Astroloji İki Güneş Sistemi

Buraya kadar anlatılanların hiçbiri bir astronomun güneş sistemini tanımlamak için yaptıklarıyla ilintili değildir. Sanki birisi astronomlar için, diğeri de astrologlar için olmak üzere, iki tane sistem vardır. Her ikisi de aym elementlerden oluşur: Merkür, Mars, Jüpiter ve diğerleri. Ama bakış açısındaki farklılıklar bu ikisinin oldukça farklı görülmesine neden olur.

Astronomun bakış açısı dünya değildir. Onun noktası sanki Güneş’in milyar mil üzerinde bir uzay gemisinin gözlem kulesindedir. Bu kuleden güneş sistemi lise kitaplarındaki bir diyagram gibi görülmektedir. Bir başka deyişle, bir astronom ona objektif olarak bakmaktadır. Ve onun gördüğü düzenli bir sistemdir. Bütün gezegenler aym yönde hareket ederler. Her birinin aşağı yukarı belli bir rotası, Güneş’ten belli bir uzaklığı vardır. Her biri oldukça sabit bir hızda hareket etmektedir. Sistemin ortalarına yakın, dört adet “karasal” dünya vardır – bu güneşe yakın, küçük, kayalık gezegenler, kendi yörüngelerinde hızla dönerler. Sonra geniş bir aralık taşlardan oluşan bir sisle -asteroid kuşağı- doludur. As-troidlerin ötesinde astronom yine bir dörtlü görür. Bunlar “dev gaz” kütleleridir. Karasal gezegenlerden daha büyük olan bu devler metan ve amonyaktan oluşur. İçerdeki dörtlüye göre daha geniş bir alana yayılmışlardır ve hızları daha az çılgıncadır. Son olarak sistemin sağ kenarında (bilebildiğimiz kadarıyla) Pluto yer almaktadır. Gezegensel oyun destesinin jokeri; düzensiz bir yörünge izleyen, devler ülkesinin cücesi.

Bir astrolog bu sistemi farklı algılar. Gezegenleri oldukları gibi görmez, zaten görmek de istemez. Onları göründükleri gibi görür.

Astrologun bakış noktası Orion’a giden yolun ortalarında asılı kalmış bir uzay gemisi değildir. Tam burasıdır, yani dünyadır. O, bir başka doğruyu aramaktadır. Astronomun genel doğrusunu değil, deneyimle-nebilir, yaşanabilir bir doğruyu aramaktadır. Nesnelerin nasıl olduğunu değil, nasıl göründüğünü aramaktadır.

Bir astrolog ne görmektedir? Kaos. Bazı gezegenler zodyaktan hızla geçmektedir. Ay, şimdiye kadar bilinen en hızlı gezegen, bir burcu iki-üç günde katetmektedir. Bir çok gezegen için ekliptiğin bir turu onlarca yıl almaktadır. Örneğin Pluto bu turu 248 yılda tamamlamaktadır.

Yörünge hızındaki bu farklılıklar güneş sisteminin sürekli değiştiğini göstermektedir.

Bir an Satürn’ü Başak’ta ve Pluto’yu Yay’da bulabiliriz. Yirmi dokuz yıl sonra Satürn turunu tamamlar ve Başak’a döner. Ama Pluto ancak Kova’ya kadar ilerlemiştir. Satürn’ün Başak’ta olmasının başlı başına bir anlamı varken, Pluto’nun şu anda bir başka burca geçmesi, durumu yirmi dokuz yıl öncesine göre oldukça değiştirmiştir. Eğer iki buçuk asır beklersek, Pluto ve Satürn’ü gene başladığımız noktada buluruz, ancak bu sefer Uranüs ve Neptün farklı yerlerde olurlar ve gene farklı ve benzersiz bir durumla karşı karşıyayızdır.

Tüm gezegenlerin zamanın bir kesitindeki yerlerine tekrar ve aynen dönebilmeleri için sayılamayacak kadar binlerce yıl geçmesi gerekir. O zaman bile gezegen yörüngelerinde, çekim kuvvetleri nedeniyle, oluşan ufak varyasyonlar derecesel farklılıklara neden olurlar. Özet olarak, belirlenen bir anda, güneş sisteminde yeralan astrolojik unsurların diziliminin yepyeni, emsali olmayan ve tekrarlanamaz bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

Yeryüzündeki bakış noktamız tabloyu daha da fazla karıştırmaktadır. Dünya Güneş’ten sonra üçüncü gezegendir. Aradaki iki gezegen sistemin merkezine daha yakındır: geri kalanlar ise uzayın derinliklerindedirler. Dünya bunların arasında saniyede yaklaşık altmışbeşbin mil hızla hareket etmektedir. Ve kendi ekseninde bir topaç gibi dönmektedir. Böyle bir platformdan gezegenleri izlemek bir lunaparkta keskin virajları, iniş, çıkışları olan bir trenden bale izlemeye benzer. Astronomun güneş sisteminin düzenliliği kaybolur. Yerine karmaşa, anlamsızlık ve mantıksızlık gelir.

Bir önceki yazımız olan Bir Yılın Döngüsü başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment