakin güneşin tadım çıkaran, çimleri yiyen boğa. Besi hayvanı ve toprak. Onu hiçbir şey korkutmaz. Ürkütücü görünümlü Koç gitmiş, yerine kendi dünyasımn kontrolünü elinde tutan, korkudan çok uzak, bu nedenle korkusuzluğu anlamsız bulan Boğa gelmiştir. Koç’un savaşı kazanılmıştır. Boğa huzur içindedir.

Son Nokta

Mayıs ayırım başlarında bir tepenin üzeri. Ilık bir rüzgar tembel bulutlan yalıyor. Kızılcıklar çiçekleniyor. Atmacalar sıcak hava akımında süzülüyor. Tek başma oturup, altınızda güneşten ısınmış kayayı hissediyorsunuz. Güneş banyosu yapıp, baharın tadını çıkarıyorsunuz. Önünüzde verimli, çiçeklerle dolu vadi uzanıyor. Çiftçiler tarlalarında çalışıyor. Hayvanlar otluyor. Baharın yeşil tonları tarlalardaki saban izlerinden ormanın derinliklerine doğru kendine yol açarak ilerliyor.

Aynı noktada oturuyorsunuz. Bir saat. îki saat. Üç saat. Düşünmeden. Sadece hissediyorsunuz. Büyük sorular aklınıza gelmiyor. Yaşamın doğası ilginizi çekmiyor. O anda, o kayanın üzerinde, o bulutların al65

tında, yalın biçimde varsınız. Söze gerek yok. O enginlikte, ne hissediyorsunuz? Üretken toprak size ne öğretiyor? Zamana bağlı olmamayı. Dinginliği. Huzuru. Sınırsız bir şekilde karmaşık, ancak yine de sade olmayı. Kavranamayacak kadar derinliğe sahip olmayı, ancak bunun üzerinde konuşmaya ihtiyaç duymamayı.

İşte, bu noktada Boğa’nın son noktasım görürüz. Boğa’nın hüneri: dinginliği bulmak ve onu korumak.

Strateji

Tüm Boğa’lar doğayı sevmez. Ancak o tepede oturmak temel bir gelişim stratejisidir. Toprak Ana Boğa’mn ilk öğretmenidir. O ruhu yatıştırır, sadeliği ve dinginliği öğretir. Ormanda kısa bir yürüyüş, çağlayanın yaranda sakin bir saat bunlar Boğa’ya “konuşma terapisinden daha fazla huzur getirir. Kaderin Boğa’yı kente sürüklemesi psikolojik bir yıkımın göstergesi değildir. Sade Boğa her zaman sessiz ve kolay bir yaşam, yeşillik bir ortam seçer. Yine de, hiçbir insan sadece bir burcu taşıyamaz. Farklı faktörler güçlü Boğa özellikleri olan birisini metropole çekebilir. Bu durumda huzuru bulmak zorlaşır. Kentsel Boğa’mn belirli aralıklarla kenti terk etmesi, haftasonu veya bir kaç gün için kırlara gitmesi bir zorunluluktur. Ve çiçeklerle dolu bir evde yaşaması ona yardımcı olabilir. Bir kedi veya köpek de toprakla bağlarım güçlendirebilir.

Toprak Ana’nın karanlık yönleri ağır basan bir kız kardeşi vardır. Birini bulduğumuz yerde diğeri de fazla uzakta olamaz. Bu, Boğa’run ikinci önemli öğretmenidir. Adı Sessizliktir. Boğa burçların en konuşkan olmayanıdır. Onun enerjisine sahip insanlar konuşmayı kendilerim engelleyen bir şey olarak kabul ederler. Özleri sözcüklere karşıttır, dile tercüme edilemez. Sessizlik sadeliği, sadelik huzuru doğurur. Boğa bunu bilir ve sezgisel olarak konuşmaya karşıdır.

Dışsal sessizliği sağlamak zordur. Boğa’mn gerçek hedefi olan içsel sessizlik ise daha da zor. İşte bu noktada da bir öğretmen ortaya çıkar ve

bir strateji önerir. Paradoksal olarak, o müziktir. Kendini dinlemeye kaptırmış, ritme karşı notaların oyunuyla hipnotize bir durumda, ne olur? Zihinde dilin bitmek bilmez uğultusu bir kaç saniye için susar. Huzurun Beethoven veya Led Zeppelin dinleyerek gelmesi önemsizdir: her iki halde de zihin kendisiyle konuşmayı bırakmıştır. Ve Boğa için bu herşey dir.

Müzik onu dinlediğimiz zaman bizi sessizleştirir. Ama eğer müziği üretirsek daha büyük anlam kazanır. Boğa için, duşta şarkı söylemek veya armonika çalmak kadar etkili bir evrimsel strateji olamaz. Koca evin içinde Chopin çalmak da aym etkiyi gösterir. Ancak kendimizi bir topluluk önünde çalarken hissedeceğimiz gurur ve huzursuzluk duygusuna kaptırmamız şarttır..

Tüm burçlar içinde, Boğa en fiziksel olanıdır. Zihnin imgesel tansiyonundan maddesel dünya yoluyla kaçmaya çalışır. Etini, kanını hissederek. Elleriyle toprağa uzanarak. Parmaklarım eski, güzel bir kemanın ahşabında gezindirerek. Çamurla, boyayla oynamak, hatta evi temizlemek, sebzeleri doğramak bile Boğa’yı iyi hissettirecek uğraşılardır. Yolu bedenden geçer. Tenin ötesine atlamaz. Onun içinde yer, içer, eğlenir. Onun içinde kızarır, yüzünü ateş basar. Onu kutlar ve över.

Boğa dokunmalıdır. En temel şey budur. Dünyayı duyularıyla, derisiyle, parmaklarının ucuyla hissetmelidir. Sadece aklım kullanarak dünyayı bulamaz. Toprağı ayaklarımızın altmda hissederiz. Müziği kulaklarımızla duyarız. Sevgilimizin vücudunun sıcaklığını bizimkine değdiğinde duyumsarız. Yaşamın doğası? Kim bilebilir? Kimin umurunda? Kim düşünür ki? O kusursuz an yaşamın doğasının kendisidir. Onun hakkında konuşmak sadece perdeyi düşürmeye yarar.

Kaynaklar

Çapraşık olaylardan, koşullardan hoşlanmama. Karmaşıktan kuşku duyma. Bunlar Boğa’mn kaynaklarıdır. İçgüdüsel bir şekilde, kendi ses67

sizliği ve sadeliğini bulabileceği ortamları arar. Sabit bir iş. Güven duygusu veren ilişkiler ağı. Sabırla, sonsuz bir pratiklikle kozasını örer. Kozanın içinde, bir sarkıtın oluşumuna benzer şekilde, metodik ve durmaksızın çalışır durur.

Janie’nin neo-Freudcu, reenkamasyonal vitamin terapisi uygulayan, yeni bir psikologu var. Karanlık dehlizlerde yıllarca dolamp durduktan soma nihayet cevabını bulduğu için huzur içinde. Sam şimdi Allah’ı buldu. Ann orgazmı, Joe ise kendini buldu.

Boğa için bunlar çılgınlıktır. Omuzlarım silker. O yaşamaktadır. Yaşamı rahat bırakır. Deri koltuğuna rahatça yerleşir. Ağzmda elmadan ısırdığı parçanın tadını hisseder. Çocuklarına bakar. Yuvasının sağlamlığım, vücudunun verimliliğini duyumsar. Ve içinde, çok derinlerde, sessiz bir yerde, başka burçların hissedemediğini hisseder.

Saygı ile karışık sevgiyi hisseder.

Karanlıklar

Dağlar, büyük meşeler gibi dayanıklı, ağır ve sağlam objeler Boğa’nın aradığı huzurun benzetmesidir. Onlar Boğa’ya yol gösterir. Ancak, o, hedefi gözden kaybederek, maddesel güvencenin peşine düşebilir. Bu, onun karanlık noktasıdır. Gerçekte içsel güvenceden doğan huzuru aramasına rağmen, bunun dış dünyadaki yansıması olan para, arazi, varlıklar ve emeklilik planları ile kendim kandırabilir.

Güvencenin kötü bir şey olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak bu Boğa’mn aptalca çekici bulduğu bir altma dönüşebilir. Eğer güven-ce’nin çekiciliğine kapılırsa, burcun tüm sonsuz dinginliği çarçur edilebilir. Ve onun yerine uyuşuk, ruhu öldürücü bir durağanlık doğabilir. Boğa kendini sıkarak, bıktırarak öldürebilir.

Boğa’mn er veya geç karşılaşmak zorunda olduğu, bir dönüm noktası vardır. Bir yanda, maddesel güvenceye, durağanlığa ve tahmin edilebilirliğe giden bir yol durur. Bu yol, büyük olasılıkla kendisinden başka68

sına zararı dokunmayacak, dürüst ve ahlaki bir yoldur. Diğer yanda ise, onu heyecanlandıran, ona büyüme ve değişim sunan bir yol görülmektedir. Belirsiz, güvensiz, buna rağmen baştan çıkarıcı olan bu yol Boğa’ya temel bir seçenek sunar: Yaşamak saldırıya yönelik bir eylem midir, yoksa savunmaya mı yöneliktir? Ben büyümek için mi buradayım, yoksa güvende olmak için mi?

Güvence zihinsel düzeyde de bir hareketsizliğe dönüşebilir. Burada Boğa’mn dillere destan inatçılığı ile karşılaşırız. Tüm sabit burçlar gibi, Boğa, hemen algılanamasa bile, kararlıdır. Çoğunlukla, yüzeyde sakin ve suya sabuna dokunmaz gibi görülmesine rağmen bunu asla kararsızlık ve güçsüzlükle karıştırmayın. Bu sakinliğin altında demir gibi bir irade gücü vardır. Bu güç ona, kalkıştığı her işi yapabilme yeteneğini verir. Ama aym zamanda esnek olamamayı doğurur.

inatçılık, deneyimlere dar kalıplar içinde, hayal gücünden yoksun tepkiler vermekle ve dolu bir yaşamın temel unsuru olan var oluşsal sıçramalarda kısa kalmakla sonuçlanabilir. Biz büyüyoruz ve değişiyoruz. Bu esnada kendimizi tanımlamamız, davranışlarımız ve görüşlerimiz de değişmelidir. Boğa bunu yapamayabilir. Kendisine yol gösteren tepeler gibi “Ben dün böyleydim, bugün böyleyim, yarm da böyle olacağım” diyebilir.

Ve o zaman her şey yitmiştir.

Koç Burcu

images

KOÇ (ARIES)

Gözüpek

Paçayı kurtaran, hayatta kalan latır mı? Umurunda değil. Hiçbir şey onu yıldıramaz. Hiçbir şey onu amacından caymaya zorlayamaz. Zafer veya zafere ulaşma çabasmda kendini yok ediş. Birinden birini hak edecek.

Koç yaşam gücüdür, var olma arzusudur. Önceleri hiçbir şey yok. Sonra bir şey var. Yaşam hiçbir yerden çıkar, boşlukta yer edinir. Bu süreç patlayıcı, şiddetli ve sakınmasızdır. Akkor halindeki yıldızlar volkanından fırlayan parçalanmış bulutsu yıldızlar tablosunu oluşturur.

Kudurmuş bir köpek, ağzı köpük köpük, keskin dişlerini göstererek sizi bir uçurumun kenarına sürüklemiş. Elinizde bir av bıçağı var. Gözleri alev alev, hırlayarak size yaklaşıyor. Dikleşiyorsunuz. Artık nezaket ve eğitme çabası yok. Artık iletişim yok. Yaşamak için havyansı bir öfkeden başka şey kalmamış. Haykırarak, boğazına saldırıyorsunuz.

İşte Koç’u buldunuz.

Son Nokta

Koç cesaret öğretir. Her türlü yıldırmaya, pürüze ve şüpheye rağmen istek ve iradenin üstün gelebilmesi yeteneğini temsil eder. Koç ne yapmak istiyorsa onu aynen yapan yönümüzdür. Seçer ve hareket eder. Başka şeyin önemi yoktur. Gözleri bağlı şekilde timsahlarla güreşmek? Evet eğer isteğimiz buysa. Ama böyle bir aktivite konumuz dışıdır. Koç, davranışın akıllıca olup olmadığına bakmadan, gözüpekliğin, saf mace-raperestliğin burcudur. Ancak gerçek anlamı daha derindir. Varoluşa ait cesaretten söz eder.

Bu nedir? Bu bir bakıma bencilliktir. İnce bir sanat. Duyarsızlık değil. Dar kapsamlılık değil. Manipülasyon değil. Ancak şunu söyleyebilme yeteneği: “Bu benim hayatım. Hangi deneyimlere gereksinimim varsa onları arama hakkma sahibim. Ben ile gelişimim arasına hiçbir şey giremez. Ne başka bir insan. Ne başka bir koşul. Ne de benim korkularım.”

Koç’un son noktası isteklerimiz ile davranışlarımızın mükemmel uyumunu oluşturmaktır. Bu özgürlüktür. Duygularda kaybolup gitmek değildir. Kararlarımızı psikolojik açıklamalarla desteklemek değildir. Koç’un dikkati, yaşamım biçimlendirme isteğinin gücüyle bağlıdır

Strateji

Bir insanda cesaret ancak korkuyla gelişir. Başka bir yolla kazanılması olası değildir. Gerilim ve cesaret ayrılmaz bir ikilidir. Ürkütücü durumlar her zaman bizi yüreklendirmez, ama onlar olmadan yürekli olamayız.

Koç cesaret arar. Bu nedenle, gerilim için bir mıknatıstır. Koç’un bu stresi nasıl karşılayacağım önceden bilemeyiz. Buna yaratıcı ve kararlı bir yanıt verebilir. Veya buldozerin önünde bir tavşan gibi kaçabilir. Önceden bütün bilebileceğimiz gerilimin orada olacağıdır.

Krizler, buhranlar Koç’u bir gölge gibi takip eder. İnsanın tam olarak istediklerini yapabilme gözüpekliği zor elde edilir. Ve bunun yarattığı buhranlar zorludur. Arkadaşlar uzaklaştırılır. Otorite konumundaki insanlar sertleşebilir. Önceleri daha güvenli, daha az korkutucu alanlarda, var olma cesaretine yaklaşmak zorunda kalırız. Maceralardan söz ediyoruz.

Dimdik granit bir yüzeye tırmanırken, ortalarda bir yerde, bir halata asılı kaldığımızı düşünün. Eğer halat sağlamsa, iyi bağlanmışsa ve biz bir hata yapmazsak, akşama canlı olarak girme olasılığımız yüksektir. Böyle bir durumda, eğer korkmuyorsak, aptalız demektir. Birçok dağcının benimle aym fikirde olduğunu samyorum. Yine de bir dağcı korkusunu kontrol etmeyi, yaptığı sporun neden olduğu ruh haline rağmen hünerli bir şekilde çalışmayı öğrenmiştir. Bir başka deyişle, cesareti geliştirmiştir.

Bir zirveye ulaşmak sinir ister. Bunda hiç şüphe yok. Ancak bu statik bir ifade. Sürecin gelişimsel dinamiklerini içermiyor. Bir astrolog bunu daha değişik ifade eder. O, dağa tırmanmanın cesareti uyandırdığım söyler. Denetlenemez duygular yenilir; bilinç yapısı değiştirilir. Ve

bu, Koç’un klasik gelişimsel stratejisi krizin bilinçli seçimi kanalıyla yapılır.

Ne yolla elde edilirse edilsin, bu değişimler büyümenin özüdür. Dağcılık bir örnek, ancak hepimiz kendi dağımızı seçiyoruz. Birisi için bu yüzmeyi öğrenmek olabilir. Bir diğeri için hükmeden bir patronla yüzleşmek. Bir üçüncüsü için, sigarayı bırakmak problemidir. Koç düelloya evet demeye niyetli olsun veya olmasm, hayat dağın varlığım net bir şekilde önüne koyar. Artık tırmanmaya başlamak ona kalmıştır.

Koç bir şey ister: deneyim, genellikle risk dolu deneyim. Uzun, soğuk bir geceden sonra güneşin doğuşu gibi, onu arar, kendine çeker. Bu istek, ne olursa olsun, gizlidir. Korkulardan yapılmış bir örtüyle sarılmıştır. Koç’un stratejisi, ne kadar korkutucu olduğuna bakmadan, bu örtüyü açmaktır. Ve soma açığa çıkan isteği, bedeline aldırmadan, yerine getirmektir. Korkularla yaşamak, ancak kuşkusuz ve kararlı bir biçimde hareket etmek işte bu Koç’un sanatadır.

Kaynaklar

Doğa Koç’u dağlara hazırlar. Koç dünyaya savaşçılık, canlılık ve hayatta kalma güdüsü ile silahlanmış olarak gelir. Ruhu güçlü ve dolaysızdır. Dürüstlük, didişmecilik, heveslilik, bağımsızlık, dıştan gelen otoriteden hoşlanmama, bunlar Koç’un kaynaklarıdır.

Hassas bir inceleme sonucu, doğum haritasında Koç’un dokunduğu alanda hırçın, canlı bir kişilik belirecektir. Bu hırçınlık dağcının dağla savaşı gibi fiziksel bir yapıda olabilir, ama genellikle daha belirsiz bir durumdadır. Onu tartışmacılıkta bulabiliriz. Doğal hayatı koruma veya kadm haklarım savunma alanlarında görebiliriz. Belki içsel bir canavarla -alkolizm, Vietnam gazisinin kabuslan- savaşıyordur. Harita Koç’un ateşinin hedefini gösterir. Er veya geç, bir ateş ve bir hedef olacaktır.

Bu burcun en ılımlı çocukları bile, bir krizle karşılaşınca serinkanlı ve bilinçli bir şekilde uğraşırlar. Gerilim anında dizleri kanayabilir, son62

radan bayılabilirler. Ancak Koç’un gerçek yapısı baskı altında parlar. Koç’un kaynağı? Dışına nasıl bir cüppe giyerse giysin, altta bir savaşçının kalbi atmaktadır. Bu kalp belki, ancak bir krizle ortaya çıkacaktır. Ama her zaman oradadır.

Karanlıklar

Karanlık bir gece. Loş bir geçit. İri cüsseli birisi karanlıklar içinden bize doğru yürüyor. Böyle bir durumda, yanımızda Koç burcundan bir arkadaşımızın veya, daha iyisi, kendi içimizde ruhumuzu tutuşturan Koç burcunda yer alan bir Güneş veya Ay’m olması için dua ederiz.

Peki bu savaşçı barış zamanı ne yapar? Dış dünyadan benliğini tehdit eden bir baskı olmadan kendisini devam ettiremez. Askerin düşmana gereksinimi vardır. Ordular savaşacaktır. Eğer gerçek bir düşman bulamazlarsa, hayal ürünü düşman ararlar, hatta belki de korumakla yükümlü oldukları ülkeyle savaşırlar. Aynı fenomeni Koç’ta da bulabiliriz. Savaşacaktır. Bu kesin. Ancak savaşırım evrimsel bir değişime mi hizmet edeceğini, yoksa sadece anlamsız bir karşıtlığa mı dönüşeceğini kimse söyleyemez.

Neyse ki, gerçek düşmanlar bol miktarda bulunmaktadır. Koç ürkütücü bariyerlerle tekrar tekrar karşılaşır. Bunlar Koç’un özgürlüğünü elinden almak isteyen güçlü kişiler olabilirler. Ters koşulların biraraya gelmesi bir engel oluşturabilir. Bazen bunlar içsel zayıflıklardır. Genellikle bu bariyerler diğer insanlarla anlaşmazlıklar biçimim alırlar. Ne de olsa Koç’un yoğun yapısı onları kendilerim savunmak zorunda bırakabilir. Bu engeller ne olursa olsun, yüzleşilmesi gerekir. Eğer Koç için başlıca bir günah varsa, o da korkup geri çekilmektir.

Bu mücadelelerin çok belirgin olmayan yararları vardır. Bunların büyümemize yardımcı olduğunu bilebiliriz. Ancak belki de kendimizi yorgun hissediyoruzdur. Eğer Koç mücadele etmemeyi seçiyorsa, bunu yapmakta özgürdür. Savaşa katılmak gönüllülük gerektirir.

Ancak her koşulda, Koç gerilim için mıknatıs olmaya devam eder. Seçim, gerilimin ne biçimde geleceğinin seçimidir. Bu, dağları fethetmenin, zorluklarla yüzleşmenin, kişisel büyümenin gerilimi olabilir. Veya Koç’un bezginliğinden, alınganlığından ve düş kırıklıklarından kaynaklanan boş, amaçsız, faydasız didişmeler törenine dönüşebilir. Bu noktadan ilerisi Koç’un karanlık yönleridir.

Savaşçı barutla ve ateşle yüklüdür. Bunlara yaşamdaki amacım gerçekleştirmek için ihtiyacı vardır. Ancak gelişimine yardımcı bir krizden kaçarsa, ateş yine de yanındadır. Bu bastırılamaz. Her zaman, esas amacına doğru uygun bir şekilde kullanabileceği hırsım ilgisiz bir hedefe yöneltip saldırır.

Esas anlaşmazlığın içeriği ile ilgisi olmayan, duygusal tonun ağır bastığı tartışmalara girebilir. “Niçin o lanet olası sarı bluzunu giymekte ısrar ediyorsun?”

Bu durumda Koç’un iradesi, cesareti ve yakıcı duyguları amaçsızdır. Arkadaşlar itilir. Evlilikler çöker. İşler ufak sorunlar nedeniyle bırakılır. Kimse kazanamaz. Gelişimin yakıt roketi, 4 Temmuz havai fişekleri gibi cehennem ateşleri ile dolu ve anlamdan yoksun, uçar gider.

Koç’un bu karanlık yolunu seçen yaralı, arzulama aç ve hayalleri kırılmış bir şekilde kalır. Kendini haklı görebilir. Kendine acıyabilir. Ama sorusu hep aym kalır: “Niçin benimle olan herkes savunmada?”

Ve cevap? Basit. Savaşçı yanlış yerde savaşıyor.