DÜNYA’DA KAHVE VE KAHVE FALI

Bir fincan kahvenin hikayesi…

“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” demiş atalarımız. Atasözlerimizde yaşayan kahvenin kültürümüzde her zaman çok önemli bir yeri oldu. îlk kez Arap Yarımadasında görülen kahve; kervanlar ve ticaret yolları aracılığıyla önce Osmanlı’ya, sonra dünyaya yayılmış. 10. yüzyıldan günümüze kadar uzanan yolculuğunda ise tüm dünya halklarının vazgeçilmez tutkusu olmuş.

Yemen’den Mekke’ye ve Medine’ye yayılan kahve, 15. Yüzyıl’m sonunda İslam gezginlerince Türkiye’ye, İran’a, Mısır’a; dolayısıyla İslam dünyasına ulaştı.

Dervişler
15. Yüzyıl başlarında dervişler tarafından ilgi görmeye başladı. Tasavvuf Kültürü’nde ilgi görmesinin en önemli nedeni, içerdiği kafein maddesinin zihni açık tutması ve uyku giderici olmasıydı. Bu nedenle Kahve falı Mistisizm’le uğraşanların tercih ettiği bir içecek olarak ortaya çıkmıştı.

Arap Yarımadası’nda Kahve

Kahvenin kökenine yönelik ulaştığımız bulgular arasında en kesin olanı, kahvenin elde edildiği ağaç olan “Coffea Arabica ”nın Etyopya’da (bugünkü Habeşistan’da) yetiştiğidir. Diğer ağaç çeşitleri “Coffearubusta” ve “Liberica” ise Afrika’da yetişmiştir. Etyopya’da pek az olan kahve üretimi, bu ağaçların Yemen’de yetiştirilmesi . sayesinde çoğalmıştır.

Bir rivayete göre ise, kahveyi ilk bulan Şazali Tari katı’nın lideri Şeyh Ömer’in, hayvanlarını otlatırken, onların bir otu ve tohumlarını yedikten sonra daha canlı olduklarını farkettiği rivayet edilir. Kendisi de bu otun tohumlarını suda kaynatıp içmiş ve zindeleştiğini fark etmiş.

Paris Milli Kütüphanesi‘nde bulunan Abdel Kadr’ın ına göre de kahve, 1450 yıllarında Yemen’de tanınmaya ve yetiştirilmeye başlandı.

Elde edilen bir başka bilgi ise çok daha farklı; kahveyi şifa amacıyla içecek olarak ilk kullanan Hz. Süleyman’dır. Ayrıca 10. Yüzyıl’da Arap doktoru olan Rhazes’ın da kahveyi şifa için kullandığı, ileri sürülen bilgiler arasında.
Arap ülkelerinde kahvenin sınır dışına çıkması şartlara bağlıydı. Kahve sıcak sudan geçirilir ya da ezilir, böylece Arabistan dışında üretilmesi engellenirdi. Elbette ihracatın başlamasıyla bu kural da ortadan kalktı.

Kahveyi fırınlama tekniği ise 13. Yüzyıl’da uygulanmaya başlandı. Hac ve kervan yollarında yaygınlaşması sayesinde, kahvenin İslam dünyasında kısa süre içinde tanınıp sevilmesi engellenemedi.

1511 de Mekke’de yasaklanan kahvenin, buradan Kahire’ye ulaşması ve Şam üzerinden Hicaz bağlantısını sağlayan Osmanlı kervanlarıyla Anadolu kentlerine kadar yayılması da önlenemedi.

Osmanlı’da Kahve

Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu’na nasıl geldiği tam olarak bilinmese de, tarihçilere göre 1519 yılında I. Selim’in Mısır seferinden sonra İstanbul’a geldiği söylenmektedir. Bazı kayıtlarda ise, Nakşi ve Mevlevi dervişlerince Mısır kültürünün tanıtılmasıyla Osmanlı’ya ulaştığı belirtiliyor.

İstanbul’a kahveyi ilk getirenler Halepli Hakem ile Şamlı Şems adında iki arkadaştır. Bu kişiler, Tahtakale’deki (Eminönü) seyyar tezgahlarda kahve pişirerek esnafa satarlardı. Daha sonra dükkan tutarak bu konudaki öncülükleri
0 ni sürdürdüler. Dükkanda içilen kahveye “Siyah inci” adı verilmişti.

Başlangıçta gelir düzeyi yüksek, okur yazar, aydın kesimlerde içiliyordu kahve… Zamanla tüm İstanbul’da hızla yayıldı, dolayısıyla birbiri ardına kahvehaneler açıldı. Kahvehane kültürünün toplumsal özelliği böylelikle ortaya çıkmaya başlamıştı.

Evliya Çelebi’ye göre 17. Yüzyıl’da İstanbul’da 55 kahve dükkanı, 300 kahve deposu vardı. Kahve ticaretinde Mısır tüccarları rakipsizdi. 17. Yüzyıl’da kahve ticaret yollarında çıkarılan engeller bu içeceğin pahalılanmasına neden olmuştu.

Kahve falı ve Kahveye konan yasaklar ise vergilendirilmesini sağladı. Aşırı tüketime karşı Yeniçeriler’in bulduğu yöntem ilginçti; Eminönü’ndeki fırınlama tesislerinde kahveye nohut benzeri bakliyat karıştırdılar. Bunun üzerine Mısır Çarşısı esnafı kahve tüketimine denetim getirdi. Bu gelişmelerin sonucunda, 18. ve 19. Yüzyıl’da, kahve ticareti tüccarlardan büyük şirketlere geçti. Kahve çılgınlığı İstanbul’dan Avrupa’ya yayıldı.

Kahve falı
Kahve falı

fal bakma sundu….

Bir önceki yazımız olan DİŞİ KEÇİ’NİN KALBİ başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment