Astral Dünya

Ürün Çemberleri

Genellikle çembersel, bazen karışık ve karmaşık, saplarını kırmadan buğday gibi ürünleri yatırarak ve girdap gibi döndürerek yaratılan, sıkça eni on metre ya da daha fazla olan, hemen hemen her zaman gece yapılan ve gündüz bulunan şey nedir? Bunlar, bir tanesinin Wiltshire’daki Ingiliz tarlalarında bulunduğu 1980’den bu yana artan bir sıklıkla görülen ürün çemberleridir.

1991 de üç yüzden fazlası bulunmuştur. Ürün çemberleri, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya, Almanya ve Avusturalya’da bulunmuştur. Önceki yüzyıllarda bu etki büyük olasılıkla Şeytan a atfedilirdi. Günümüzde ise uzaylı yaratıklar bu onurun sahibidir.

Bir ürün çemberinin yalnız ipler ve kazıklar kullanan bir grup insan tarafından bir saatten az bir zamanda yaratılabildiği gösterilmiştir. Kazığı yere çaktıktan sonra ona bağladıkları ipi gererek, yeşil ürünler üstünde sürüklerler (gövde bölgesini kırmayan bir biçimde).

Ürün çemberlerinin çoğu Ingiltere’de bulunur ve orada, 1991 yılında, altmışlarında iki kişi, David Chorley ve Doug Brower, Ingiltere’deki ürün çemberlerinin çoğundan sorumlu olduklarını kabul etti. En azından bir uzman araştırmacıyı aldatarak becerilerini sergilediler.

Aldatmacalar ve Aldatmacacılar

Bazen yanılsamaya giden yol, ustaca hazırlanmış bir düzenbazlık kendilerine sunulduğunda insanların ne kadar kolay kandığını göstermek amacıyla kasıtlı olarak düzen çeviren kişiler, diğer bir deyişle aldatmacacılarca yaratılır. Aşağıda üç kötü şakanın öyküsü anlatılmaktadır. İlki 130 yıl önce olmuştur, İkincisi yirminci yüzyılın başlarında ve üçüncüsü ise sadece birkaç yıl önce.

Cardiff Devi Kocaayak ya da Loch Ness Canavarı gibi yaratıkların şakadan olması veya olmaması mümkün gibi görünürken, Cardiff Devi ise kesinlikle bir şakadır. 1869 yılında, 3 m. boyunda taşlaşmış tarihöncesi bir insana ait olduğu iddia edilen bir heykel, kuyu kazan kişiler tarafından New York’un Cardiff kenti yakınlarında “keşfedilmiştir”. Çıplak ve acı çekmiş gibi görünen taş devin oluşumu tarihöncesine ait değil; George Hull’un fikriydi. Bir yıl öncesinde, Hull, Fort Dodge, lowa’dan Şikagoya gönderilmiş olan bir alçı taşı bloğunu, bir insan şeklinde yonttuktan sonra çiftliğinde gömmüştü. Topraktan çıkarıldıktan sonra, heykel büyük bir çadırda halka sergilenmişti. Bir ücret karşılığında devi görebilen insanlar, 15 dakikalık bir konuşma dinleyip, sorularına yanıt alabildiler. Burada ve başka yerlerde heykelin sergilenmesi sahiplerine büyük paralar kazandırdı.

Fosilleri ve eski yaşam biçimlerini çalışan bir uzman, Othniel C. Marsh heykeli inceleyene kadar işler iyi gitti. Taze alet izlerini ve uzun bir gömülme sırasında üzerinde pürüzler oluşacak olan düzgün, cilalanmış yüzeyleri göstererek diğerlerini bunun bir oyun olduğu konusunda ikna etti. Kısa bir süre sonra, Iowa’dan bazı taş ocağı işçileri, iki yıl önce Hull’a büyük bir blok Iowa alçı taşının gönderildiğini hatırladılar. Bir yıl öncesinde bir arabayla Cardiff’in arka yollarından çok büyük bir tahta sandığın götürüldüğü de hatırlandı… Sonra, Şikago’dan iki kişinin heykeli yontan kişiler olduğu iddia edildi.

Hull bu oyunu niçin oynamıştı? Eğlence ve kazanç içini Bir papazla Tekvin de yer alan “yeryüzünde o günlerde devler vardı” sözü üzerinde tartıştıktan sonra, bu yeıyüzündeki “devleri” yaratmaya, gömmeye ve sonra da keşfetmeye karar vermişti.

Bu şakanın ortaya çıkmasına halkın tepkisi ne olmuştu? Bu açıklama halkın Cardiff devine hayranlığını neredeyse hiç gölgelememişti. Dev, büyük seyirci çektiği New York a götürüldü. Heykeli kiralama önerisi geri çevrilen P. T. Barnum, kendi kopyasını yaptırdı ve sergiledi. Barnum’un pazarlama becerisi sonucunda Barnum’un taklit heykeli, eskisine göre daha büyük bir kalabalık çekti. Bir tura götürüldükten ve birçok farklı yerde sergilendikten sonra, Cardiff devinin sonu, halen dikkat çekmeye devam ettiği New York, Copperstown’da Farmer’ın Müzesi’nde bir açık alanda sergilenmek oldu.

Kristal Sağaltımı

Kristal yapısındaki maddelerin hoş ve çoğu kez yatıştırıcı dış görünümü, onların düzenli, tekdüze, üç boyutlu moleküler yapılarının yansımasıdır. Sözdebilimcilere göre, kristaller, özellikle de kuvarz, kristale kilitlenen ve takıldığı zaman insanın sağlığını olumlu yönde etkileyen, dilekler ve sağlıklı düşünceler aracılığıyla sağaltım merkezleri olarak iş görebilir. Kristallerin, düşünce titreşimlerini alıp, sonra da onlara “kilitlenerek’’ çalıştıklarını söylerler.

Bu sav, bilim insanlarının kuvarz kristalleri ve beyin dalgaları hakkında bildikleriyle çelişkilidir. İnce kuvarz dilimleri çok hızlı frekanslarda (saniyede milyonlarca devir) titreşirken, beyin dalgaları oldukça farklı sıklıkta (saniyede birkaç yüz devir) olan oldukça farklı bir desen sergiler. Kuvarz kolye takmanın sonucu olduğu iddia edilen herhangi bir iyileşme, sözdebilimsel altenatif tıbbın diğer formları için geçerli olan etkenlere (plasebo etkisi, vb.) atfedilebilir.

Psişik Cerrahlık

Cerrahlık, uzun bir süredir yaralanmalarda, hastalıklarda ve diğer durumlarda gerekli ve etkin bir tedavi biçimi olarak tanınmaktadır. Anatomide, anestezide ve ameliyat sonrası steril koşullar yaratma konusunda bilgiler artıkça günümüzde cerrahlık, hastaların ameliyat enfeksiyonlarından öldüğü ve ameliyat sırasında gereksiz yere acı çektiği günlere göre büyük ilerleme kaydetmiştir.

Yine de bu işlemin güçlükleri olduğu için çaresiz kalmış insanların, psişik cerrah denilen kişilerin hizmetlerinden yararlanmak konusunda kandırıldıkları görülür.

Bu sözdebilimciler, anestetik, dikiş, ameliyat sonrası uzun bir iyileşme süreci, ameliyat sonrası şok olasılığı, X ışınları ve CAT taraması, kan nakli, ameliyat sonrası akciğer enfeksiyonu ya da bacaklarda kanın pıhtılaşması, sindirim sistemini izlemek için mide ve bağırsaklara sokulan endoskop (ışık ve video bağlantısı ile donatılmış esnek optik tüpler) gibi komplikasyonları olmayan işlemler sunar. Yalnız tek bir sorun vardır: şifa yoktur.

Psişik cerrahlık, uygulayıcısının deriyi çıplak elleriyle (bıçaksız!) yararak tümörlü olduğu savunulan dokuyu çıkarma yoluyla organik rahatsızlıkları tedavi ettiğini iddia ettiği sözdebilimsel bir süreçtir. Parmakları kan gibi bir sıvının ortasında yeniden göründüğünde, bulunmaya çalışılan hastalıklı insan dokusu gibi görünen bir şeyi sıkıca tutmaktadır. Görünüşe bakılırsa mucizevi bir şekilde bir iz bile bırakmadan yara anında iyileşir. Hasta sözde iyileşmiş bir şekilde evinin yolunu tutar.

Gerçekte ise psişik cerrah önceden bir miktar “kan’ (tavuk, domuz, inek kanı ya da hint biberinden yapılmış bir boya) ve doku (genellikle yağ ve küçük bir hayvanın iç organları) saklar. El çabukluğu ile bu materyalleri başparmağına uyan lastikten sahte bir parmağın ucundaki oyuğa gizler ve bu sahte parmak “kesiği” temizlemek için kullanılan yara bezleri arasına gizlenebilir. Diğer bir yöntem, yardımcılarının belli etmeden bu gereçleri plastik tüpler içinde cerraha vermeleridir.

Cerrah hastanın derisi üzerinde bir kesiğe benzeyen bir çizgi yaparken, bu katlanmış deri boyunca “kan” fışkırtır. Deriye giriyormuş gibi görünen parmaklar bu katın altına sokulur ya da sadece alt tarafta bükülür öyle ki hastanın vücuduna girmiş gibi görünür. Parmaklar katlanmış derinin altından çekilirken avuç içindeki doku vücudun içinden çıkıyormuş gibi gösterilir. Ve kuşkusuz, dokunun çıkarılmış gibi göründüğü bölge cerrah tarafından temizlendiğinde, deri önceki yaralanmamış haline gelecek biçimde onarılmış görünür!

Psişik cerrahlık sihirbazlıktan başka bir şey değildir; sihirbazın, doğaüstü ve paranormal güçleri varmış gibi göstermek amacıyla değişiklikler ve yanılsamalar yaratmak için fiziksel yolların kasıtlı olarak kullanılmasıdır. Sihirmiş gibi görünür. Doğal bilimlerin yasalarıyla çatışan ve fiziksel olmayan yollarla değişimlere neden olduğunu iddia eden bir sözdebilimdir.

Her yıl binlerce insan psişik cerrahların sahte sözlerinin kurbanı olmaktadır. Psişik cerrahlık için en gözde yerler Filipinler ve Brezilya’dır. Bu uyduruk tedavilerle elde edilen herhangi bir iyileşme, sözdebilimsel alternatif tıbbın diğer dalları için geçerli olan aynı etkenlere atfedilebilir. Sözdebilimsel alternatif tıbbın en
trajik sonucu, sözde cerrahların kurbanlarının hastalıklarının artık ameliyat edilemez düzeye gelinceye kadar geleneksel hekimlere gitmeyi reddetmesidir.

Gerçeğin Bittiği… ve Yanılsamanın Başladığı Yer

inançlar ve umutlar hüsnükuruntuya değil de, eleştirel düşünceye dayanmalıdır. Sözdebilimsel inançlar, gerçeğe dayalı doğal bir dünya görüşüne doğru ilerlemeyi engeller çünkü bunlara yapışan kişiler eleştirel düşünceyi kullanmaz. Bu yanılsamaya giden yol, bu nedenle aldanmaya giden yoldur: Geçersiz kılan kanıtlar karşısında yanlış inanç ve yanlış umut.

Alternatif tıpta, aldanmaya giden böyle yollar için birçok örnek vardır, insanlar, geleneksel tıbba bağlı önemli sorunlar olduğu için bu yolları kullanmaya özendirilir. Geleneksel tıp, insanlığın fiziksel hastalıklarının azaltılmasında çok büyük etkisi olmuş olmasına; fakat fiziksel sorunlardan arındırma konusunda umut veren, fakat güvence vermeyen acı verici süreçleri de kapsamıştır. Pahalı olabilir. Yanlış tedavi riski, nadir olmasına karşın gerçektir. Reçete ile verilen ilaçlar, rahatsız edici ve bazen de beklenmedik yan etkilere sahip olabilir. Geleneksel tıp, hastalığın nedenini bile bulamayabilir ya da hastalığa bağlı acıyı dindiremeyebilir.

İnsanların neden geleneksel tıbbı reddetmeye ve alternatif (geleneksel olmayan) sağlık bakımının uygulayıcılarından yardım beklemeye yatkın olduklarına şaşmamak gerek. İnsanların, neden daha az saldırgan, daha az korkutucu, daha az riskli ve daha az pahalı olma yönünde umut veren yöntemlere kandıklarına da şaşmamak gerek. Şunu unutmamak gerek: satıcı sorumluluk kabul etmezse, bunun için alıcı güncel olarak doğrulanmış kanıtlardan yoksun tedavilerden sakınmalıdır…

Sözdebilimsel yöntemler, ara sıra işe yarar görünmelerine karşın, gerçekte işe yaramaz. Belirli bir tedavi alan bir kimsenin sonradan kendini iyi hissetmesi, tedavinin iyileşmeyi sağladığı anlamına gelmez: İki olgu arasındaki var olan bir ilişki birinin diğerinin nedeni olmasını gerektirmez… Tedavi edilmiş ya da edilmemiş olsun, birçok hastalık doğal seyrini izler; doğal olarak kendilerini kısıtlar. Çok az da olsa, doğal olarak kendiliğinden iyileşmeler olabilir ve olmaktadır; çoğu kez ölümcül olan hastalıklarda bile.

Dahası, sözdebilimsel tekniklere inanma sonucu ulaşılan psikolojik rahatlama, fizyolojik iyileşme şeklinde yanlış yorumlanabilir. Üstelik, gerçek fizyolojik iyileşmeye etkin olmasa bile yeni bir tedaviye ulaşılabilir! Vücutlarımızın bu yeteneği bizi hasta eden etkeni, bazen ortadan kaldırır, yeter ki “plasebo etkisi” olarak bilinen tedaviye inanalım. Örneğin astım hastalarına yeni bir soluk açıcı ilacın onların solumalarını rahatlatacağı söylenmişse, ilaç etkin olmayan bir madde ya da plasebo içerse bile, sonuçta tam olarak bu olur. Gerçekte hastaya dört mesajdan birini gönderen hemen hemen her şeybirisi beni dinliyor; hastalığım açıklanabilir; diğer insanlar benim için kaygılanıyorlar; hastalığım denetlenebilirsağlıkta ölçülebilir iyileşmeye neden olabilir.

Plasebolar çoğu zaman gerçek ilaçlar gibi sonuç verir. Kolesterol düzeylerini etkiledikleri ve birikimsel ve zamana bağlı etkiler sergiledikleri bilinmektedir. “Nosebo” etkisi denilen istenilmeyen reaksiyonlara neden olabildikleri de görülmüştür. Nadir olarak plasebo bağımlılığına da rastlanmıştır. Bu nedenle, nesnel başarı ölçüleri olan uygun biçimde denetlenen deneyler ile tüm teknikler değerlendirilmelidir.

Ateş Üzerinde Yürüme?

Bildirilen bir olayın gerçekliği bir kere ortaya konulduktan sonra olay hakkında ileri sürülen hipotezler, herhangi birinin sözde hipotez olup olmadığını belirlemek için değerlendirilmelidir. Ateşte yürüme durumunu düşünün, insanların kızıl korların üzerinden yürüyerek zarar görmeden geçtiği gerçek bir olay.

Üzerinde yürümek için üç metreye on metrelik bir ateşin hazırlanması saatler alır. Bol miktarda odun kızıl kor haline gelinceye kadar yakılmalıdır. Ateş yolunun ortasında sıcaklık 430 °Cye ulaşır (kâğıt 230 °C’da yanar; 430 °C’da biftek iyice pişer). Yakından izleyen seyirciler çıkan sıcaklığın yoğunluğu nedeniyle bolca terlerler. Bir adam ayakkabılarını ve çoraplarını çıkanr, çıplak ayaklarıyla basarak korun üzerinden geçer ve karşıya doğru hızla yürürken hiçbir acı belirtisi göstermez.

Tabanlarında hiçbir kabarcık ya da yanık olmadan öteki uçtan çıkar. Singapur, Malezya, Fiji ve Hindistan gibi ülkelerde ateş üzerinde yürüme, mistik güçlere bağlı dinsel bir törenin parçasıdır. Olumlu düşünmenin bir sınamasıdır diye reklamı yapılarak pazarlandığı da olur.

Bu olay, mucizevi ayaklarla gerçekleştirilen mucizevi bir iş midir? Yoksa bilimsel olarak açıklanabilir mi? Ne de olsa, sıcaklığın sadece 200 °Ç olduğu fırının içinde metal kek kabına dokunursanız, kap kesinlikle derinizi yakacaktır. Aslında, ateşte yürümek, ne mistik güçleri, ne de olumlu düşünmeyi gerektirir. O, bunun yerine, doğal fiziksel bir olayın sergilenmesidir.

Elinizi sıcaklığın 200 °C ulaştığı bir fırının içine sokar ve kek kabına dokunursanız, yanarsınız. Fakat, sıcaklığın yine 200 °C’a ulaştığı bir fırına elinizi sokar ve yalnız sıcak hava ya da sıcak keke dokunursanız yanmazsınız. Bunun açıklaması oldukça basittir. Kek ve hava, ısıyı kötü biçimde tutar (düşük bir ısı kapasiteleri vardır) ve ısıyı hızla iletmez (kötü ısı iletkenlikleri vardır). Kek ve hava ile uzun süre temasınız olmadıkça, elinize onu yakmak için yeterince ısı iletilmez. Metaller (tava gibi), diğer taraftan, mükemmel ısı tutucuları ve mükemmel ısı ileticileridir. Böyle olunca, elinize zarar vermek için yeteri kadar ısıyı hızla geçirebilir.

Sıcak korun üzerini örten küller ise, 400 °C de bile, ısıyı iyi tutamazlar, kek ve hava gibi, ısıyı çok hızlı iletmez. Böylece katı olan kor ile ateş yürüyücüsünün tabanları arasında bir yalıtım tabakası oluşturur. Başarılı bir şekilde ateş üstünde yürümenin sırn”, her ayak kaldırılmadan önce sadece bir saniye kadar kor ile temasta kalacak şekilde hızlı yürümektir. Tüm yürüme süresi, genel olarak 7 saniyeden azdır.
Diğer bir deyişle, çok yavaş yürürseniz, yenilginin acısını çekersiniz. Cıss!

İnsanın Kendiliğinden Tutuşması

Gerçeği mi yoksa yanılsamayı mı temsil ettiğini göstermek amacıyla, bildirilen olaylar özenlice değerlendirilmelidir. İnsanın içindeki kimyasal tepkimelerin oluşturduğu ısının sonucu olarak bir insanın vücudunun birdenbire alev almasının varsayılan süreci olan insanın kendiliğinden tutuşması böyle bir olaydır.

İnsan vücudundan kaynaklanan ateş bildirimlerinin geçerliliği hiçbir zaman onaylanmamıştır. Ani insan tutuşması olduğu zaman, bu her zaman dışardaki ateşin sonucudur. Bir kimse tutuşabilen gece elbiseleri giydiği zaman, sarhoşken ya da uyku haplarının etkisiyle içi süngerle aşırı doldurulmuş bir koltukta uyuyakaldığı ve kaza sonucu yanmakta olan bir sigarayı koltuğa düşürdüğü zaman bu durum ortaya çıkar.

Tutuşmanın diğer bir kaynağı, bir kişinin cinayet işledikten sonra cesedi yakmasıdır. Diğer bir olasılık da, yaşlı kimselerin kendi kendilerini kazayla tutuşturmasıdır.

İnsan bedeni içindeki koşullar, içerden tutuşmaya asla uygun değildir. İnsan bedenlerinin yüzde altmışı ile yüzde yetmişi sudan oluşur ve tutuşamaz (ateş yutan göstericilerin hiçbir kötü etki olmadan sergilediği gibi). Yutulan alkol tutuşabilir; fakat kişi vücudunun tutuşabilirliği üzerinde en hafif bir etkisi olabilmesi için yeterince alkol tüketemeden çok önce alkol zehirlenmesinden ölürdü.

İnsan vücudundaki iki tutuşabilir madde yalnızca vağ dokusu ve metan gazıdır. İçerdeki metan gazını tutuşturmak için bir mekanizma olsa bile, yağ dokusunu tutuşma noktasına getirecek kadar yeterli miktarda değildir. Ve ne olursa olsun, insan vücudundaki bulunan su ateşi anında söndürürdü.

Boğazınızdaki yanma duygusu, yalnızca yemek borusundaki mide asididir.

Loch Ness Canavarı

Milyonlarca kişi, Loch Ness Canavarı nı ya da sevgiyle anıldığı gibi Nessie yi görmek umuduyla, iç kuzey Scotland’da konumlanmış, son derece büyük, derin ve soğuk bir tatlı su gölü olan Loch Ness’e yolculuk yapmıştır. Birçoğu umutlarının yerine geldiğine inanarak eve döner.

Nessie, uzun boynu ve küçük kafası gölün karanlık sularından çıkan dinozor biçiminde bir canavar olarak anlatılır. Fotoğraflar da birçok gözleme eşlik eder. Bunlar, her zaman gri ve tanecikli, çok gölgeli ve canavarın ana hatlarını taşıyan resimlerdir. Bazılarında, yaratığın sırtı gibi görünen bir şeyin suyu yardığı görülür. Çoğu fotoğrafın sahte olmasına karşın, bazıları da gerçek fotoğraflardır. Bunlar Nessie nin kanıtları mı, yoksa sadece kütüklerin, dalgaların üstündeki gölgelerin, bir kütük yığının ya da bir sıra halinde yolculuk yapan fokların resimleri midir?

  
Bugüne kadar, hiçbir fiziksel kalıntıya da Nessie ye ait diğer bir iz bulunamamıştır. Onu izlemek üzere ileri düzeyde gelişmiş sonar aygıtları kullanılarak yapılan beş ayn araştırma Nessie’nin varlığını destekleyen hiçbir kanıt ortaya koyamamıştır.

Kesin olan ise, Loch Ness bölgesinin, denizaltı gezileri ve çok araçlı turizm merkeziyle eksiksiz, kazançlı bir turizm endüstrisi olduğudur.

Beden dışı deneyimler ve varlıklar, düşleri akıllarına üstün çıkmış kişiler tarafından, değişmiş bir bilinç düzeyinde olan kişiler tarafından, olayları gizli amaçlan için bildiren kişiler tarafından ve üçkâğıtçılarca kasıtlı olarak aldatılmış kişiler tarafından gözlenir.

Böyle gözlemlere dayanan hipotezler, her şeyden önce güvenilir değildir ve gözlemlerin elverdiğinden çok daha karmaşıktır. Bunlara dayanan hipotezleri sınayan deneyler, ilk başta hipotezin kurulmasından sorumlu gözlemsel sorunlar ile doludur. Yine, yeniden çevrim, bu olayların gerçek olduğu hüsnükuruntusu tarafından engellenmiştir.

Sözdebilim ya da Gerçek Bilim?

Bilim süsü verilmiş sözdebilim, aynı zamanda birçok kılıkta görünebilir: gerek uzay gemilerine ve uzaylı yaratıklar tarafından kaçırılmalara, beden dışı deneyimlere ve varlıklara, astrolojiye, “bilimsel” hızlı yaratılışçılığa, gerekse duyu dışı algılamalara ve psikokineze inanma olarak. Bu ın başlangıcında, sahte giysileri tanımaya ve bu giysileri çıkarmaya yardımcı olmak üzere ele veren ipuçları biçiminde bir “çizgi sınaması” sağlamıştık. İpuçlarının listesi, bilimsel yöntemin uygulanmasındaki potansiyel kusurlardan oluşmaktaydı. İşte, bu ipuçlarının ortaya çıkardıklarının özetleri.

Uzay Gemileri ve Uzaylı Yaşam Biçimleri Tarafından Kaçırılmalar
Kimliği belirlenemeyen uçan cisimlerin (UFO’lar) gözlemleri ve uzaylı yaşam biçimleri tarafından kaçırılmaların bildirimleri, sözdebilimin geleneksel işaretleriyle doludur. Diğer bir deyişle, olayları abartan, karıştıran ya da düşleyen eğitilmemiş gözlemciler tarafından kişisel anekdotlar.

Böyle gözlemler üzerine kurulmuş olan hipotezler, her şeyden önce güvenilir değildir ve gözlemlerin elverdiğinden çok daha karmaşıktır. Olayların öngörülen yinelemeleri, hipotezin oluştuğu gözlemlerin doğasında olan kusurlarla dolu deneylere götürür. Uzaylı yaşam biçimleri hakkındaki düşüncelerin yeniden çevrimine olan isteksizlik, bu olaylar hakkındaki gerçeğin araştırılmasını engeller.

Budala Altını ya da Gerçek Altın?

yr erden aldıkları bir taşın içinde altın renkli ışıldayan küçük parçacıklar gören kişiler, bazen zengin bir maAden bulduklarına inanırlar. Bunun nedeni, gerçek altının da ve pirit gibi minerallerden olan budala altınının da, sarı, mat ve metalik bir parıltıya sahip olmasıdır.

Gerçek altının göreceli olarak nadir olmasına karşın, pirit yerkabuğunda o denli yaygındır ki hemen hemen her çevrede bulunur, dolayısıyla da çok sayıda biçim ve çeşitleri vardır. Altın görüntüsü, harika ışıltısı ve ilginç kristalleri, onu taş koleksiyoncularının bir gözdesi yapmıştır.

Bu iki mineralin aldatıcı şekilde benzer olmalarına karşın, kimliklerini ele veren ipuçları vardır. En kolay sınamalardan biri, sırlanmamış porselene karşı bir mineral örneğini sürmek olan “çizgi sınaması” denilen sınamadır. Altın, tabak üzerindealtından bir çizgi bırakacak kadar yumuşaktır. Demir ve sülfür bileşiği olan pirit gibi taklitleri ise siyah bir çizgi bırakırlar. Her parıldayan altın değildir.

Kocaayak ve Nessie Gözlemler ve Sözde Gözlemler

Bilim insanları her zaman yeni bilgilere ve yeni fikirlere açık olmalıdır. Örneğin, önceden bilinmeyen hayvanlar için sürekli olaraik arayış içindedirler. Önceden bilinmeyen hayvanların çoğunun böcekler ve küçük hayvanlar olmasına karşın, geçen on yıl içinde bilim insanları, bir geyik, bir yaban öküzü, on yeni maymun türü (ipek tüylü maymunlar, tamarinler ve bir kapuşin maymunu dahil) ve bir de bir antilop türü buldular. Bilinmeyen hayvanlara ilişkin gözlem bildirimleri, böyle hayvanların varlığı doğrulanmadan önce özenle değerlendirilmelidir. Bildirilen yaratıkların, gerçek mi yoksa yanılsama mı olduklarını belirlemek için bilim insanlarının girişimlerine ait işte iki öykü.

Koca “Ayak” İzleri Saskuvaç olarak da bilinen Kocaayak, boyu 1.80 metreden 4,5 metreye kadar olabilen, kahve kızıl renkte kürklü, iki ayağı üzerinde yürüyen, iğrenç bir koku salan ve sessizce hareket eden ya da yüksek perdeden çığlıklar atan insan benzeri bir yaratık olarak çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bu ağır yaratığa atfedilen büyük ve derin ayak izleri, 60 cm. uzunluğa ve 20 cm. genişliğe ulaşmaktadır. Öyle görünüyor ki bu yaratık, Asya’daki Yeti ya da Korkunç Kar Adam ın, Kuzey Amerika’daki tıpa tıp benzeridir.

Aldatmaca şeklindeki oyunların birçok gözleme, katkısı vardır. 1976’da, dört genç, Kocakayak’a benzemek için sırayla ve ayakkabılarına bağladıkları tahtalarla Kocaayak “izleri’’yaptıklarını kabul ettiler. Arkansas’ta 1970’li yılların sonlarına doğru büyük ayak biçiminde kesilen bir lastik parçalarının tabanlara yapıştırıldığı bir çift postal bulundu. 1982’de ise, Kuzeydoğu Pasifik’ten Rant Mulleno, odundan yontularak yapılmış Kocaayak “ayakları” kullanarak 50 yıldır aldatmaca şeklinde Kocaayak izleri yaptığım kabul etmişti.

Çok sayıdaki gözlemin (fotoğraf ve filmler dahil) kesin olarak aldatmaca olmasına karşın, birçok gözlem de büyük bir olasılıkla aldatmaca değildir, örneğin, bir kişi ormanda “bir şey” görür ama ona iyice bakamaz, Kocaayak’ı duymuştur ve gördüğü “bir şeyi” gerçek bir şey gibi yorumlar.

Son analizde, Kocaayak’ın var olmadığını kanıtlamak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte, eğer varsa, böyle büyük ve garip görünüşlü bir yaratık uzun bir zaman nasıl o kadar gizli kalabilir ve niçin kanıt olarak bir kafatası ya da kemikler gibi daha elle tutulur hiçbir şey bulunamaz?