Renkli tikka tozları

Renkli tikka tozları kümeler halinde sergilenmişti. Sariler için ipek, tül ve pamuklu kumaş topları kelebek kanatları gibi uçuşuyordu. Dolaşmaya devam ederken, ısrarcı bir satıcı koluma yapiştı. Benares’ten gelen pirinç eşyalar, sedef kutular ve tepsiler, Agra’dan küçük Tac Mahal bibloları, Jaipur’dan mine işleri, Kashmirden şallar… Az ötede daha modern bir dükkânda motosikletçiler için deri ceketler ve çizmeler satılıyordu. Hindistan’da dilencilerin yaratıcı zekâsının sınırı yoktur. Bir tapınağın önünde oturan bir adamın yanı başında, yere gömülü bir insan kafası duruyordu. Evet, bir insan kafası! Bir dilenci meslektaşının vücudunu toprağa gömmüş, yüzünü de boyamıştı. Belden aşağısı çıplak dolaşan bir diğeri cinsel organının ucuna bir asma kilit takmıştı. Baş aşağı bir şekilde beline kadar kendini fal bakma gibi yer gömen bir başka dilenci de, aşağıdan yukarıya doğru uzatılmış bambu tüplerle nefes alıyordu. Ama kendine bir yardımcı tutmayı akıl edememiş, gelen geçen onun bozuk para kabında biriken paraları alıyordu!

Tapınağın öbür tarafında Naga sadbüian vardı. Mahremiyetlerine çok önem veren bu münzeviler dövüş sanatlarında çok iyi eğitilmiş, saygın kişilerdir. Çıplak bedenlerini küle bulayıp yüzlerine beyaz ve kırmızı boyalar sürer. Kimsenin kendilerini rahatsız etmelerinden hoşlanmazlar; fotoğraflarını çekme cesaretini gösteren insanlara da beddua ederler. İçlerinden biriyle yakınlık kurup kısa bir süre konuşmayı başardım. Günahlarının bedelini ödemek amacıyla altı yıldır hiç oturmadığını anlattı. Artık deforme olan bacaklarını tahtadan salıncak gibi bir atel ile destekliyordu. Ona Kral XIV. Louis’nin fillerinden birinin ömrünün son on yılını hiç yatmadan geçirmiş olduğunu anlatınca fena sinirlendi. Ben de oradan hemen kaçtım.

Sokaklarda rastladığım yoksul ve sakat insanların görüntüsü korkunçtu ama içlerinde birisinin hali gerçekten içler acısıydı. Ömrümde bu kadar kötü bir şey görmemiştim. Ufak bir erkek çocuktu; daha doğrusu, sadece bedeninin üzerinde bir kafası vardı ve bütün uzuvları eğri, büğrü bir haldeydi. Korkunç bir hastalık olmalıydı. Çocuğu bir el arabasına oturtmuş, başına da bir papağan koymuşlardı. Uzatılan paraları papağan gagasıyla topluyordu!
Tekrar Haathi Pazan’na döndüm ve iki hırsızlık olayına tanık oldum. İlki, fillerle ilgiliydi; yan yana kazıklara bağlanmış iki dişi filin dövüşü tam bir devler güreşiydi. Biri diğerinin şeker kamışını çalmış ve o da hırsız filin kuyruğunu ısırmıştı. Bir toz bulutu içinde yuvarlanarak dövüşürken saç saça baş başa girmiş kız çocuklarını andırıyorlardı. Ellerinde mızraklarla üç ya da dört mahout araya girip onları zorla ayırdı. Diğer dövüş ise tamamen tek taraflıydı.

Bir önceki yazımız olan Akrep Burcu Erkeği Kadını Özellikleri başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment