Her Telden

Astroloji ve Kuantum

Parçacıklar tek tek vakumdan dışarı yükselip kısa bir süre varolurlar, daha sonra diğer parçacıklarla birleşip ya yeni bir şey oluştururlar ya da çıktıkları kaynağa geri dönerler. Fakat bu kısa ömürleri boşuna değildir. Eğer iki temel parçacık buluşup tek vücut olurlarsa, her biri kendi başına varolmaya son verir, fakat oluşturduklan yeni parçacık onlann kütlelerinin özüne sahip olacaktır. Eğer bir nötron dağılırsa onun kütlesi, yükü ve dönmesi, elektron, proton ve sonuçta oluşan antinötrino içinde olduğu gibi korunur. Meydana gelen her kuantum olayı izini, “ayak izlerini zamanın kumları üzerine” bırakır.

Aynı şekilde, bir model ya da bütünün (bir grup, bir kurum, bir millet) devamlılığını ilgilendiğimiz nesne olarak alırsak, parçaların bireyselliğinin geçici hali bütün içinde fark edilmez ya da en azından ana meselenin yanında yer alır.

Beden hücrelerimin binlercesi her gün tek tek ölüyor fakat onların yerine diğerleri geçiyor ve bedenim eskisi gibi olmaya deVam ediyor. Okulda oğlumun sınıfındaki birçok çocuk büyüyüp okuldan aynlacak ama okulun ana sınıfı olmaya devam edecek. Gelecek bahara, bu yıl olduğu gibi san fulyalar topraktan yine fışkınp bahçeyi süsleyecekler. Daha geniş ölçekte düşünürsek nüfusu tamamıyla değişse de şehirleri doğup batsa da daima bir Ingiltere olacaktır; eğer İngiltere olmazsa en azından milletler olacak, eğer milletler olmazsa bir gezegen, eğer bu gezegen olmazsa en azından yıldızlar etrafında yörünge çizen daha büyük topluluklar olacaktır. Bu bakış açısıyla bazı modeller daima kalıcı olacaktır.

Fakat biz insanlar, günlük yaşamımız içinde ve kendi özel geçmişlerimiz açısından kendimizi ne çok küçük ne de çok büyük ölçekte görürüz. Biz kendimizi, ailemizin, okulumuzun, milletimizin, yıldızımızın biz göçüp gittikten sonra da devam edeceği düşüncesiyle avuturuz. Bu gidişat, yani sonumuzun kaçınılmazlığı yaşamımızın hiçbir gününde bizi rahat bırakmaz. Bu, kimileri için yaptıkları her şeyin üzerine düşen bir gölge, bazılan için de tüm anlam ve değeri ortadan kaldıran bir ürküntüdür. Bu gölgeden kaçabilmek, bu ürküntüyü yadsıyabilmek, bu sonu aşabilmek için çoğumuz bir çeşit kişisel ölümsüzlüğe (deneyleyen ve düşünen varlıklar olarak hayatta kalmaya) ya inanır ya da bunun olmasını umanz. Fakat böyle bir umut beslemek için elimizde herhangi bir gerekçe var mı?
Geleneksel olarak, herhangi bir ölümsüzlük beklentisi, bedenden bağımsız olup onun ölümünü aşan kişisel, ölümsüz ruh inancına ya da aşkın bir tannnın varlığına borçlu olunan uzak bir ufukta bir çeşit bedensel yeniden canlanış olduğu inancına dayanır. Bir üçüncü anlayış da bugün bile tin cilerin sevgilisi “gölge adam” ya da “astral beden”dir. Bu bir parça hayaletimsi ve uçucu, ölüm anında kendini fiziksel bedenden ayıran puslu şey, görüntüsünü kim olduğu tanınacak netlikte korur. Bu düşüncelerin her biri, en büyükten en küçük ölçüye dek, modern bilimsel duyarlılığın üzerinde uçuşur.

Mahrem ilişkinin kendisi kuantum koşulları

Her birimiz içimizde taşıdığımız, ruhumuza işlemiş tüm mahrem ilişkilerimizi kuantum hafıza işlemi yoluyla ediniriz. Bu tıpkı dış dünyayla aramızdaki tüm etkileşimi kendi varlığımıza nasıl işliyorsak öyle olur.

Mahrem ilişkinin kendisi kuantum koşullarında bir kişinin dalga fonksiyonuyla diğerininkinin çakışması olarak açıklanır. Fakat bu ilişkinin niteliği ve dinamiği, dalga sistemlerini etkileyebilen birçok değişkene bağlıdır. Örneğin, aynı durumda olan iki insan* farklı durumdaki iki insandan daha uyumlu bir mahrem ilişki yaşayacaklardır. Çünkü kişiliklerinin dalgaları, birbirlerinin üzerine binmiş şekilde, aşağı yukan tam bir uyum içinde örtüşe çeklerdir. Müzik armonileri (ses dalgalarının desenleri) düşünülünce bu durum açıkça görülür.

Eğer aynı anda çalınan iki nota birbirinin aynıysa, aynı durumda oldukları söylenebilirse, sonuç tek ve birleşik bir sestir. Bu, yansıtmalı özdeşliğin uyumlu ilişkisine, yani iki insanın tek bir insan olmasına eşittir.

Eğer çalınan iki nota arasında bir oktav fark varsa, birleşik ses uyumlu olsa da iki farklı notadan ses geldiği çok açıktır. Ayrıca nota ve onun beşlisi, örneğin do ve sol bir uyum sağlayacaklardır. Kombinasyonlar değiştikçe Schoen berg’in müziğine benzer bir noktaya doğru gelişir, daha sonra da basit gürültüye vanrız. Aynı şekilde ilişkinin niteliği ilişki içindeki insanlann zemin durumuna bağlıdır.

D.H. Lawrence ile eşi, örneğin, söylendiğine göre ayrılmaz birlik olmalanna rağmen, yaşadıklan yakın ilişki bazen onlara cehennem azabı yaşatırmış, öte yandan Robert ve Eli zabeth Browning birbirlerini hemen hemen her yönden tamamlarlarmış.

Aynı şekilde; mahrem ilişki yaşayan insanlar yansıtmalı özdeşlikte olduğu gibi, birbirlerinin karakter özelliklerini paylaşırlar ya da bu özellikleri değiş tokuş edip rol değiştirirler. Bu ikinci durum, kuantum titreşim fenomenindeki, her biri kendine özgü bir titreşime sahip çiftleşmiş kuantum sistemlerinin (ya da aynı bölgeyi paylaşmayan kuantum sistemlerinin) aniden titreşim değiş tokuşunda bulunmalarıyla açıklanabilir.

fal bak

Mutluluk Felsefesi

Sonuçta cömertlik bir verme alma eylemi olsa bile, ekonomik bir bağlantı olarak görülmemelidir. “Ben şu kadar verdim,” şeklinde ifade edilen bir niceliğe dönüşmemelidir cömertlik. “Gerekli ve mümkün olan budur; adil ve insanca olan budur” şeklinde ifade edilen nitelik unutulmamalıdır. Yürek için önemli olan nicelik değildir. Gerçek ihtiyaçlar eldeki kaynaklan ve fırsatları aştığı zaman suç yüzünü göstermeye başlayabilir. Bazen ilgi ve özen gerektiren meseleler insanı yıldıracak kadar zorlu çıktığında umutsuzluk ve hayal kırıklığı devreye girer.

Verdiklerinin gerçekten muhtaç insanlara gittiğinden emin olamadıklannda ya da verdiklerinin bürokrasi çarkları arasında kaybolup gideceğinden şüphe duyduklannda, vermeye gerçekten niyetli olan insanlar bile vermekten vazgeçiyorlar. Piyasa tüketim çarkının durmaması için cömertliği tanımlamaya çalışırken gerçek niyetleri ve amaçları da ticari birer meta haline getirmektedir. Bir otomobil ya da mobilya alırken cebimizden hiç para çıkmasına gerek kalmayabilir. Ancak bu piyasa cömertliği ne yazık ki gerçek cömertliğe uygulanmamaktadır. Hayatta kalma mücadelesi veren çiftçiler, dul anneler ya da girişimci küçük esnaf için sıfır faizli mikro kredi fırsatlan yaratıldığını görmüyoruz genelde.

Tüketici verdiğinin karşılığını hemen görmek ister ki bunu cömert eylemlere uygulamak doğru değildir kanımızca. Oysa Rahibe Teresa’ nın bize öğrettiği gibi, önemli olan ne kadar verdiğiniz değil, verirken buna ne kadar sevgi kattığmızdır. Bir fark yaratma niyetiyle girişilen her verme eylemi, bağışta bulunulan miktardan çok daha üretken sonuçlar doğurabilmektedir. Paranın önemli olmadığını söylemek doğru olmaz elbette. Ancak paranın, yüreğin önceliklerine hizmet etmesi gerektiğini de unutmamak gerekir.

Bir çift olarak cömertliğin hayatı değiştirebildiğini gördük. Çünkü cömertlik “vermek” ten çok daha fazlasıdır. İnançlarımızı sarsmaya yönelik en ciddi ve inatçı zorlukları aşmak için cömertliğin işleyişine her zamankinden daha çok güvenmek zorunda kaldığımızı fark ettik. Cömertliği her yönüyle kavramanın ancak deneme yanılma yoluyla gerçekleşebileceğini gördük. Ancak cömertliği, verirken alınan büyük bir kaynak olarak görmeyi başardığımız zaman gerçek bir sanat olduğunu anlayabildik.

Tılsımların Uşağı

Hafıza Kordonu

Birbirinin ardılı olan benlikleri birbirine bağlayan hafıza imgesini, beynin bugünkü beyin durumlannı kaydetme ve ertesi gün bize geri gösterme olanağını düşünürsek, zaman içinde benliğin kapsamında çok az töz olduğunu görürüz. Fakat benlik ve hafızayla ilgili tüm bu görüşler ve birbirinin ardılı olan benlikleri zaman topu içinde ateşlenen birçok parçacık gibi gören anlayışlar Mewtoncudur ve birbirinden çok kopuktur (Şekil 8.3). Bu, benlikle onun beyni arasındaki bağlantıyı klasik anlamda (dolayısıyla indirgemeci) kurmaya çalışanların tutunacağı tek görüştür. Fakat benliğe kuantum bakış açısından ve hafızanın kuantum temelinde anlaşılması söz konusu portreyi kökten değiştirir.

Kuantum benlik ve onun kuantum hafıza dediğim hafızayla ilişkisine kafa yorarken, benliklerin bilincin zemininden (bizim Bose Einstein yoğunluğumuz) çeşitli bilgilerle beslenmeleri sonucunda ortaya çıkmalarını gösteren diyagramı hatırlamamız yararlı olacaktır.

Diyagramın “Bilincin Şimdiki Durumu” diye adlandınl mış kısmı, herhangi bir andaki bilinci temsil eder. Bilinç “şimdi” olduğu gibidir. Psikologlara göre “şimdi” (William James’in ‘sahte şimdi’si) en fazla on iki saniyeye kadar geçen zaman dilimidir ve farkındalığımızın bir birleşik bütün olarak hazmedebileceği deneyimin genişliğini temsil eder.

Kuantum benliğe göre “şimdi”, hali hazırda varolan (fakat düzensiz değişen) alt benlikler “şimdi”den önce olduğumuz benlikler ve dış dünyadan gelen çeşitli girdilerin (yeni deneyimler) her biri bilinç zemininde (Bose Einstein yoğunluğu) kendi dalga desenini vücuda getirir bileşimidir. An be an fal bakma gibi temellenen kişisel kimlik, tüm bunlann yoğunluk üzerinde neden oldukları halkacık ve desenlerin bir biri içine geçmiş dalga fonksiyonları tarafından biçimlenir (düşüncelerimiz, duygularımız, anılanmız, hislerimiz vs.

“Şimdi,” geçmiş içinde yok olup giderken o zaman ben olan benlik, beynin uzlaşımsal hafıza sistemine “geçmişte bir anı ” olarak kaydedilir. Kindisi yeni bir dizi nöron yolu oluşturup karşılığında yoğunluk içindeki enerjileri geri beslemeye başlar. Bu, hafızanın Parfit ve diğer filozoflarca da sözü edilen bildik anlamıdır. Fakat kuantumcu görüşe göre, bir an önce ben olan benlik her yeni deneyimin sonucunda oluşan yeni dalga fonksiyonlarının kendi dalga fonksiyonuyla çakışması yüzünden, aynı zamanda hem bir sonraki “şimdi” hem de gelecek benliğimle bağlantılıdır.

Yani ben olan her bir benlik, anbean bir sonraki ana alınıp orada hem uzlaşımsal anlamdaki hafızanın eski anılarıyla (bunlar sürekli olarak yoğunlukta saklanır) hem de yeni deneyimlerle birbirine bağlanır. Geçmişle şimdi arasındaki bu bitmeyen diyaloğun dinamiği, yeni bir kuantum sistemi biçimlendirmek için dalga fonksiyonlarının iç içe geçtiği iki temel parçacığın dinamiğine çok benzer. Sadece bu durumda biçimlenen şey yeni bir kuantum benliktir.

fal bak

Fonksiyonel bütünlüğü simgeleyen şey türlerin sayımıdır

Eğer beyni ikiye ayrılmış bir deneğe sol görsel alanı içinde bir nesne sunulursa bu taraf artık sol yarım küredeki konuşma merkeziyle bağlantı içinde değildir çok kesin bir şekilde hiçbir şey görmediğini ileri sürecektir. Her iki eline birbirinin eşi iki nesne verildiğinde, bunlann birbirinin eşi olduğunu söyleyemeyecektir; elleri arasındaki nesneyi tutması istendiğinde, iki eli arasında halat çekme oyununa benzer bir çekişme başlayacaktır, çünkü her bir yarım küre verilen emri ayrı ayrı yerine getirmeye çalışacaktır.

îki beynin yaratılması iki benliğin yaratılmasına neden olur. Her birinin kendisine ait özel bilgi kaynakları vardır ve kendi amaçlanna göre harekete geçerler. Belki de en çarpıcı olanı bu iki benliğin daha sonra deneysel kısıtlamalar kaldırıldığında yeniden birleşerek uyumlu bir benlik oluşturmasıdır. Birbirinden aynlan iki yarım küreyi birbirine ikincil derecede bağlayan beyin kökü mevcuttur. Görsel uyarım bölgelerinin yapay ayrılması durumunun dışında her nasılsa yanm küreler birbiriyle uyumlu bir performans gösterirler.

Bu ikiye bölünmüş beyin araştırmasından ortaya çıkan şey, bir benliğin iki benliğe bölünüp daha sonra doğru şartlar altında yeniden birbirine eklenebilmesinin mümkün oluşudur. * Bir kişi şimdi bir kişiyken iki ve daha sonra tekrar bir kişi oluyor. Bu gerçeklerin kişisel kimlik sorunsalı üzerinde önemli içerimleri vardır ve bunlar bizim kendi kişiliğimizin anlamıyla ilgili kavramlarımızı yeniden gözden geçirmemizi sağlamalıdır.

Bu gerçekler, bazı filozofların benliği tamamıyla beynin mekaniğine indirgemeleri için ihtiyaç duydukları kanıtı sağlar, fakat başından beri sözünü ettiğimiz benlik, değişik beyin du-rumlannın varoluşu ve devamlılığıdır.
İkiye bölünmüş beyin vakalannın gösterdiği üzere, aşın durumlarda benlik gerçekten de iki alt benliğin eşgüdümün Bu testler sağ ve sol görsel alanların yapay olarak ayrılmasına dayanır, böylece normal göz hareketleri beynin bilgi koordinasyonunda yardımcı olmaz.

Yani bizim zihin olarak düşündüğümüz, sıradan insanlardaki birlik, Thomas Nagefl in şu sözlerine yansır: “Fonksiyonel bütünlüğü simgeleyen şey türlerin sayımıdır.

fal bak

Varoluşun ilk seviyesi

Böyle söyleyerek, bilincin ya da zihinselin, varoluşun ilk seviyesinde, aktif ilişki örneği, dalga/parçacık ikiliğinin dalga tarafı olduğunu ileri sürüyorum. Tıpkı bu daha anlaşılır bir şey yaşamın fiziksel tarafının ikiliğin parçacık tarafından kaynaklanması gibi. Bilincin ilişki olarak bu temel tanımı, bilincin tüm seviyelerine ve derecelerine uygulanıp olumlu sonuç alınabilir.

Bizim anladığımız ve beynimizden kaynaklanan bilinç seviyesindeki kuantum “ilişkisel holizmi”, beyindeki nöron hücrelerinin çeperlerindeki yüklü protein ya da yağ moleküllerinin titremesiyle yaratılan güçlü elektromanyetik alandaki dalga korelasyonlarından doğuyor olabilir. Onların bu ilişkisi bir çeşit Fröhlich tarzı BoseEinstein yoğunluğu* oluşturabilir ve bu da dünyada olabilecek en yüksek düzenle ilişki biçimi.

Bu, canlı hücrede bulunan cinsten bir BoseEinstein yoğunluğudur.

İlişkilerin bu durumu, bilincin birliğinin, duygu ve algılannın yazılı olduğu “karatahta “nın doğuşuna neden olur.
Bilinci bu yoldan görmenin ilginç yanı, insanın genel şeyler planındaki yeriyle ilgili önemli bir şey söylemesidir. İnsan beynindeki dalga düzenlerinin korelasyonuyla, basit bir kuantum sistemindeki iki proton ya da elektronun dalga yönleri arasındaki korelasyon aynıdır. Çok önemli bir anlamda, bilincimiz temel kuantum parçacıkları arasındaki ilişkinin büyük ölçekte yazılmış halidir.

fal bak

İnsan bilincinin kuantum mekaniğine özgü doğası

Yani insan bilincinin kuantum mekaniğine özgü doğasını anlayarak (bilinci bir kuantum dalga fenomeni olarak görmek) zihinsel yaşamımızın kökenini geriye, onun parçacık fiziğindeki köklerine dek izleyebiliriz; bu tıpkı fiziksel varlığımızın kökenini araştırmak gibidir. İnsandaki zihin/beden (zihin/beyin) ikiliği, tüm bu sorunsalın altında yatan dalga/parçacık ikiliğinin bir yansımasıdır. Böylece insan kozmik varlığın ufak bir mikrokozmosudur:
Hepimizin temel varlığında aynı şey vardır ve evrendeki her şeyi açıklayan tek bir dinamikle birleşmişizdir.

Evrenin de bizimle aynı hamurdan yapılmış ve aynı dinamiklerle bir arada tutuluyor olması, bu oluşun büyüklüğüdür.
Bilinci, kuantum dalga mekaniği tarafından mümkün kılınmış bir çeşit yaratıcı ilişki olarak yorumladığımızda, hem bilincin hem de beynimizde olduğu gibi maddeyle olan ilişkisinin anlaşılmasında birçok şey yerli yerine oturur.
En önemlisi, eğer materyalizmle ve onun indirgeyici düşünce yapısıyla savaşmak istiyorsak, bu içgörü zihnin sadece beynin işleyişinin bir yan ürünü olmadığı konusunda tartışmamızı sürdürmemize izin verir.

Nasıl dalga fonksiyonları birbiri içine geçmiş iki elektron bağıntısı tek bir elektrona indirgenemezse, bilincin BoseEinstein yoğunluğunu oluşturan dalgaların bağıntısı da titreşen moleküllerin tek tek gösterdikleri eyleme indirgenemez.

Yoğunluk kendi içinde bir şeydir, bileşenlerinin sahip olmadığı özellik ve niteliklere sahip olan yeni bir şeydir.

fal bak

İki şey bir üçüncüsü olmadan başarılı bir şekilde birleşemez

İki şey bir üçüncüsü olmadan başanlı bir şekilde birleşemez; aralarında birbirlerini çeken bir bağ olması gerekir. Bütün bağlar içinde en iyi olanı kendini ve bağladığı tarafları tam anlamıyla bir birlik içine getirebilendir.

Şölen’de de birbirine âşık olan iki insan için benzer bir yorum yapmıştır. Böyle bir durumda artık sadece seven ve sevilen yok, bir de aralarındaki aşk vardır der. Martin Buber, buna, “aradaki”, ben’le sen’i bir arada bensen yapan bağlayıcı güç, der.

Özellikle aşk, ilişkisel holizm için çok uygun bir örnek, ama bu fikri daha anlaşılır kılacak başka benzetmeler de yapılabilir. Örneğin satranç oyununu düşünün. Onun “molekülleri, onun “beyin maddesi”, satranç tahtası ve otuz iki adet piyondur. Ancak satrancın kendisi bu oyulmuş tahta parçalanndan ibaret değildir. Oyun değişen kurallar ve ilişkiler desenidir. Bu ilişkiler, piyonlar ve onlan hareket ettiren oyuncular arasında, oyuncuların hesaplamaları ve psikolojileri arasındadır ve tüm bunlar da oyunun gerçek mekaniğine bir anlam verir.

Ya da tüm sanat ve anlam sorununun kaynaklandığı Van Gogh’un bir çift köylü ayakkabısı tablosunu düşünün. Tablonun altındaki tuval ve üzerine yayılmış boya lekeleri onun oluştuğu temel malzemedir, fakat ne her baktığımızda bizi yeniden hayrete düşüren sanat eseri, ne de Van Gogh’un amaç, niyet ve yaşam öyküsü bunlara indirgenebilir. Tablo kendi içinde bir şeydir, daha önce hiç açığa çıkmamış şeyi işleyen bir bütündür. Ve bu bütünü, ayakkabıları ve onlan giyen köylüyü onun emeğini ve bu emeğin verildiği toprağı, toprağın ve yeryüzünün bizim için temsil ettiği her şeyi bir araya getirerek (birbirine bağlayarak) yaratır.

Alman Filozof Martin Heidegger estetik üzerine yazdığı denemede tüm bu bütünlük, hakikat ve varlık m açığa çıkışı arasında bir ilinti kurar:

Van Gogh’un tablosunda hakikat tezahür eder. Bu bir şeyin doğru bir şekilde portre edilmesi demek değildir, daha ziyade ayakkabılann malzeme olarak varlığının ifşası, bir bütün olarak açığa vurulmasıdır.
Ve bu açığa vurulmanın özü Varlık’ın kendisine aittir.

fal bak

Modern akıl yürütme şeklimiz

Modern akıl yürütme şeklimiz, en azından son 300 yılın fiziğinden destek gören (kıskacından kurtulamadığımız bu derin kültürel koşullanma olan) zihin/beden ya da ruh/beden ikilemini üzerinden atmak isteyebilir. 17. yüzyılda Descartes kütle ve maddeyle ilgili yeni mekanik kavramlara dayanarak güçlü üslubuna, ikicilik getirdiğinden beri, ardından gelen filozoflar olası bir alternatif ortaya atabilmek için çok çabalamışlardır. Sıradan insanlar da aynı sorundan muzdariptiler. Temelde Newtoncu olan günlük yaşamımızdaki madde anlayışına ve dolayısıyla bedenin ne olduğu sorunsalına bakarsak, bunlann zihinlerimiz gibi olabileceklerini gösterir açık ve net hiçbir yol yoktur.
Wewtoncu fizik maddenin “temel, hareketsiz, şekilsiz ve külçe”4 halinde bir şey olduğuna inanan eski Flatoncu ve Hıristiyan anlayışı alıp onu önemli ölçüde keskinleştirdi.

Madde ağırlığı ve uzantısı olan bir şeydi. Temelde atomdan yapılmıştır ve tıpkı bilardo toplan gibi davranan ufak cisimcikler içerirdi: Fakat katıydı, başka bir maddeyi dokunarak etkilerdi ve geçmişten en önemli kopuş olarak, tamamıyla zihinsizdi.

Maddenin ne amacı ne de niyeti vardı: Eski atomist Yunan filozoflannın söylediklerinin tersine, arzu, yaşam ya da ruh atomları yoktu. Ve 17. yüzyılın yeni fiziğinin yaşamın tinsel ya da psikolojik tarafıyla ilgili söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Fiziksel dünya zihinsel dünyanın karşısında ayrı bir dünya olarak kuruldu ve zihinsellik hiçbir şekilde fiziksel olmayan şey olarak kabul edildi. Bu iki karşıt kategori dizisi iki farklı varoluş alanı tanımlamaktan kaynaklanmıştır ve bu anlayış kendimizi algılayışımızı hâlâ etkiler.

fal bak

Geleceği öngörmek

Penrose’un burada kuantum korelasyonlarıyla önerdiği benzetme, bir grup müzisyenin farklı odalarda aynı armonik sonucu üretmek üzere müzik çalıp kayıt yaptıkları örneğini andırıyor ya da birinci bölümde tartıştığımız kuantum ikizleri olgusunu hatırlatıyor. Bildiğimiz gibi bunlar birbirlerinden habersiz olarak binlerce kilometre uzaklıkta yaşamalarına rağmen tamamıyla benzer yaşamlar sürüyorlardı. Bu kuantum sistemleri, Tarot falı ve beynin her tarafına dağılmış nöronlann birleşik bir bilinçli farkındalık üretmek için ortak çalışmalanna benziyor. Bu gerçi Bohm’un daha önce yaptığı benzetmelere pek katkıda bulunmaz.

Kuantum fiziğin dünyasıyla bizim günlük yaşam gerçekliğini algılayışımız arasında en azından bir iletişim kanalı bulunduğuna dair ilk esaslı kanıt yaklaşık yanm yüzyıl önce bulunmuştur. O dönemde retina üzerinde çalışma yapan biyofizikçiler, insan beynindeki sinir hücrelerinin tek bir fotonun emilimini (tek bir elektronun atom içerisinde bir enerji durumundan bir diğerine geçişini yansıtarak) kaydedecek hassasiyette olduklannı keşfettiler. Ve bu hassasiyet indeterminizm ve yerel olmayan etkiler de dahil, kuantum seviyesindeki tüm garip davranışlardan etkilenecek derecededir.

Daha sonraki deneyler kuantumun bu belirsizliğinin, beynin sinir birleşme noktalarını (nöron snapslan) çevreleyen kimyasal konsantreler içinde rasgele varyasyonlar biçimindeki işleyişinden ileri geldiğini kanıtladı. Bu konsantreler hangi nöronda ‘ateşleme’, yani diğer nöronlarla elektriksel temas yapılacağını belirlerler ve çok hafif, belli belirsiz, kuantum seviyesi varyasyonları bile ateşleme potansiyellerini etkileyebilir. Aslında, nöronlann ateşleme seviyeleri, tıpkı diğer kuantum işlemlerinde olduğu gibi, belli bir statik kanuna göre belirlenir. Beynin 110 nöronundan 107 sinin herhangi bir anda bir Kuantum seviyesi fenomenini KaydedeceK hassasiyette olduğuna inanılıyor. Ancak, teK teK nöronlann ateşleme yapmalın, beyin bilinçli eylemlerini yaparKen gösterdiği KarmaşıK işlemleri açıKlamada hâlâ peK yeterli değildir.

1960 yılında Ninian Marshalltelepati ve hafıza üzerine yazdığı bir eserde, bilince Kuantum meKağe uygun şeKilde yaklaşmanın önemi üzerinde durmuştur.5 Marshall, KlasiK fiziğin determinist yasalarının, düşünce yöntemlerinin serbestçe oyun oynamalanna, özgür irade ya da niyete Ki bunlann hepsini biz bilincin birer özelliği olaraK Kabul ediyoruz hiç yer bırakmadığını ileri sürer. KlasiK fiziğin determinist Kanunlanna boyun eğen hiçbir fiziksel beyin mekanizması düşünce ya da irade özgürlüğüne ya da bunların ardından gelebilecek serbest eylem gösterme yeteneğine sahip değildir.

fal bak

Doğa üstü güçler

Aşağı yukarı buna çok benzer bir sav da daha yakın bir geçmişte Rus Fizikçi Yuri Orlov tarafından ileri sürülmüştür. Her çeşit şüphe, çözümleme ya da yaratıcı düşünce, kuantum indeterminizmi ve üst üste bildirilmiş olasılık durumlarının (sanal durumlar) beynin bilinçteki henüz olgunlaşmamış fal bak ve tüm potansiyele örneğin birçok değişik olasılığı aynı anda görebilme yeteneğimiz gibi açıklığında bir rol oynadıklarını ileri sürmüştür:

Tanımlanmış olan mekanizma (kuantum iııdetenninizmi) yaratıcı düşünceyi anlamamızda bize bir anahtar işlevi görür; özellikle birisi “gerçekte neyin var olmadığını” söylediği ya da tasvir ettiğinde. Bizce, bu insan potansiyel olarak birçok versiyonu aynı anda “görür” fakat bunlann hiçbirini tamamıyla anlayamaz ve sonunda içlerinden biri serbest seçimin bir sonucu olarak ortaya çıkar (gerçekleşir).

Aynı anda birçok değişik olasılıkla oynamak bize sanal durumları tartışırken sözünü ettiğimiz kuantumun zilli kızından miras kalmıştır. Nasıl ki o serbest aşkın sonunda birine bağlanmak zorunda kalmışsa, bizim de serbest düşünce ve hayal gücü oyunumuz bir noktada yerini oturmuş bir fikre bırakmalıdır. Verilen bir dizi kuantum olasılığından ancak bir tanesi “gerçek dünya”da varolabilir, fakat bu bir tanesi gerçekleşinceye kadar kuantum dünyası bize oldukça keyifli anlar yaşatır.

Fakat Penrose, Marshall ve Orlov’un ileri sürdüğü gibi, bilincin fiziksel temeli, tüm ima ettiği özgürlükle beraber bir çeşit kuantum mekaniksel fenomen ise çok büyük bir kısmı henüz açıklanmamış demektir. Örneğin, bu nasıl bir kuantum işlemi olabilir ve beynin hangi özellikleri bunu sağlayabilir?

fal bak