Genel

CİNLER CENNETE GİRERLER Mİ?

Belki de en büyük tuhaflık, birtakım insanların, cinler Müslüman olduktan, inandıktan ve iyi ameller işledikten sonra kıyamet gününde onlara hiçbir sevabın verilmeyeceğine, sadece ateşten muaf tutulacaklarına inanmalarıdır. Bundan daha tuhafı da cinlerin tıpkı hayvanların âkıbeti gibi toprak olacağı inancıdır. Kur’ân-ı Kerim, meseleyi çok açık bir şekilde çözmektedir, özellikle Rahmân Sûresi’ndc Allah Azze ve Celle, hurilerden bahsederken şöyle buyurmaktadır:

“Onlar da bakışları kısa (yalnız kocalarına bakan) öyle dilberler de var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmaraıştır.” (Rahmân Sûresi, âyet 56)

İmamı Kurtubı tefsirinde bu âyet-i kerimeyi şöyle teftir etmektedir:

“Bu âyel-i kerimede cinlerin de insanlar gibi cennete gireceğine ve onlara orada cinnilerin (kızlar) eş olarak verileceğine işaret edilmektedir.”

Zamrc demiştir ki:

“Huri lyn kızları, onların mü’min olanlarına verilecektir. Cinnî huriler, cinnî erkeklere, insî huriler de insanın mü’min erkeklerine eş olarak verilecektir.”13

‘ Kuıtubi Tefsiri. DaruŞa’b Baskısı, sh. 6351 Allahtı Tcfllâ Hazretlerinin şu sözünü iyice düşünelim ve anlayalım:

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden, size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle (ahiref) karşılanacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Dünya hayatı kendilerini aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler. Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helik edici değildir. Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’âm Sûresi, âyet: 130-132)

Kurlubî. “Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır” sözünü, cinlerin ve insanların her biri şeklinde yorumlamaktadır. Tıpkı şu âyet-i kerîmede olduğu gibi:

“İşte onlar da kendilerine (azap) söz(ü) gerekli olmuş kimselerdir. Kendilerinden öncc geçen cin ve insan toplulukları arasında (azabın içinde) bulunacaklardır. Gerçekten onlar, ziyana uğrayacak-lardır. İler birinin (inananların ve inanmayanların) yaptıkları işlerden dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, kendilerine hiç haksızlık edilmez.”

(Ahkâf Sûresi, âyet: 18-19)

İşle tüm bu âyet-i kerimelerde cinlerin de tıpkı insanlar gibi Allah’a itaat edenlerinin cennete, asi olanlarının da cchenncmc gireceklerine dair beyanatlar vardır. Bu konuda şunu iyice bil ki, mülessirler arasında tam bir görüş birliği bulunmaktadır.’

‘‘Kurtubi Tefsiri. Daıu’ş-Şa’b Baskısı, En’am Sürcsi’nin Tefsiri, sh. 2523-2524.

İmamı Ibnûl Kayyım, şu şekilde haber vermekledir:

“Cinlerin mü’minleri ccnnete girerler. Onların kâfirleri de cehenneme girerler.

Ibnûl Kayyım aynı sözü “Tariku’I-Hicretcyni ve Bâbü’s-Scâdeteyn” adlı kitaplarının 149. sayfasında yine aynı şekilde dile getirmektedirler. İmamı Buharı. Sahihi Buhari’nin “Zikru’l-Cinni vc SevâbUhüm ve Ikâbühüm” (Cinlerin Sevabı vc Cezası) isimli babında bu konuya yer vermiştir. İmamı İbni Haccr cl-Askalâni, bu hususu çok değişik görüşlerde bulunmaktadır.

İmamı Nevevî, Sahihi Müslim şerhinde cinlerin ccnnete girecekleri hususunu dile getirerek, yukarıda geçen görüşleri desteklemiştir. Yine aynı şekilde Fahri Râzî. ‘‘Tcfslr-i Kebîrinde, Âlûsî ,,Rûhu’l-Meâni’de, İbni Kesir ‘Tefsîrü’l-Kur’âni’l-A.ıy m’indc, Muham-med Reşid Rıza Menarda, Seyyid Kutup “Fî Zılâli’l-Kur’ân’da cinlerin cennetc girecekleriniteyidetmişlerdir. Bizler de tıpkı bu değerli mOfessirlerimiz gibi cinlerin cennete gireceklerine inanıyoruz, tnşaallah bu inancımız üzerine de yüce Allah’a can verinceye kadar devam edeceğiz.

Amerikan fizikçisi Ralph Lapp’a göre

“Gerek A.B.D’nın gerek bafkı ülkelerin kişileri Ay yanştnı büyük bir gösteri sayıyor. Bana kalına burada, yeryüzünde, çözümlememiz gereken davalarımız vardır. Parayı da, teknik bilgiyi de bunlara kullanabiliriz. Yeryüzünde açlıkla, hastalıklarla karşılaşıyoruz. Bunlar temel sorunlardır, Ay’a varmak ise bir çeşit kaçıştır.”

Lapp’rn kaçış olarak nitelendirdiği uzay araştırmaları başkaları tarafından değişik biçimde yorumlanıyor. İstatistiklere göre 2050 yılında yeryüzü 8,7 milyar kişiyi barındırmak, en önemlisi, beslemek zorunda kalacaktır. 2250 yılında ise bu sayının 50 milyara ulaşması bekleniyor. Dünya insanoğluna dar gelmeye başlamıştır, gelecek kuşaklar için yetersiz duruma geçecektir.

Bu yüzden uzay yarınki kuşakların dünyasıdır, insanoğlunun bitmez tükenmez tanıma, bilme, öğrenme, keşfetme tutkusunun anmadır. Uzayla uğraşmak, uzayı araştırmak, uzay için çok uzun süreli yatırımlar yapmak bu şartlar altında her yönden zorunlu olmaktadır.

Uzay araştırmalarının zorunluluğunu savaş sonrası yıllarından beri yılmadan savunan Von Braun, ilerdeki tasarıların arasında yer alan uzay istayonu’yla ilgili çalışmalarının nedenlerini şöyle açıklıyor:

“1972den sonra dünyanın çevresinde dönecek ve bütün insanların yararına işleyecek bir çeşit uzay istasyonu, bir gözlemevi kurmak istiyoruz. Elverişli aletlere yardımıyla bu tür bir gözlemevinden yeni petrol a lanlan, maden yalaklan keşfedilebilecektir. Bununla yetinmeyeceğiz. Diyelim, Kanada’nın geniş ormanlık bölgelerini inceleyip belidi böcekler tarafından yayılan hastalıktan bulup ilgili makamlara haber vcrecrfU; dünyanın büyük zirai bölgelerini verimlilik açısından denetleyeceğiz, giderek ekilmemi} alanları araştırıp bunlarla ilgili tekliflerimizi çeşitli ülkelere bildireceğiz. Şehirlerimiz günden güne korkunç bir «eklide genişliyor, nüfus artışı dramatik bir noktaya varıyor, türde insanoğlunun ihtiyaçlannı yıldan yıla hesaplayıp, Hindistan’da ya da başka bir yerde birden ortaya çıkacak olan bir kıtlığın sürpriziyle karşılaşmadan her defasında geç ulaman yardımlara sığınmak zorunda kalmayacağız. Zamanında hazırlanmamız gerek. Dünyanın nüfusu üç beş milyara varınca son anda alınacak tedbirler İşe yaramayacaktır.”

Ya Ay sorunu?

“Ay büyüktür, değişik bölgelerini de görüp yaşama şartlan hakkında çok şeyler öğrenmek istiyoruz. Ay, uzun süre, bir çeşit Antarktika olacaktır. Güney Kutbunda birçok ülke bilimsel üsler kurmuştur. Burada yürev yapan uzman ekipleri genel olarak bir yıl kadar kalmak talar. Antarktika turistik bir bölge değildir ve uzun süre Ay da böyle olacaktır, oraya, başkalarından önce bilim .idamları gidecektir.”

Sonuç olarak uzayın fethi, ilk anda sanıldığı gibi, bir kaçış değil bir çeşit kurtarıcı çalınmasının ilk bölümüdür.

Kendi gezegeninde egemen olan insanoğlu acaba gökçekte başka gezegenlerle ilinti kurabilecek mi? Bugüne kadar kunnadıysa!

Başka gezegenlerde hayat varsa bu bizim anladığımız bildiğimiz bir hayat da olmayabilir bunun üzerine görüşler kurmak bize ne getirebilir?

Yüzyılları aşan esrara çağda bir çözüm yolu getirmek!

Uzun süreden bari en azından 3,4 yıldan beri-Uçan Nesneler olsun Uzay Yaratıkları olsun unutulmuş görünüyor. Durum beyleyken daha tarafsız ve bütünüyle bilimsel bir gönişu sonuç olarak teklif edelim:

“Kimlifti Bilinmeyen Uçan Nesnelerin konuklan hakkında elde edilecek başkaca bilgiler insanoğluna hem kendisini hem de içinde yaşadığı evreni tanımasına yardıma olacaktır- Toplanan raporlarla ilgili fiziki biyolojik, psikolojik ve sosyolojik araştırmalar eski bir esrara çağda? bir sonuç getirebilecektir”

Yüzyılları aşan esrara çağda bir çözüm yolu getirmek! 1950 lerin. 1960Tann Uçan firelerine. Küçük U-zay Yaratıklarına karşılık birinci bölümde sözü geçen Dropaslar, uzaydan inen, uçan nesneleri bozulan, insanlara kanşan kocı kafalı, kısacık boylu Dropas Lar ya da 12.000 yıl önce dünyamızı ziyaret eden ve geri dönemeyen Uzay Yaratıkları.

Eski esrar hâlâ aydınlanmamıştı çoğu insanlar eldeki ipuçlanna önem vermiyorlar; esrarlar çoğalıyor ve bunlara ne bilim ne de tarih yeterli bir karşılık veremiyor. İnsan, her şeye rağmen, kendince çareler anyor, araştırıyor, düşünceler ile sürüyor, bazen yanılıyor, bir hayalin peşinden sürükleniyor, bazen de zincirin bir halkasına bir halka daha takıyor.

– Uzay araştırmalarının nedenleri

– Evren torunu

– Gezegenlerdeki hayat

– Uzaydaki mucizeler

– Uzaydan gelen sesler

– Venüs, ne »üı bir gezegendir?

“Eski şeylere yeni gözlerle bakmak gerekir.” Louis Pautvels • Jacques Bergier

YAŞAMAKTA OLDUĞUMUZ ÇAĞA Uzay Çağı adı verilmiştin yalnız insanoğlunun uzayı fethetmeye hazırlandığı, Ay’a ayak bastığı için deği, uzayla yeryüzü a-rasmda bağlar gitgide sıklaştığı, iç içe gerdiği için.

İnsanoğlu için dünya eski çekiciliğinden çok şeyler kaybetmiştir. Artık amaç uzay, uzaydaki yıldızlar ve gezegenlerdir. Bunlar hem yakın bir geleceğin hem de insanoğlunun geçmişini açıklayacak anahtarlardır.

Eski zamanlarda, tayfun öncesi çağlarda, uzaydan u-çan gemileriyle Tanrılar inerdi; Kimliği Bilinmeyen Uçan Nesnelerin Uzay Cemileri olduğu görüşü artık rahatlıkla benimseniyor. İnsanoğlu gelişen bîr ilgi ve tutkuyla uzaya bakıyor, Ay’a ayak basıyor, Merih ve Venüs’le ilişkiler kurmayı deniyor.

Son yıllarda uzay araştırmaları için milyarlar harcanmıştır. İnsanoğlunun uzaya açılmasını hiçbir engel durduramaz ve bu, çağın amacı olduğu gibi, zorunluluğudur da.

Uzay için milyarlar harcanınca nedenler dizisi gitgide uzuyor. Neden uzay araştırmaları yapılıyor? Neden uzayın fethi isteniyor? Neden Ay’da incelemeler sürdürülüyor?

Uzay ziyaretçileri

Romaniuk’un açıkladığı olaya benzer bir olay, Caracas’la yayınlanan El Univmal gazetesinin 7 Mayıs 1955 tarihli sayısında anlatılmıştır. Gazetenin verdiği habere göre; 1950de Arjantin’de bir gece Bahia Blanca anayolunda ilerleyen bir mühendis yohın solunda duran garip bir nesne görüyor. Arabasını durdurup yaklaşıyor ve daire şeklindeki nesnenin bir yanından açılan kapıdan i-çeriye giriyor. Uçan Dairenin içinde üç küçük yaratığın cesetleriyle karşılaşıyor, birden paniğe kapılıyor ve olay yerinden hızla uzaklaşıp Bahia Blanca’ya varıyor. Yakın bir arkadaşını alıp olay yerine dönen mühendis bu defa hiçbir şey bulamıyor. Bir ara gökyüzüne baktıklarında puro şeklinde bir nesneyle ufak boyda İki Uçan Dairenin ışıklar saçarak uzaklaşmakta olduğunu görüyorlar.

Kuşkusuz uzay ziyaretçilerimizin bütünü kısa boylu değildir; bizim boyda ya da bizden çok daha uzun boylu olanları da vardır.

Buenos Aires’in 800 kilometre ötesindeki Carlo Paz kasabasında yaşayan Mana Pretzel, 196801 Haziranında gördüğü Uzay Yara tıklarını şu şekilde anlatıyor.

“En azından 2 metre boyundaydılar. Dalgıçların-kine benzeyen mavi renkte bir elbise giyiyorlardı. Gürültü etmeden hareket ediyor, Japoncaya benzer bir dille konuşup durmadan gülümsüyorlardı.”

Böyle bir manzaranın karşısında bayılmadan önce genç Maria Merihlilcrin ellerinin ve ayaklarının fosforlu ışınlar saçtığını da farketmişti.

Bu konuda oldukça ilginç ve meraklıları çok uğraştıran bir olay da Antonio VîUas-Boas’m hikâyesidir.

Adım Antonio Villas-Boas. 23 yaşındayım, mesleğim çiftçilik. Ailemle birlikte, Sao Francisco de Salles şehrine yakın çiftliğimizde yaşıyorum. İki erkek, üç kız-kardeşim var- Hepimiz çiftlikte çalışıyoruz- Ben ço-

(an)ukla grev çalışırım. Belcir ve sağlıklıyım. Çok ça-hfmtmt rağmen bir yazifoıa kursunu da izleyebiIIiyorum.”

Anlam verilemeyen gizemli olaylar

İNGİLTERE

Nisan 1965 – VVamsbury kasabasında, günlerce süren ve gökten geldiği sanılan garip gürültülerden sonra gökte puro şeklinde bir uçan nesne görüldü.

Nisan 1966 – British United şirketine ait bir uçakta yolculuk eden Bayan Olfield, Cannock şehri üzerinde ve 3000 metre yükseklikte kanatlı bir Uçan Dairenin filmini çekti. Uçan Nesne uçağın çevresinde döndükten sonra kanatlarını çekip uzaklaştı.

İTALYA 9 Temmuz 1963 Catania (Skilya) ve dolaylarında görülen bir Uçan Daiıe panik yarattı. Kıyı köylerinde halk, korkusundan evlere kapandı.

9 Ocak 1966 Capri adasının ürerinde görülen bir “a-teş küresi”. Napoli’den Brindisiye kadar uzanan ve kırk dakika süren bir cereyan kesilmesine sebep oldu.

UZAY

11 Ekim 1968 – “Apollo 7 Avustralya’nın üze rindeyken, uzay adamı Cunningham Kimliği Bilinmeye Uçan Nesnelerin uzay kapsülünün yanından geçtiğini bil dildi.”

(Rcuter Ajansından teleksle alman bilgiye dayanarak İsviçre Telgraf Ajansının yayınladığı bir bildiriden.)

İrili ufaklı, değerli değersiz, ilginç ya da olağan, eski yeni yüzü aşan olay son yıllarda görülen binlerce, on-binkerce olayın ufak bir kısmıdır.

Sayılan örneklerin yüzde 10’u bile kabul edilse bu tür bir kabullenme davanın gerçekliliğini, ciddiyetini ortaya atar. Kaldı ki büyük devletlerin, karşıt blokların bu davaya karşı ilk baştan uyguladıkları gizlilik politikası bunun ne denli ciddi ve kuşku verici olduğunu açıklamaya yeterlidir.

Uçan Dairelerin, Uçan Nesnelerin hareketleri için birkaç defa tarama sözü kullanıldı. Gerçekten bir tarama yapıldıysa bu taramanın, bu denetlemenin nedeni nedir, ne olabilir daha bilinmiyor…

Bîr çeşit izleme, araştırma sürdürülüyor sanki. İnsanoğlu çeşitli yerlerde, değişik şartlar altında, inceleniyor. Toplumumuz, yaşantımız, uygarlığımız araştırılıyor; bir deneyin konusunu meydana getiriyoruz.

Hatta, Charles Fort’un dediği gibi avlanıyoruz, basen de saldırıya uğruyoruz.

GÖNEN YAKINLARINA GÖKTAŞI DÜŞTÜ

GÖKTAŞI GÖNEN YAKINLARINA DÜŞTÜ

Köylüler arasında dolaşan söylentilere görey, göktaşı düştüğü yerde 100 metre çapında bir alanı alt üst etti.
Önceki akşam inişi görülen ışıklı büyük cismin Gönen’le Tahirova arasına düştüğü Söylentilere göre toprağı 40 50 metre kadar delen cisim 1000 metre çapında bir alanı alt üst etmiştir. Düşüşten sonra yerden sular fışkırmaya başlamış, yakınlardaki hayvanlar saatlerce acayip sesler çıkarmışlardır. Cismin düştüğü sanılan bölgedeki köpeklerin çoğu kaybolmuştur.

Köylüler düşüş sırasında cismin 20 kilometre çapındaki alanı gündüz gibi aydınlattığını, kuvvetli bir ışığın saatlerce sürdüğünü söylemişlerdir.

KANDİLLİ’YE GÖRE
Şehrimizden önceki gece güneybatı yönünden ışık saçarak hızla geçen cismin ne olduğu daha anlaşılamamıştır. Göğü aydınlatarak yol alan bu cismin bir göktaşı olduğu sanılmaktadır. Kandilli Rasathanesi Müdürü Kemal Erkman bu cismin tutuşan bir jet uçağı olabileceğini de ileri sürmüştür. Rasathane müdürü cisim hakkında şunlan söylemiştin
“Bu cismin bir meteor olabileceği düşüncesindeyiz. Fakat görünüşünün meteora benzemeyi?i, yörüngenin gösterdiği dunun bizi kuşkuya düşürmektedir. Bu cisim havada tutuşmuş bir jet uçağı da olabilir.

2 bin metre yüksekten uçan cismin yörüngesinden çıkıp atmosfere düşen Amerikan sunî peyki olması da düşünülebilir.

(Milliyet, 22 Nisan 1959)
Bir eğri çizen, sonradan düz bir çizgiyi izleyen göktaşı görülmediğine göre meteorit ihtimali ortadan kalkıyor. Söylentilere göre, düşen cisim 40 50 metre kadar toprağı deliyor, sular fışkırtıyor, 100 metre çapında bir a
lanı alt üst ediyor, yer sarsıntıları yapıyor. Göktaşı olamayacağına göre kala kala tutuşan jet ya da düşen uydu ihtimalleri geliyor. Ama kesin olarak bir şey sonuca bağlanamıyor, açıklanamıyor, gereğine uygun araştınlamıyor ve esrarengiz Uçan Nesne bir esrar olarak kalıyor.

Mitolojik uzaylılar

Bu mitolojik savaşlara katıla nlar arasında Nocha ışınlar saçan bir bilezik kullanmakta, Fenglin bir duman perdesinin arkasına sığınmakla, YVengchang büyülü bir kırbaçla düşmanlarını bozguna uğratmaktadır. Yingyang aynaları yansımalarıyla insanlan öldürüyor, savaşanlar birbirlerine karşı gözkamaştıncı ışınlar, öldürücü gazlar, ateş saçan küreler kullanılıyorlardı.

Profesör Tchi Penlao’nun açıklamalarına göre: bir deprem sonucunda KunMing gölünde yükselen pimitlerde görülen silindir biçimli uçan gemiler yaklaşık olarak 45.000 yıl öncesine kadar bilinmeyen, yüksek uygarlığa sahip bir ırkın o çevrelerde yaşadığı görüşünü desteklemektedir.”

Uzaydan gelen Tanrılara Japonya’da da rastlanır. Hokkaido adasında yaşayan Aynus kabilesi kendini bu çeşit Tanrıların torunu sayar. Japotılar gibi Mali Adası’nın Dogon yerlileri de ilk insanların Siriüs’ten gelme Tanrılar tarafından yaratıldığına inanırlar. Afrika’da Fildişi kıyılarında anlatılan Zema efsanesi gökten bakır tepsilerin içinde inen ilk yedi kabileden söz etmektedir.

İnsanoğlu açıklayamadığı olayları hayal gücüyle çözmeye çalışıyor, kendisinden üstün bildiği yaratıklara bağlıyor. Dünyanın her çağında, her yerinde benzer noktalan olan bir olay tekrarlanıyor. Uzaydan Tannlar iniyor, insanları yaratıyor, eğitiyor, gerekirse cezalandırıyor ve yeğniden uzak yıldızlara dönüyor.
Tannlann, bu olağanüstü, doğaüstü yaratıkların gelişi ve uğraşılan zamanla destanlara, efsanelere giriyor, inançbn besliyor. Ancak gerçek nedir?

Görüşler öne sürülüyor, eski kaynaklar günümüze uygun yorumlanıyor, hatta destanlar ve kişileri gerçek gibi kabul edilip bir düzeltilmeden geçiriliyor.
Uçan araçlarla gökyüzünden inen Tannlar, uçan araçlarla uzaya açılan insanlar ve bu ikisinin arasında yülardan beri çeşitli çevreleri uğraştıran başka bir olay dizisi ortaya çıkıyor. Uçan Daireler, Kimliği Bilinmeyen Uçan Nesneleri

Mahabarata

Hindistan’ın ulusal destanı Mahabarata bir yoruma göre M.Ö. 1500, başka ve oldukça tutulan bir yoruma göre de M.Ö. 7016 ya da 2604 yıllarına aittir. Destanın kimin tarafından yazıldığı, derlendiği kesinlikle bilinmiyor; bir destan kahramanı sayılan Vyaaa ya da Sauti olduğu öne sürülüyor. 80X00 mapadan oluşan Mahabarata. Tanrıların (Yüce İndra, eşi Şaşı), tanrılaşan insanların (Judiistria), Tann çocuklarının (destanın kahramanı Arjtma), insariann (Adirata) bir araya geldikleri bir destandır, özellikle Tanrıların savaşlannı anlatır; bunlar konumuza uygun düşen Tanrılardır ve uçan nesneler (vimanalart kullanır, korkunç dehşet verici silahlarla savaşırlar.

Zırhlı savaşçıları öldüren, çeliği delen, saçların, tırnakların düşmesine, dökülmesine sebep olan esrarengiz bir hastalık, büyük yorgunluk doğuran bir silahtan söz edilir. Yine aynı destanda Vimanaiar kullanan Tanrılar gökten patlayıcı maddeler atar, öldürücü ışınlar saçarlar. Bunlar beyaz bir duman sütunu meydana getiren, güneşten onbin kat parlak, koca bir şehri kül yığınına çeviren patlayıa maddeler, ışınlardır.

Mahabarata’nın bir bölümü sayılan Ramayana’da, ıŞiUı kürelere, yumurta biçiminde bulutlara benzetilen bu V un anaların dünyanın çevresinde birkaç kez döndükleri onlan hareket ettiren gücün görünmez bir kaynaktan doğan bir titreşim olduğu anlatılır. Aynı destan bu uçan nesnelerin açık kırmızı ve beyaz madenlerin bileşiminden yapıldığını açıklar.
Ramayan der ki:

“Güneşe benzeyen ve kardeşime ait olan Puspaku arabası yüce Ravan tarafından getirilmiştir; çok iyi olan bu uçan araç seni istediğin yere kadar götürmeye her an hazırdır. Gökte parlayan bir buluta benzeyen bu araç Lanka şehrinde bulunmaktadır.”

Eski el yazmalarının bir antolojisi sayılan Samarangana Sutradara kıtalar arasında gidip gelen, yıldızlara kadar uzanan ub Vimanaların yapılışına 230 sahi fe ayırmış, çeşitlerini sıralamıştır. Yeryüzünden kalkıp
B’ineşe kadar gidenler Suryamandalalar, güneşi aşanlar ahasatramandalalar’ dır.

Gökten nur ve ışık içinde inenler de vardır

Oğuz’un karısı gökten nur içinde indiği gibi, bir sabah Oğuz’un çadınna yine nurlu bir ışık içinde giren kurt da gökten inmiştir. Hulin Dağı’nın üstündeki ağaca nur inerek ağaç gebe kalmış, beş çocuk doğurmuştur.
Buğu Tckin’ln odasına gökten nur içinde bir tanrıça inmiş ve Unnul öğütler vermiştir.
Kutsal Yeşim Taşı da gökten inen bir nurdan meydana gelmiştir.

Türk kahramanı Alp Er Tonganın, İranlılar’ın düşmanı olan Zlni Glv’ı öldürmesi üzerine, gökten Alton Yanık denilen ışık Türk kahramanının üzerine inmiştir.
Gökten inmiş yaratıklar içinde ön safta at gelir. At, Şamanist Türkler ve Moğollarca gökten inmiş, Yakut’larca güneş âleminden gelmiştir.

Mazdaist Türklerin tapmaklarındaki Bakırdan At da gökten inmiştir.
Kahraman Gılgımeş, Tannça İştahın sevgisine karşılık vermeyince, tannça öfkelenmiş ve Gılgameş’i öldürmek için babası Anu’dan yere bir boğa göndermesini istemiş. O da kızuu kırmayarak gökten bir boğa yollamış da Gılgameş ile arkadaşı Enkidu bu boğayı öldürmüştür.

Kayın ağacı dahi, Ülgen tarafından Tannça Umay’.ı gökten gönderilmiştir.
Gökten inen Tann motifi bir yana, bu destanlarda ve mitik olaylarda Taıuıinsan ilişkilerinin çeşitlemeleri, gökten inen ışığın önemi, uzaydan gelme hayvanların (at, boğa) yeri açıkça belirtilmektedir. Bu konuda. Al tay Türk kozmogonisinde Kara Han’ın yaratmış olduğu Uk insanın da suların üstünde uçtuğunu hatırlatmak yerinde olur.
Yakutların cenazelerinde okunan bir duada ışıldayan arabalanyla yıldızlardan inen ruhlardan söz edilmekte; Moğol ve Sibirya şamanlan ise ölülerin ruhlarım almaya gelen, uçan kabuklar kullanan esrarengiz yaratıklara inanmaktalar.
Heyecanlı olaylarla dolu Yunan mitolojisine de bu gözle bakıldığında uçan Tann, nesne ve hayvan moliflerine sık sık rastlanılır. Argonotların aradıkları Altın Post aslında uçan bir koç’un postudur; Medea, çocuklarını öldürdükten sonra, canavarlann çektiği uçan bir araba ile kaçar; Lemnos’ta Delos’ta tapınakları olan Kabirler geleneklere göre uçan gemileriyle gökyüzünden ınen insanlara esrarlı ve çoğunlukla gizli tutulan bilgiler veren yaratıklardır.
Uçan araçların ya da çağdaş bir terimle Kimliği Bilinemeyen Uçan Nesnelerin bol olduğu bir başka kaynak Tevrat’tır. Kuşkusuz Tevrat’ta tek bir Tann söz konusudur. Ancak bu tek Tanrının görevlileri melekleri vardır. Eski Tanrılar gibi uzayda bulunan, uçan araçlar kullanan bu Tann’mn yarattığı olaylar da çok tannlı düzenin öne sürdüğü olaylarla benzerlikler taşımaktadır.

Destan Virakoka

Destan Virakoka’nm nereden geldiğini kesinlikle açıklamıyor, ama İnka öncesi efsanelerinin çoğunda Tanrıların Ülker takımyıldızından gelme olduğu belirtilir.

Bu uzak çağlarda gökyüzü ile yeryüzü arasında sürekli bir gidişgeliş sürdürülüyor Tanrılar geliyor, gidiyor; yaratıcı görevlerini yürütüyor; yaratmış oldukları insanlan yeni bilgilerle besliyor. Meksika kaynaklan 2000 yıl Önce Alban dağında yerleşen, dev heykeller, kalıntılar bırakan, geçmişleri bilinmeyen Ölmeklerden söz eder. Destanlara göre gökyüzünden gelen bu uygarlık yara tıcılan. işlerini tamamladıktan sonra iz bırakmadan ortadan kaybolmuşlardır.

Guatemala’da Atitlan gölünün kıyılarında yaşamış olan Kişe yerlilerinin kutsal kitabı PopolVuh insanlan yaratan ve uzaya dönen Tanrılardan söz etmektedir “tik uktan olanlar her şeyi bilirlerdi: Ufuğun dört köşesini, gökyüzünün dört noktasını ve yeryüzünün yuvarlak yüzünü incelcrlerdi.”
İlk insanların yeryüzünün yuvarlak olduğunu nasıl ve nereden bildikleri ayn bir sorundur. Oba oba Yaratıcı Tanrılardan öğrenmişlerdir. Bu Tanrılar kimlerdir?
PopolVuh’ta yer alan Kişeler’in kozmogonilerine göre, ilk insanlan yaratan Tanrılar, DabavıTden yani gökyüzünün merkezinden gelmeydiler.

15 Haziran 1952 günü Yukatan’da, Patent kalıntılarında araştırmalar yapan arkeolog Alberto Ruz Lhuillier ve arkadaşları gizli bir mezar buldular. 1.70 boyunda bir İskeleti saklayan bu mezar 3.80 m. uzunluğunda, 2.20 m. genişliğinde ve 25 cm. kalınlığında oymalı bir taşla örtülmüştü. Taşta, esrarengiz bir aracın 1çînde Tann olduğu sanılan bir yaratık görülüyordu. Yaratık erkek mi, kadın mı belli olmuyor. Uzun saçlı, fosa etekli ya da kısa pantolonlu. Tanrının bindiği aracın üst kısmı bîr pervaneyi andırıyor, alt kısmından da ateş fışkırıyor. Aracın içi bir sürü aletlerle doludur.

Horbiger doktrini

Çok eski zamanlarda insanlara yardım vardı. Sonradan bu devlerin huyu değişti; insanlar kötüleşen bu devlere kurban kesmek zorunda kaldılar. Ardından da bu baskıya dayanamayarak isyan edip devleri öldürdüler.

Bu örneği daha önce sıralamış olduğumuz çeşitli mitolopk olaylara ve inançlara eklersek Horbiger doktrininin genel bir çizgiden yararlanmış olduğunu görürüz. Şu var ki Horbiger’in kuramı bilimle sürekli çatışmaktadır; Alman kompresör uzmanına göre çok eskiden uzayda, güneşten milyonlarca defa büyük bir nesne vardı. Bu nesne, kozmik buzlardan bileşik dev bir gezegenle çarpıştı, dev gezegen olağanüstü büyüklükteki güneşin içine saplandı. Aradan yüzbinlerce yıl geçti, dev güney içinde meydana gelen buharın baskıcı altında, patladı ve uzayı dolduran yıldızlan, gezegenleri yarattı.

Çağdaş bilim evrenin üç ya da dört milyar yıl önce yer alan bir patlamanın sonucunda yaratıldığım kabul eder. Bir yoruma göre evrenin bütünü patlayan bir atomun içindeydi, gezegenler ise güneşin kısmî bir patlamasından ortaya çıkmışlardır.

Horbiger 1930’Iarda öldü, ama yaklaşık olarak bir milyon kişi hâlâ doktrini izlemekte. Kimi, İngiliz Bellamy gibi, yeni bir antropoloji kurmaya çalışıyor, kimi, Fransız Deniş Seurat gibi, devlerin uygarlığını araştırıyor, kimi de. Alman yazarı Mimar Brugg gibi, Horbiger’! kabul etmeyen geleneksel bilime karşı savaşını sürdürüyor.
Ebedi buz Doktrininin yaratacısını bir bilim adamı kabul etmek imkânsızdır; Hitler’in ulusalsosyalizmini ve Nazi örgütünü besleyen kuruluşları etkileyen Horbiger’in kuramı bir çeşit gizemciliği aşamamıştır. Ancak çok sonradan Horbiger’in doktrini gereğiyle araştırıldı, derinleştirildi; devlerin, kayıp ülkelerin esrarengiz uy
garhklann sımnı açıklayabilecek nitelikle bir anahtar olarak kullanıldı.

Devlerden söz eden mitoslardan, efsanelerden, masallardan birkaç örnek verdik, devlerin varlığını bilimsel biçimde açıklamaya yeltenen bir kuramın başlıca noktalarını özetledik; yine de sorun bir açıklığa kavuşamamıştır. Ayrıca da çok önemli bir soru ortaya çıkar:

Devlerin gerçek izleri bulunmuş mudur, dünyanın herhangi bir yerinde dev bir insan ırkına rastlanılmış mıdır?
Dev bir yaratıkla ilgil ilk keşiflerinden biri, 14. yüzyılın ortalarında Dckameron’un ünlü yazan Boccacio tarafından açıklanıyor. Boccacio, “Gencologia Deorum” (Tanrıların Şeceresi) adlı eserinde, Sicilyada Trapani şehrinin dolaylarındaki bir mağarada keşfolunan tek gözlü dev Polifcmo’nun iskeletinden söz ediyor. Kemiklerin, en azından 910 metre boyundaki bir deve ait olduğunu belirten Boccacio, böylece Agrircntolu Empedokles’in savını destekliyordu. Agrirenytolu Empedokles, M.O. 440 yılında, HomeroG’a dayanarak çok eski zamanlarda Sicilya’da devlerin yaşadığını öne sürmüştü.

Boccacio’dan uçyüz yıl sonra Cizvit bilim adamı Athanasius Kircher de bu kemiklere değiniyor. Aradan yıllar geçince, ünlü kemikler kayboluyor, çağdaş bilim bunlara fil kemikleri etiketini koyup olayı kapatıyor.
Benzer bir olay 1577de İsviçre’de YViUisau’da görülüyor Bir kazı sırasında kocaman bir iskelet bulunuyor Zamanın ünlü anatomi uzmanı Doktor Felix Plater uzun incelemelerden sonra kemiklerin 5.80 m. boyunda tarihöncesi bir adama ait olduklannı açıklıyor. Olayı duyan Göttngen Üniversitesi anatomi profesörü J.F Blumenbach, kemikleri inceledikten sonra bunlann aslında tarihöncesi bir file ait olduğunu kesinlikle açıklıyor.

Ayıu dönemde benzer iskeletler, kemikler tn* giltere’de Gloocester’de ve özellikle Güney Amenkada keşfediliyor.
Güney ve Orta Amerika’da meydana gelen olaylar oldukça ilginçtir; Guatemala’da yaşayan Kişe yerlilerinin kutsal kitabı sayılan Popol Vuh’un aktardığı olayların yanı sıra Meksika fatihi (15191522) İspanyol Heman Cortes’e yerliler tarafından gösterilen, bazdan Cortds tarafından Ispanya Kralına gönderilen dev insan kemikleri bu örneklerdendir.