Kahinlik

Fahreddin erRâzî’ye (ö. 606/1210) göre , kâhinlik iki kısımdır: Birincisi, bazı insanların yaratılıştan sahip oldukları kişisel özelliklerinden dolayıdır ve bu durum çalışmakla olamaz. İkincisi ise, cin ve şeytanlarla temasa geçmek ve doğru yoldan sapmakla edinilen kehânettir. Bazı İslâm bilginlerine göre kâhinlik insan nefsinin özelliklerindendir. Çünkü insan nefsi beşeriyetten sıyrılarak, kendisinden yüksek olan ruhanîyetle yükselmeye müsaittir. Nitekim Mes’udî (ö. 345/956) Hattâbî (ö. 388/998) ve İbn Hâl dun (ö. 780/1378) gibi İslâm âlimleri bu görüşü paylaşmışlardır.

Bazı kimselerin fıtratlarında bu duyuya ait meleke mevcuttur. Hatta bazı medyumlar da böyle bir ruhî melekeye sahip olarak yaratılmışlardır. Onlar da kendi cehd ve gayretleriyle, Cenabı Hakkın fıtratlarına yerleştirdiği bu melekeyi çalıştırır ve istikbale ait bazı meseleleri hissedebilirler. Ancak bunların hiçbiri, mutlak gaybı bilmek değildir. Mutlak gaybı bilmek, Allah’a mahsustur. Peygamberlerin, velilerin ve medyumların bildikleri ise, mutlak gayba göre oldukça sınırlı ve mahduddur. Ve yine, bu da ancak Allâmü’lGuyûb’un bildirmesiyledir. Yoksa normal şartlarda ve beşeri ölçüler dahilinde, gaybı bilmek, maziyi ve istikbali, hadiseleriyle ihata etmek imkânsızdır.

Burada şu hususun belirtilmesi gerekir: Peygamberler bir an için beşeriyetten sıyrılarak ruhanîyet derecesine yükselirler. Ancak onların bu beşeriyetten sıyrılıp ruhanîyete ulaşmalan kendi çalışmaları sayesinde elde edilmiş değildir. Beşerin tabiatında ise, cismânilikten kısmen sıyrılıp ruhanîyete ve melekiyete yükselme istidadı bulunduğundan, bazı insanlann nefis ve ruhları da istedikleri vakit ten ile ilişikli olan iş ve hâllerden sıynlarak tabiî istidatlan ile manevî âlemlere dalabilirler. Bu sınıf insanlar ancak diğer bazı teknik vasıtalar yardımıyla maddîlikten sıynla bilirler. Onlar, peygamberlerin yapabilecekleri büyük harikaları yapmakta aciz oldukları için, sadece his ve hayal ile bilinen bazı küçük cüz’i işlere ve bu gibi vasıtalann yardımına başvururlar. Şeffaf cisimlere ve hayvan kemiklerine veya rastgele çıkagelen kuşa ve hayvana devamlı ve dikkatlice bakarak veya vezinli ve kafiyeli sözler icat ederek kendilerinden geçerler, istidatları nis betinde gaybî âlemlere ulaşarak bazı bilgileri başkalanna haber verirler. İnsanların tabiatında bulunan bu kuvvete, kehânet veya kâhinlik; bu istidat sahibine de kâhin denir. Bazıları müneccim ve tabibe de kâhin demişlerdir.

Kâhine, yaptığı kehâneti karşılığında “hülvan” adı verilen bedel verilirdi. Bu herkes için değişen bir miktardı. Kâhine bir bedel verilmezse haberinin doğru çıkmadığına inanılırdı. Çünkü kâhine verilen ona değil, haberi kâhine bildiren cine vb. verilmiş sayılırdı. İslâm, kehâneti yasak ettiği gibi hülvanı da kaldırmıştır .

Kehânet kâinattaki sırlara vakıf olduğunu iddia ederek, tabiî hadiselerden geleceğe dair işaretler çıkarıp gaybdan haber vermek, cinlerin ve nesnelerin isim, konum ve durumlarını esas alarak kaybolan eşyanın yerini bildirme gibi şeyleri haber vermek demektir. Kâhin, kendisinin cinden bir dostu olduğunu ve kendisine ileride olacak hâdiseleri haber verdiğini iddia eden kimsedir. Kehânette kâinattan geleceğe ait haber vermek ve esrarı bildiğini iddia etmek esastır. Kâhinlerde hayal kuvveti son derece işlek olur. Çünkü hayal cüz’i olan şeyleri bilmenin alet ve vasıtasıdır. Hayal, uyku ile uyanık hâllerde cüz’iyata nüfuz eder. Bunun bir sonucu olarak muhayyile kâhin için bir ayna hizmetini görür. Kâhinin ilhamı şeytandan geldiği için o, aklî olan şeyleri anlamakta kemal derecesine erişemez. Kâhinlerin en belirgin vasıfları, aşağı derecede olan gaybî âleme ulaşmalarını sağlasın diye vezinli ve secili sözleri icat etmektir ki, eseci’, “cin sesi, an vızıltısı deve homurtusu” mânâlarına gelir ve kâhin bu sesler arasında kontak kurarak secili sözleri okumaya başlar. Bu hareketin bir sonucu olarak kalplerine bir şeyler doğar. Kâhinler bu yabancı vasıtalar yardımı ile diline geleni söyler, bazen doğru söylediği gibi çoğunlukla da yalan söyler. Sözlerine inanılmaz.

Çoğu kez gaybdan haber aldıklarını sanarak zan ve tahminlere dalar, süslü sözlerle insanları aldatırlar. Allah’ın Elçisi (saliallâhu aleyhi ve sellem) bu gibiler hakkında “Bu kâhinlerin vezinli ve kafiyeli sözleridir.” demiştir. Yani “Min sec’i’lKühhan” buyurmakla bu vezinli sözleri kendilerine aittir demiş ve bu tarzı yasaklamıştır. Yine Hz. Peygamber (saliallâhu aleyhi ve sellem) kâhin olarak tanınan İbn Sayyad’ın hâlini anlamak ve onu sınamak üzere: “Bu iş sana nasıl geliyor? diye sormuş, İbn Sayyad “Elde ettiklerim bazen doğru, bazen yalan oluyor.” diye cevap verdiğinde, Hz. Peygamber (saliallâhu aleyhi ve sellem) “Senin bu işin karışıktır, peygamberliğe ise asla yalan karışmaz”, demiştir. Çünkü peygamberlik başkalan tarafından yol gösterilmeden ve herhangi bir yabancının yardımına başvurmadan sırf Allah’ın bir ihsanı olarak peygamberin zatının manevî ve ruhanî âlemlerle münasebete geçmesidir.

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri, kâhinlerin, başta meşhur Şık ve Satîh olarak, ruhânî ve cin vasıtasıyla gaybdan haber veren ve şimdi medyum denilen, mütevatir sahih bir rivayetle Peygamberin (Aleyhissalâtü Vesselâm) geleceğine ve Fars devletini kaldıracağına açık bir surette haber verdikleri ve şüphe kaldırmaz bir tarzda, yakında bir Peygamberin Hicaz’da zuhurunu mükerrer söylediklerini; ârifi billâh kısmından, Peygamberin (Aleyhissalâtü Vesselâm) cedlerinden Kâ’b İbni Lüeyy ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf ibni Zîyezen ve Tübba’ gibi çok âriflerin, o zamanın evliyaları, pek açık bir şekilde, Muhammed’İn (Aleyhissalâtü Vesselâm) risaletinden haber verip şiirlerle ilân ettiklerini bildirir. On Dokuzuncu Mektup’ta, ehemmiyetli ve kat’î bir kısmı yazılmış. Hattâ o padişahlardan birisi demiş: “Ben Muhammed’e (Aleyhissalâtü Vesselâm) hizmetkâr olmayı, bu saltanata tercih ederim.” Birisi de demiş: “Ah! Ben ona yetişseydim, onun ammizâdesi olurdum.” Yani, Hazreti Ali (radıyailâhu anh) gibi fedai bir hizmetkârı ve veziri olurdum. Her ne ise, tarih ve siyer ları bu haberleri tamamen neşr ile, bu ârifler, risaleti Muhammediyeye (Aleyhissalâtü Ves seiâm) kuvvetli ve küllî bir şehadetle sadıkıyetine imza basıyorlar.

Hem o ârifler ve kâhinler gibi risaleti Muhammediyeyi gaybî haber veren ve sözleri işitilen ve şahısları görünmeyen, “hâtif” denilen ruhânîler, pek sarîh bir surette, Muhammed’in (Aleyhissalâtü Vesselâm) nübüvvetinden haber verdikleri gibi, çok muhbirler, hattâ saneme puta kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar taşları nübüvvetinden haber vermeleriyle onun risaletine ve hakkaniyetine imza basıp tarih lisanıyla şehadet etmişler.

Bazılarına göre ise kâhin, sihir yapan kimse, bazılarına göre ise, arraftır. Zan ve tahminle gaybdan haber veren kimsedir. İmam Suyutî’nin “Muhtasaru’nnihaye”sinde zikredildiğine göre kâhin ilerde olacak hadiselerden haber aldığını ve sırları bildiğini iddia eden kimsedir. Diğer bazılarına göre de kâhin, cinlerden bir dostu olup, kendisine bütün haberleri getirdiğini iddia eden kimsedir. “Nihayet’ülHadis”te beyan edildiğine göre Araplarda Şık ve Satıh gibi kâhinler varmış. Bunlardan bazıları kendisinin bir tabiî bulunduğunu ve ona haber getirdiğini söyler; bazılarının da olacak şeyleri bazı mukaddimelerle bildikleri ve gaybdan haber verdikleri rivâyet olunmuştur.

Bazı âlimler, Kur’ân’da anlatıldığı gibi, Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilmeden önce gökleri aşarak, gökten haber almalarına engel olmak üzere şeytanlara alevli ateş parçalarının (şihap) atıldıklarından istidlal ederek, Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanından beri kehânetin arkasının kesilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü kâhinler haberleri meleklerden değil, şeytanlardan alırlar. Fakat bu, kehânetin kesilmiş olduğunu ispat etmek için bir delil teşkil etmez. Zira âyet, şeytanların gökten ancak peygamberlerin gönderileceğine dair haberleri almaktan menedilmiş olduklarını ve peygambere gelen vahye ulaşamayacaklarını anlatmaktadır. Üstelik iddia edilen bu yasak, Hz. Mu hammed (saiiailâhu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmeden önceki döneme aittir.142 Bundan sonra, bu yasağın kaldırılmış olmasının mümkün olduğu söylenebilir. Görünüşünden anlaşıldığına göre bu doğrudur. Çünkü, peygamberlik güneşi her tarafı aydınlatınca ortada karanlık düşünce ve cevabı bilinmeyen sorular kalmadı. Her bir şeyin ifade ettiği sırlı mânâların şifreleri çözüldü. Gerçekler gün yüzüne çıktı. Kâinatın ifade ettiği anlamlar ifadesini buldu. Artık bundan sonra bu ilim ve bilgilerin nurları sönmüş ve rağbetten düşmüştür. Çünkü vahiy, güneş gibi her nurun aydınlığını karartmıştır.

Bir önceki yazımız olan İSLÂM’IN GELDİĞİ DEVİRDE FALCILIK başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

  • reply Seda ,

    İsa beni Arıcakmı tekrar döncekmi bana

    • reply emine ,

      Bnm bi sevglim var o bnm hakimda ne dusunuyo adi mirac evlilik varmi

      • reply özgül aydın ,

        Hiç bir işim yolunda gitmiyor çocuklarım uyuşuk evime karabulutlar ćökmüş sanki bir adım ilerleyemiyorum eşim çalışmıyor kayınvalide hep benim dediğim olsun diyor birde görüncem ve oğlu tam bir başka beladır eşim her yaptığımız İşte başarısız çocuklarım okumak istemiyor çok bunalimdayim

        • reply sezen ,

          Benim geleceğimi Danielle Steel’in ve Helena Paparizou’nun kıskandığı doğru mudur

          • reply sezen ,

            Yurtdışından bana iş teklifinin geleceği doğru mudur

            Leave a comment