Simla halkı konuşkandır

Tılsımlar 3

Bir İngiliz şirketinde satış temsilcisi olan genç ve insan canlısı Atay ile Kalka treninde tanışmıştık. Bana, “Simla halkı konuşkandır” demişti. “Hep öyle olmuş. Neden derseniz, o tepelerde insanların çok bol vakti var. Onlar aşağıda kentlerde yaşayan insanların koşuşturmalarını hiç anlayamazlar. Simla’da, özellikle yazları, bir işiniz bile olsa, işe geç gider, öğlen tatillerinizi uzun tutar ve işten erken çıkıp Mall’da gezinti yaparsınız.

Kışları ise hiç işe gitmeyebilirsiniz. Bir telefon açıp ‘kapımın önü karla kapanmış’ diyebilirsiniz. Orada insanlar dedikoduyu çok severler. Akşam Mall’da kim kiminley miş, falanca yemek davetinde ne pişirmiş, neden bilmem kimleri davet etmemiş… Simla balayı için İdeal bir yerdir.

Benim annemle babam da orada balayına gitmiş, onların anneleri babaları da.” Gülerek eklemişti. “Gelecek yı ben de gideceğim, Ağustosta. Simla’da eski tarz bir yaşam vardır. Delhi’de ya da Bombay’daki gibi yaşamazlar, İngilizler gibi yaşarlar.”

Kordon trafiğe kapalıydı, sadece atlarla üç tekerlekli bisikletler girebiliyordu. Orada bir kahvehanede kahvemi içtim, bir çayhanede de çayımı. Kendime bir sari aldım. Hatta kar gözlüğü bile aldım. Paten yaptım, bilardo oynadım, su kenarında oturup keyif çattım, üç tekerlekli bir bisiklet kiraladım, maymunları besledim, oymalı bir baston aldım, ata bindim, solmuş bir İngiliz piknik manzarası satın aldım, insanların konuşmalarına kulak kabarttım, Martial’ın Epigrams adlı kitabını aldım, falıma baktırdım, karlı dağların eteklerinde fotoğraf çektirdim. Kış mevsiminde orada olsaydım, kayak da yapardım.

Simla’da hâlâ yaşayan İngilizler var mıdır diye merak etmiştim. Sahaflarda O. C. Sud adlı bir kitapçı Mrs. Montague adlı yaşlıca bir hanımdan söz etti.

Upper Bhahari yolunda oturduğunu söyledi ama kendisi çok meşguldü, beni oraya götüremeyecekti. Dükkânını yeniden düzenlemekle uğraşıyordu, çünkü Japonya’dan gelen bir dağcı grubu Himalayalar’la ilgili ender bulunan kitaplarının çoğunu almıştı. Aslında elinde o ender kitaplardan daha epeyice vardı.

“Mrs. Montague ile tanışmalısınız. O yaşayan bir tarihtir ve buralarda kalan son İngilizdir. 1909’dan beri burada yaşıyor. Onu konuşturun.”

Ertesi gün Mall’dan uzaklaşarak kıvrımlı yollardan yamaçlara çıktım. Daha yükseklerde büyük bungalovlar vardı; kimisi çok iyi korunmuş, kimisi çürüme noktasına gelmişti. Sarı, beyaz ve mor yabani çiçeklerle kaplanmış bahçelerin eski halini tahmin edebiliyordum. Üçgen çatılarıyla, İngiltere’de Kent’te görebileceğiniz nefis evlerdi. Ancak, Doğu’nun kendine özgü çiçekleri hiç tanıdık değildi. Kuş sesleri de kulağıma çok yabancı gelmişti.

İngiltere’de kırsal kesimde ardıçkuşu ve buralara ait olmayan guguk kuşları, yüz yıl kadar önce yurdunu özleyen bir İngiliz subay tarafından buraya getirtilmişti. Simla’da subay kulübü, dans ve flörtler, şarap, dedikoducu hizmetçilerle geçen renkli hayatlara rağmen, sıla hasreti çekildiği muhakkaktı. Ağaçların gövdelerine çizilmiş kalpler içinde İngiliz isimleri hâlâ duruyordu.

Mrs. Montague’nin üçgen damlı evine yeşil boyalı bir bahçe kapısından giriliyordu. Güller ve hanımelleri arasından taş merdivenlerle bahçe ormana doğru açılıyordu. Sanki, Tunbridge Wells’den taşınıp getirtilmiş gibi görünen evin kapısını ısrarla vurdum. Sıska bir Hintli kadın kapıyı açtı.

Rada çok az İngilizce biliyordu. Loş bir koridordan geçerken burnuma yeni cilalanmış tahta kokusu, kulağıma eski bir duvar saatinin tıklama sesi geldi. Dantel perdeli küçük çerçeveli camları olan salondan merdivenlere doğru yürüdük. Duvarlarda vahşi kabilelerin baskılarıyla yüksek kayalıklara oturtulmuş eski saray resimleri vardı. Üst katta baştan aşağı kitaplarla dolu bir oturma odasına girdik. Ufacık bir şöminesi olan odada, el işlemesi yastıklarıyla hasır koltuklar vardı. Rada sessizce çekilip beni orada bıraktı ve beş dakika sonra döndü.
“Gelin” dedi.

Bir önceki yazımız olan Akrep Burcu Erkeği Kadını Özellikleri başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment