İlluminati

Mısır’la Batı Ülkeleri arasındaki ilişkiler

Hikâyenin çıkış noktası, Yunan devlet adamı Solon (M.Ö. 638/559)’un Kritias’ın dedesinin dedesine anlattığı, Atina’nın prestijini yükselten bilinmeyen ya da unutulan bir olaydır. Solon bu olayı Mısır’da, Firavun Amosis’in zamanında, Sais şehrinin rahiplerinden öğreniyor. Yaşlı bir rahip, kutsal arşivlerde korunan belgelere dayanarak, çok eskiden Cebelitank’ın ötesinde bulanan büyük bir adada ya da kıtada yaşayan bir ırkın, Atlanüar’m, Avrupa’nın büyük bir kısmını istilâ ettikten sonra Yunanistan’ı ve Mısır’ı fethetmeye hazırlanınca Yunanlılar tarafından nasıl bozguna uğratıldığını Solon’a anlatıyor “Bu ada Trablus’tan ve Asya’dan daha büyüktü. O zamanların yolucuları bu adadan başka adalara geçip, bu adalardan da Okyanusun kıyısında bulunan kıtaya geçebiliyorlardı.

Atlantid kıtasında Krallar yüce bir İmparatorluk kurmuşlardır. İmparatorluk hem bütün adaya hem de birçok başka adalara sahipti.”

Antlar Yunanlılar tarafından geri püskürtülüyor ve ülkeleri, bir günle bir gece içinde yer alan korkunç bir
deprem ve tayfundan sonra okyanusun içinde kayboluyor.

“Sonra korkunç depremler ve afetler oldu. Bir tek gün ve gecede bütfin ordu aniden yerin altına geçti ve Atlantid denizin dibine battı.”

Bu hikâyenin anlatılışında Solon un tek tanığı Eflatun’dur. Solon’un keşiflerini, Mısır rahipleriyle konuşmalarını, Atlantid hakkında topladığı bilgileri Eflatun açıklar. Hatta bununlâ yetinmeyerek, “Solon’un Hayatı” adlı eserinde şunu belirtir “Solon Mısır’ı ziyaret ettiğinde, Suhis adındaki Sa is’li bir rahiple Pscnofis adlı Heliopolis’li bir rahip, 9000 yıl önce Atlantid’in batmasıyae Mısır’la Batı Ülkeleri arasındaki ilişkilerin kesildiğini kendisine açıklamışlardı.”

Bütün bu bilgileri acaba Eflatun hangi kaynaklardan elde etmişti; işte bütün tartışma aslında bu noktanın çevresinde dönüyor.

Piri Reis

Daha aşağıda bugünkü görünüşüne pek yakın bir durumda Florida yarımadası göze çarpar. Piri Reis Florida’ya, San Juan Batizto adını vermektedir, önceki ha ritada bu ad Portorikoya verilmekleydi Yanda görülen kan parçalan 1517 ve 1519’da keşfedilen Honduras ve Yukatan yarımadalarıdır. Küba ve Haili adaları ile Bahama ve Antiller, Kristof Kolomb’un etkisi altında çizilen ilk haritadan bambaşkadır ve bütünüyle doğru çizilmiştir.» Bu ikinci haritada, kıyılar daha düzgün çizilmiş ve bugünkü toprak biçimlerine oldukça uygun bir durum görülmüştür, özellikle taşlık yerlere ve kayalara dikkatle işaretler konmuştur. Ancak haritada bugünkü duruma göre bir kayma göze çarpar.
Bu yanlışlık o zamanın pusula kaymasının ki bu 10 13 arasındadır, dikkate alınmamasından ileri gelmektedir. Ancak bu durum, o zaman yapılan bütün haritalarda görülmektedir.”

Haritalarla ilgili bu bilgilerden sanra Piri Reis Olayının ayrıntılarına geçelim. Piri Reisin haritaları üzerindeki ilk inceleme 1952’de Amerikalı haritacılık uzmanı Arlington H. Mallery tarafından yapıldı ve Mallery garip bir sonuçla karşılaştı: Bahriye’deki Akdeniz haritasında belirtilen her aynnb eksiksizdi, ama yerinde değildi. Sanki haritayı çizenin dünyanın yuvarlık oluşundan haberi yoktu. Bunun imkânsız olduğunu gören Mallery, A.B.D. Deniz Kuvvetleri Hidrografya Bölümünde görevli meslektaşı YValters’e başvurdu. Haritalar bu kez çağdaş bir küre ile karşılaştırıldı ve bütünüyle doğru çıktı. Üstelik de yalnız Akdeniz için değU Kuzey ve Güney Amerika içinde doğruydu.

Üç yıl sonra Mallery ve VValters inceleme raporunu Jeofizik Yılı Komitesine sundular ve Komitenin aldığı bir kararla rapor, A.B.D. Deniz Kuvvetleri Haritacılık Daniha çok karıktırdı. Linehan, gerek Kanada dald gftl v dağ ayrıntıların bütünüyle doğru çizildiğim açıkladı.

Olay gittikçe büyüdü ve 26 Ağustoa 1956’da Georgetovvn Üniveısltesi radyoda Piri Reis inı luritalanyja ilgili bir açık oturum düzenledi. Oturuma katılan bütün haritacılık uzmanlan aynı noktada birlemiyorlardı: Piri Reis in haritaları olağanüstü bir keşi/ yapıyordu.

Araştırmaya bu kez New Hampshire Keene State ICo lcwi‘nin öğretim üyesi ve önsözü Albert Enstein tarafından hazırlanan Yeryüzünün Kayan Kabuğu adlı incelemenin yazan Prof. Charles H. Hapgood’la matematikçi Richard W. Strachan katıldılar.

HapgoodStrachan ıkilisı Piri Reis’in Amerika haritalannı uydularla çekilen yeryüzü resimleriyle karşılaştırıp daha da şaşırtıcı bir sonuca vardılar. Haritalarla fotoğraflar birbirini tutayordu.

Bu durum karşısında ünlü American Geographical Society Hapgood’un çalışmalan için uçta olmakla birlikte çok ilginç deyip işin içinden sıyrıldı. Hapgood’sa çevresine topladığı öğrencileriyle, yılmadan araştırmalarını sürdürmekte.
Piri Reisin haritalarıyla öteki eski haritalara Eski Deniz Krallarının Haritalan adını veren Hapgood, geniş bir bibliyografyaya dayanarak bunların çok eski, yaşı bilinmeyen haritaların kopyaları olduğunu öne sürdü.
Bundan sonra dava Piri Rcis’ten hareket edip çoğu eski coğrafya kaynaklarına uzandı. Piri Reis’in Amerika haritalan çağını aşan bir bilgiyle eksiksiz ayrıntılara giriyorsa, 1339 yılına ait Dulcer haritası Avrupa’yı 14,15. ve hatta 16. yüzyıllarda hiç kimsenin bilmediği bir incelikle veriyorsa, aynı şaşırtıcı durumlar 1137 yılında taş üstüne çizilmiş bir Çin haritasında görülüyorsa, en eski, özgün kaynaklara inmek gerekiyor.

Dünyamıza gelen uzay gemisi

4 Mayıs 1959 tarihli London Daily EıpvM gazetesinde çıkan bir haberle dünya yeniden bu konuyla ilgilendi. Gazetede şöyle yazıyordu: “51 yıl önce başka bir gezegenden dünyamıza gelen uzay gemisiyle ilgili görüşler Sovyet bilim adamları arasında geniş tartışmalara yol açmıştır. Moskova’da hazırlanan bir keşif kolu hâlâ Sibirya ormanlarında çalışmalarını sürdürmektedir. Sovyet bilim adamlarının liçu, Ku kar hin. Krinov ve Fesenkov. göktaşı ihtimali üzerinde durmakla beraber olay kelimesini kullanmayı doğru bulmuşlardır. Prof. A!exei Kazantsev ile Prof. Lapunov ise Merih’ten gelme bir uzay gemisi görüşünü savun maktalar.

Uzay gemisi göçüşünü destekleyebilmek için yıllardan beri bilgi toplayan Kaantsev. Çek ve Polonyalı bilim adamlarına bu konuda bir açıklama yapmıştır…” Olayın tarihçesini özetleyen London Daily Express, yazıyı şöyle sürdürüyordu: “Göktaşı görüşü Hiroşima’daki atom patlamasına kadar savunuldu. Savaştan sonra Japon şehrindeki tahribatla Sibirya’daki tahribatı karşılaştıran Ka/antsev kesin bir açıklama yaptı ve Sibirya’da 2500 m. yüksekliğinde bir atom patlamasının yer aldığını açıkladı. Ancak bu düşünceyi kimse ciddiye almadı 1951’de bu görü} Prof. Lapunov tarafından benimsendi, iki bilim adamı, yeıyüzüne inmek isterken havada patlayan uzay gemisi fikri üzerinde durdular. Olay yerine gönderilen keşif kollaruun hiçbiri göktaşı izlerine rastlamadığından tartışma hâil sürmektedir.”

Ayıu tarihlerde Avustralya’da yayınlanan Sydney Sun gazetesi, Çekoslovak dergisi Prace’den aktardığı bir haberi veriyordu: “Bir evren konuğu adlı kitabında, Sovyet aerodinamik uzmanı Manotakov Sibirya’da, patlamanın yer aldığı bölgenin yakınlarında konaklayan birçok kimsenin bilinmeyen, aslında radyasyon etsindeki kişüerinkinc benzer, hastalıklardan öldüklerini, patlamanın en büyük gücünün, atom patlamalarında olduğu gibi, merkezden çok uzakta yer aldığını açıklamış tır.” Yeni ve lodukça şaşırtın görüşlerin ortaya çıkması olayın incelenmesine yol açtı. Kulik’in eski raporları bir kez daha gözden geçirildi ve ilginç bir nokta üzerinde duruldu: Olaya tanık olanlardan bazılan mantar şeklinde bir buluttan söz etmişlerdi. 1963’te jeolog ve fizikçi Solotowün yönettiği bir araşbrma komitesi Sibirya’ya gitti ve dönüşünde atom patlaması görüşünü bütünüyle destekledi Bu arada Priroda dergisi 80 görüşü sıralayan bir liste yayınladı. Geleneksel bilimin hâlâ göktaşı düşmesi adı altında arşivlemek istediği bir olayla ilgili 80 tane görüş ortaya çıkmıştı. Aşınlann çoğu, Rusya’da bile kabul edilmedi. Resmî yorum göktaşını unutarak, dünya ile bir kuyruklu yıldız çarpışması ihtimali üzerinde durdu. Buna karşılık. Amerikan bilim adamlan patlamanın nedenini bir miktar karşamaddenin dünya ile çarpışması kabul ederken. Genrich AMotvValentina Schularewa İkilisi Leningrad’ın Swezda gazetesinde yayınladıkları bir incelemede, doni olarak Kuğu takımyıldızlarından gelen büyük göçte bir laser ışınım göstermişlerdir.

Sahnya’daki mağara insanları

Erich von Daniken bu konuda:
İtalya’da Güneş ve Kuzey Amerika’daki, İsveç. Sahnya’daki mağara insanları, resim konusundaki İni ölçebilmek için, birbirlerini ziyaret eder Bu konuda belki en doğru sözü Profesör Alexei Kazan tsev söylemiştir “Bu resimler binlerce yıl önce dünyamızı ziyaret eden tanımadığımız yaratıkları gösteriyor. Bunlan araştınp tartışmak, üzerlerinde çeşitli yorumlar yapmak gerekir; varlıklarını kabul etmemek için bir nedenimiz yoktur.”

30 HAZİRAN 1908 de, Sibirya’da Yenisey nehri yakınlarında konaklayan Tunguz kavimleri hayret verici bir olaya tanık oldular Sabahleyin tam 7.17de bir ateş küresi gökyüzünü yarıp hızla üzerlerinden geçti ve kayboldu. Hemen arkasından korkunç patlamalar duyuldu, kavurucu bir sıcak dalgası bütün bozlan kapladı. Patlama merkezinden 900 kilometre uzaktaki irkutsk şehrinin sismografya aletleri bir saat boyunca durmadan sallandı; bozkırdaki göçebe toplulukların, geyik sürülerinin büyük bir kısmı, en küçük bir iz bile bırakmadan, bir anda ortadan kayboldu.
Daha sonraki günlerde Sibirya’nın ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde esrarengiz bir ışık geceleri aydınlattı: Londra’da sabaha karşı sokaklarda rahatça gazete okunabildi; Rusya’da, Batı Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da gökyüzü haftalarca garip şekilli, altın renginde bulutlarla kaplandı. Bilim adamian, bütün bu olayların dev bir göktaşrnın düşmesinden ileri geldiğini açıklayarak, yoruma yer bırakmadılar.

Aradan yıllar geçti, olay unutuldu. Yine de birçok biÜm adamı bu göktaşı olayını daha yakından araştırmak gereğini duyuyorlardı. 1927 yılında Leningrad Madencilik Müzesi görevlilerinden Prof. 1 eonid Kulikin yöneHmindeki bir keşif kolu olay bölgesinde ilk araşhrnul.ıra başladı. O günden hayatta kalanlar sorguya çekildi; göktaşının izleri aranıldı, hiçbir şey bulunmadı. Iyûnser bir yoruma göre, göktaşı bir bataklığa düşüp kaybolmuştu. Bataklık düşüncesi ilkin Kulik’e de olumlu geldiyse de araştırmalar ilerleyince görüşünü değiştirmek zorunda kaldı; bütün dikkatini ortalığı kasıp kavuran yangının izlerine verdi.

Düşüş merkezine yaklaştıkça bitkiler çok belirli bir şekilde azalmaya, kaybolmaya başlıyordu. 10.000 Km2’lik bu bölge bugün bile tamamen kurak kalmıştır.

Araştım araş hra bataklık bir arazide değişik boyda deliklere rastlanıldı. Toprak tarandı, 35 m. derinliğe kadar inildi, uzun bir incelemeden sonra toprağa karışmış mikroskopik denebilecek demir ve nikel parçacıkları bulundu
1927de başlayan araştırmalar aralıklı olanrakson yıllara kadar sürdü ve 1960’ta elde edilen sonuçlar radyoaktivitenin bütün bölgede normalden üç kat daha üstün olduğunu gösterdi. 1950 yıllarında S.S.C.B Bilim Akademisi Fizik ve Kimya Enstitüsünden Mikhail Tsikulin ve Vladimir Rodionov, olayın, çok büyük bir kozmik nesnenin yarattığı balistik tepkiden doğduğunu öne sürdüler. Görüşleri kuramsal hesaplara dayanan ikili, 30 ile 100 m. çapında, saniyede 10 ile 50 kilometre hızla hareket eden bu nesnenin bir atom bombası kadar etkili olabileceğini ileri sürüyordu. Şu var ki, bu tür bir patlamanın 200 m. derinlikte, 1000 m. çapında bir krater meydana getirmesi gerekidir. Tsikulin ve Rodionov buna da bir karşılık buldular: Krater görüşü kabul edilirse, bu patlama merkezinde değil, daha uzaklarda, kuzeybatıda ve araştırmaların uzanmadığı bir bölgede aranmalıdır.

GMş uzun süre tartıldı, sonunda göktaşı savını destekleyen CAktaşı Komitesinin bütan sekreteri Evgeni Krynov, kozmik nesnenin atmosferde eriyen kocaman bir buz parçası olduğunu açıklayınca, krater ya da iz arama konusu kendiliğinden ortadan kalktı.

Aslında bütünüyle kuramlara dayanan bu görüşler yeterli, açıklayıcı olmaktan çok uzaktı ve Sibirya’daki patlama çözülmemiş bir esrar durumundaydı.

Taş devri insanı

YILLAR YILI mağaralarda yaşayan atalarımız, biraz basit bir tanımlamayla, insanla maymun kanşımı yaratıklar sayıldı. Avcılıkla geçinen, avladıkları hayvanların postlarını giyen, bir arada yaşayan, her olayın karşısında korku ve ve kuşkuyla titreyen ilkel insanlar olduklarından başka bir şey öğrenilemedi.

Gerçi insanoğlu, kendisine tanınan 1 ya da 1,5 milyon yıllık süre içinde birçok başarılar kaydetmiştir. Avayken çiftçi olmuş, balıkçî olmuş, mağaradan kurtulup yollara düşmüş, toprağa bağlanmış, köyler kurmuş, çadırlar dikmiş, kulübeler yapmıştır. Sonra ateşi bulmuş, taş aletlerden bakır ve demir aletlere geçmiş, köyden şehre taşınmıştır. Bütün bunları gözönünde tutan bilim eldeki bilgilere dayanarak, kurduğu ve desteklediği görüşlere güvenerek, tarihöncesi çağlan iyice bir yere oturtmuş, etiketlemiş, tarihini çıkartmıştır. Tarihi izleyen sosyoloji ise daha da öteye giderek, çoğunlukla çağdaş ilkel toplulukları örnek alarak, benzerlikler, paralellikler üzerinde yürüyerek ilkel toplumlann düzenini, hayatını ayrıntılarına kadar açıklamıştır Yıllar geçip de bilim daha sağlam veriler kazanınca, kanlar çoğalıp kesifler değerlendirilince, ilkel insanın, ilk başta sanıldığı kadar ilkel olmadığı anlaşıldı. Taş devrinin ilk dönemlerinden beri gerçek sanat eserleri veren mağara adamı ilkellikten çok arınmıştı.

Atalarımızın bu yeniden değerlendirilmesini özellikle sanat tarihine borçluyuz. 1868’de Ispanya’da bulunan Altamira, 1940’ta Fransa’da keşfedilen Lascaux mağaralarındaki duvar resimleri teknikleri, renkleri, gölge
oyunları ve perspektif anlayışlarıyla ilkel toplumlum tarihine yeni boyutlar kazandırmış oldu. Akimin keşfedilince, geleneksel arkeoloji mağarayı süsleyen san, kırmızı, siyah renklerdeki 10.000 yıllık yaban öküzü resimlerinin sahte olduğunu öne sürmek istedi. 72 yıl sonra, bir müzeyi andıran Lascaux mağarası bulununca gerçek kabul edildi: Mağara insanı, en az 1520.000 yü öncesine kadar, yan hayvan bir yaratık olmaktan çok uzaktı.

Fransa’da, Ispanya’da, İtalya’da, Almanya’da, Sahra’da bulunan mağara resimleri bir başka noktayı da aydınlaUyordu: Hayvan postlarına bürünmüş, saçı sakalı birbirine karışmış atalarımız, fizik olarak bizden pek farklı değillerdi. Fiziki görünüşleri bir yana, giyimleri bile hayvan postu modasını çoktan aşmıştı: Ispanya’da Cogul mağarasındaki bir duvar resminde kadınlar çizme ve uzun etekli, Fransa’da Lossac mağarasında bulunan başka bir resimde de erkekler kazak, çizme ve kısa pantolonlu gösterilmişti.

Paleolitik taş devrinde mağaralara sığınan, bunlan süslemeyi bilen, taşı kemiği işleyen, sonradan göçebe hayati sûren; Mezolitik devrinde tarımı deneyen; Neolitik devirde yerleşip tarımla, balıkçılıkla, hayvancılıkla uğraşan, hâlâ yeterince tanımadığımız bu ilkel insan için sanatla uğraşmanın önemi ve değeri neydi, ne olabilirdi?
Başka bir deyişle, taş devrinin insanın mağarasının duvarlannı neden resimlerle süslüyordu, bu resimlerle yaşantı arasında ne gibi bir bağlantı vardı?

Taş devri insanının çizdiği resimler, oyduğu heykeller çoğunlukla bir büyü niteliğinde olup din, büyü kanşımı bin inancın kaçınılmaz ürünleridir. Taş devri insanı avlamak istediği yaban öküzünü ya da geyiği; cinsiyeti anlatmak istediğinde kadım; içinde yaşadığı toplumu, katıldğı ya da tanık olduğu olaylan konu olarak seçmişti.

Bir garip adam

Bir garip adam
Canavarların kıyımı
Mağaralardaki yaratıklar
Bozkırdaki patlama
Bilinmeyen gerçekler
Piri Reis’in Amerika haritalarının önemi

9 AĞUSTOS 1874 YILINDA Amerika’da Albany eyalednde doğan Charles Hoy Fort oldukça garip bir İdşiydi. Hiçbir zaman ünlü adlar arasına kanşa mayan Fort, otuz yaşına kadar kelebek koleksiyonculuğu ve zaman zaman da gazetecilikle uğraşmıştı.

1908 yılında annesi ca babasının ölümüyle eline geçen bir miktar para ile en çok sevdiği işe atıldı. Sürekli ar raştırma yapmak ve not toplamak. 6u arada ev işleriyle uğraşması için, kendini asla anlamayan, tutkularını paylaşmayan, Anna Filan adlı bir kadınla evlendi Nevv York’ta Bronx mahallesinde oturan Fort, kısa boylu, şişman, sözlüklü, sarkık bıyıklı, profesöre benzer bir tipti. Genellikle evden dışan pek çıkmazdı. Çıktığı zaman da yalnız Belediye Kitaplığına gider, dergileri karıştırır, birtakım notlar alırdı. Evine döndüğünde bu notlan küçük kartonlara aktarır, büyük bir dikkatle boş ayakkabı kutularına dizerdi. Koleksiyonuna ilginç bir de ad takmıştı: Aşın Rastlantılar Sanatoryomu!

İnanılır inanılmaz gorüşlerier ileri sürüldü. Sürekli olarak, dinî inançlarda ya da bilimsel araştırmalarda bir uzay sorunuyle karşılaşıldı.

Sumerler Mezopotamya’ya nereden göçtüler?

M.Ö. 3000 yıllarında yaşamış olan tarihçi Berose’ye göre, Fırat Kıyılarında konaklayan halk, denizden gelen yan insan yan balık şeklinde yaratıklar tarafından eğitilmişti. Bu etim nenin altında denizli bîr ırkın etkisi apaçık seçiliyor. Buna karşılık, Sümer mimarisinde öze! bir ver tutan çok katlı kulelerden hareket eden bir başka görüş, Sümeriik’rin dağlık bölgeden geldiklerini ilen sürer.

Bir kez daha karanlıktan çıkan ve bin yıl içinde büyük bir uygarlık kuran bir toplumla karşılaşıyoruz Astronomi bilgileri geniş, matematik bilgileri şaşntıa (Ninive kalıntılarında bulunan bir hesap 195.955.200.000.000 sayısına kadar varu), atlan, mimari teknikleri kusursuz olan bir toplumdur bunlar.
Din burada da .ıfcır basar; büyücülük ve gizemcilik de çok gelişkindir. Lugal adı verilen rahip krallann heykeli tapmaklara dikilir ve her şehirde Ziggurat (tepesinde bir tapınak gözlemevi bulunan çok katlı kule) yapımı yari koşuluyor. Ziggurat. özellikle gözlemevi görevi de yaptığından, Sümerlilerin dinsel bilimsei yaşantılarında önemli bir yer tutar.

Bütün eski uygarlıklar gibi Sümcrlllcr de astronomiye, uzay bilgisine büyük bir değer tanımışlardı. Böylece Ay’ın hareketlerini, başlıca gezegenlerin Saturn, Merih, Venüs) durumlarını, durağan yıldızların arasındaki uzaklıktan inceleyerek çağdaf bilgilerimize yakın sonuçlara varmışlardı.

Başta bilimsel bir açıdan hareket eden uzay incelemeleri, bir noktadan sonra olayları yorumlayan, ilerisini öngören, giderek olayları tayin eden astorolojiye karışıyor. Üstelik buna din! inançlar eklenince, Ay ve Güneş tannlann merkezi sayılınca astronomi matematik astroloji’din dörtlüsü çok karmaşık bir durum kazanıyor.
Bir Sümer yazıtında: “Sonra Tufan oldu ve Tufan’m arkasından Krallar bir kez daha gökten indiler ‘ deniliyor. Bu krallann kimler olduğu bilinmiyor ama, yazıt, Sü mcrlılerin uzayla yeryüzü arasında bir ilişki kurduklarını belgeliyor. Belki bu Krallar, licrodotos’un anlattığı gibi Zigguratların tepelerine bırakılan Kral kızlarını ziyaret etmeye gelen Taunlardır.

Sümer mitolojisi incelenince, Tannlann çoğu zaman iman şekli almadıktan görülür. Genellikle simgelerle verilir bu Tanrılar ve en çok kullanılan simge yıldız ya da yıldızların çevresinde dönen değişik boydaki gezegenlerdir. Kabartmalarda görülen yıldız başlıklı, kanatlı kürelere binmiş, uzaydan gelen Tanrılardır bunlar.
Tarih, sınırlarım zorla ya zortaya, Sümcrlilerin tarihini 5000 ya da 6000 yıl geriye götürüyor; buna karşılık Gar Kobeh ve Baradostiyan’da 40 ile 30.000 yıl önce işletilen taş ocaklan. Tepe Atiatta 13Ü00 yıllık mezarlar ve Şandiyar mağarasında 45.000 yıl öncesine ait iskeletler bu lunmuştur. Oyle görünüyor ki bilinen tarihin sınırlarını daha da zorlamak gerekiyor. Şuurlar zorlanıp kazılardan daha ilginç malzemeler ve bilgiler elde edilince, karanlık
kalan noktalar belki aydınlanacak, Sümerlilerde bir tutku haline gelen uzay yeryüzü ilişkisi de doyurucu bir açıklamaya kavuşacaktır.

Bazı arkeolojik esrarları içine alan bu bölümün son omeği, İngiltere’de Salisbury yaylasında yükselen tarihöncesi çağların başka bir tanığıdır: Stonehenge ya da dünyanın en büyük ve karmaşık taş dairesi.
Stonehenge ilk olarak 17. yüzyılda John Aubray ta rahndan bilimsel bir şekilde incelendi; 18. yüzyılda Wil liam Stukeley daire şeklinde yükselen kocaman taş bloklarının planını çizdi; 1919’da ilk kazılar başladı. Genel olarak Stonehenge, M.Ö. 1800 yıllarına ait, dini bir yer sayılmakta. 1950 1964 yıllan arasında yapılan kazılar ve a raştırmalann aonunda buranın tarihi üç ayn döneme ayrılmıştır İlk inşaatın yapıldığı M.Ö. 1800 yıllan; dört tonluk taşlann yerleştirildiği M.Ö. 1700 1600 yıllan; Sto nehenge’in yeniden düzenlendiği MÖ. 1500 yıllan.
Stonehenge, dikey ve yatay taş bloklardan meydana gelmiş doğal bir tapınaktır. Yaptıranda kullanılan malzemelerle tapınağın biçimi bildiğimiz tarihöncesi insanının yeteneklerini kat kat aşar. Tapmak, iki dış dairenin içinde yükselen iki yaran daire ve en ortada yer alan taş bir sunaktan oluşur. Ancak Stonehenge’i sadece bir tapınak olarak aayan geleneksel arkeolojiye karşı birçok araştırmacı burayı bir gözlemevi kabul eder. Üstelik, tarih öncesi bir çağ için çok ileri sayılan bir gözlemevi.

Bugün Stonehengc de görülen başlıca ilginç noktalar şunlardır 1)90 m çapında. 56 çukuru olan Aubrey dairesi, 2) 30 m çapında. 30 tek parçalı taşla süslenmiş Saracen dairesi, 3) Hele taşı. 4) Allı dikey s,ra halindeki birkaç çukur, 5) Aubrey dairesiyle bağlantılı görünen iki taşla iki Çukur.
1901 yılında Stonchcnge’de iner İrmeler yapan Loc br, dairelerin arasında açılan caddenin yaz ortalarında |ÛMfln durumunu gösterdiği sonucuna varmıştı. 62 yıl aonr , bir IBM 70901 Locker’in araştırmalarını değerlendirip derinleştirmeye çalışan I hıvkins, ilginç keşifler yapmıştır.
Taşların düzeni açık bir şekilde ayın ve güneyin hareketlerini belirtiyor, hattâ bununla yetinmeyerek Sto nehenge’dekl taylar, çukurlar, taş ve çukur orantıları 4000 yıl öncesi lns.ınl.ırmııı gözüyle gökyüzünün Adeta kutunuz bir haritasını çiziyordu.

Stonehenge’i kimlerin yarattığı bilinmiyor. Bunlar, tarihöncesi çağının ilkel Ingiliz, kavimler!. Girit’ten gelip Mısırlıların tekniğini uygulayan göçebeler, ya da Kelt rahipleri olabilir. Arkeoloji bu sorulara kesin bir karşılık veremez. Ancak, meraklı bazı araştırmacılar, destan ve efsanelere dayanarak birtakım görüşler öne sürüyorlar. Kimisi Stonehenge’in mitoslara karışan kayıp ülke Hi pvrbore’de tapmak görevi görürken sonradan Ingiltere’ye la’indığuu; kimisi de uzaydan gelen bir ırk tarafından eski K l: rahiplerine öğretilen gizli bir bilim sayesinde burasının yapıldığını kabul eder.

Peru’dan Ingiltere ve kadar görkemli uygarlıklar zincirinde birtakım esrarlar, karanlık, zıt olaylarla karşılaşıldı. Zaman zaman, bunlara bir çeşit açıklık getirebilmek için, destanlara, efsanelere değinildi, inanılır inanılmaz görüşler ileri sürüldü. Sürekli olarak, dinî i nançlarda ya da bilimsel araştırmalarda bir uzay so runuyle karylayıidı.

Bu durumu doğal kabul etmek gerekir; çünkü ilkel çağlardan günümüze kadar insanoğlunun başlıca merak, kuşku ve araştırma konusu, olağanüstü olayla n yaratan e doğaüstü yaratıkları. Tanrıları barındıran, ölçüleri sap tayan, evrensel ölçünün ta kendisi olan uzay olmuştur.

Ehramlar gizli ve ilerisini öngören bir bilimin koruyucuları mı?

İşin şaşırtıcı bir yanı vardır Sirius gezegeni yalnız NÜ nehrinin taştığı zamanlarda ve sabahın erken saatlerinde ufuk çizgisinin tam üzerinde görülüyor; bu da büyük bir dikkat harcamakla oluyor.

Az ve güçlükle görünen bu gezegen neden bir takvimin çıkış noktasını oluştursun? 32 bin yılı kapsayan devrin anlamı nedir? Acaba eski Mısırlılar bu verileri çok daha kİ, bilinmeyen kaynaklardan mı elde etmişlerdi?
Bu tür somların yanı sıra, asıl ilginç mesele şudur.

Dini kurallar w gelenekler bir yana, birer mezardan başka şey olmadığı sanılan ehramların inşaatında kullanılan. ehramlardan elde edilen bütün bu verilerin gerçek işlevi nedir? Acaba Ehramlar sanıldığından da mı e ki? Yoksa Ehramlar gizli ve ilerisini öngören bir bilimin koruyucuları mı?

Arkeolojik bilgilere göre Sakkaradaki Zoser ehramı, ya da Zozer mezarı, M.ö. 2700 yıllarında inşa ettirilmiştir. Habeş yazan Mas Udi nin Orford Kitaplığımda bulunan bir el yazmasında ehramın Firavun Surid in zamanında yapıldığı belirtilmektedir; Surid ise Tufan öncesi çatlarda nukum sürmüş, mitoslara karışmış bir Firavun durSöre Msrm rami tarihi M.Ö. foOO yıllarında başlıyor. Bu konuda resmî kaynaklarla bağdaşmayanHerodotosunbir hıkiyesı vardır Tarih adlı erinin ikinci dldindc Hcrodotos, Tebes’i gearerken. Tcbli rahiplerin, her biri bir Rahip Ko (4 nı simgeleyen. 341 kocaman heykel gösterdiklerini yazar Rahiplerin açıklamalarına göre, ilk kuşak. 11340 yıl önce görevine başlamıştı.

Başka bir Yunanlı tarihçi. Diojenes Laeıtes, Mısır rahiplerinin gizli arşivlerinde. Büyük İskender devrinden 4&S63 yıl daha eski olan el ya malan bulunduğunu ve bu kaynaklara göre AH Ha ülkesini yok eden tayfunun M Û. 9564 yılında yer aldığını öne sürmektedir.

Hayal vc gerçeğin birbirine karıştırıldığı öne sürülürse de Mısır uygarlığının ortaya çıkışı, yapıtlan ve bu yapıtların özelliklerinin çok daha eski bir uygarlığa dayandığı açıktır.

Eski uygarlıklann, Peru’da, Şili’de, Meksika’da ve her yerde, de geçen dev kalıntıları, sürekli olarak teknik sıkıntılara yol açmaktadır. Arkeoloji, çoğu zaman bunları bir der olarak kabul etmez ve eldeki bilgilere dayanarak, yeterli gibi görünen birtakım açıklamalar yapar.

Keops, Keben ve Mikerinos

Ehramlar özellikle Ehramlar özellikle Keops, Keben ve Mikerinos

M Ö. 2900 Ue 2400 yıllan orasında inşa edildi. Keopa ehramında kullanılan taş blokların sayısı 2.600.000i bulur. Kefren ehramının boyu 143 m, genişliği ise 213 m dir.

Giedcki Keops (Kufu) ehramı dünyanın aayıh hazırtlalanndan biridir; yapımından 2000 yıl sonra, “Tarihin Babası” sayılan Herodotos’a anlatılanlara göre 5265 metrelik alanı hazırlayabilmek için 10, ehramı inşa edebilmek için de 20 yıl çalışıldı. Fransız araştırmacın Moreuıc “Büyük Ehramda allı milyon tonluk taş bulunuyor, bugün bu malzemeyi taşıyabilmek için 6000 lokomotif gerekmektedir, der bir yansında.

Sak mimari bilgiye deiiL büyük bir örgüte, bir plan lama ya dayanan, insana değer tanımayan bir toplumda insan gücünü kullanan korkunç bir çalışma. Böylece akıllara durgunluk veren ehramlar, tapınaklar, dev heykeller yükseliyor; gizil kapılan, gizli geçitleri ve labirentleri andıran İç bölümleriyle ölü firavunlan büyük bir ihtişam i tiıuic barındıran mezarlar yapılıyor. Ve bu mezarlar hâlâ iyice bilinmiyor “Daily Tclegraph’ın 19 Ekim 1966 tarihli sayısında belirttiği gibi, arkeologlar bugün bile X ışınları yardımıyla Kefren ehramında esrarengiz kalmış olan bölmeleri. odalan bulabilme umudunu taşıyorlar.

Kuşkusuz, firavunlar, iman gücü konusunda, İnka imparatoru Huayna Kapak gibi düşünüyorlardı:

Halkın başka işi yoksa derdi Huayna Kapak, bir dağı bir yerden alıp başka bir yere 1 aşısın. Böylece ülke banş içinde yaşayacaktır.

Bir söylenti var, doğru, yanlış ya da abartılmış: M.ö. 2900 vıllannda inşa edildiği sanılan Keops ehramının yüksekliği bir milyarla çarpıldığında dünyayı güneşten a yıran uzaklık yaklaşık olarak elde ediliyor 149,400.000 kilometre!

Keops ehramının ölçüleriyle yakından uğraşıp bun lan evrenbilimse! bir sisteme bağlayanlar ilginç sonuçlara varmışlardın Sö gelimi, ehramdaki İkinci Ali Geçilinıu zunJu ; olan £56 m. Birind AH Geçil in uzunluğu olan 1,32 m .’yo bölündüğünde 1,93939 sayısı elde ediliyor; ya da 1939, 3 Eylül tarihi olan İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi.
Bunlar nıstlantı olabilir ya da Mısırlı bilim adamlarının, gizemci din adamlarının astronomi, matematik ve benzer konulardaki bilgilerinin sonucu. Ancak, bu çeşit rastlantılar bir soru doğuruyor Ahramlara, Firavunların mezarları olmaktan başka, ek ve değişik bir işlev tanımak mümkün mü?

Bu soruya bir karşılık vermeden önce elimizdeki bazı bilgileri gözden geçirmek yerinde olur.
Ehramların ve ehramlardan elde edilen bilgilerin çıkış noktasını kesinlikle tanımlayamadığunız, eski Mısır gizemciliğine bağlı dinsel bir bilimin sonucu olduğu kabul ediliyor. Yıl süresi, dünyanın yarıçapı ve ağırlığı, gün tün eşitliği kanunu, boylam derecesinin değeri, kuzeyin gerçek yömi Ehramlardan, özellikle Keops’tan, elde edilen bilgilerin bazdandır.

Kcops’un 30’uncu paralel Özerindeki coğrafik durumu, dünyanın diğer esrarlı bölgeleriyle yarattığı bağlantılardan dolayı, oldukça ilgi çekicidir. Ehramın tepesinden 60 derecelik bir açı ile doğuya dönülürse Tibet’in başkenti olan Lhasaa île karşılaşılır; aynı açı bu defa batıya uygulanırca erişilecek nokta, mitoslara karışan kayıp ülke Atlantis’in battığı sanılan, Atlantik Okyanusudur. Aynı açı üzerinde yine batıya doğru bir 60 derece daha derlenirse. Mısır daki ehramlarla sayısız be zerlikleri taşıyan, Yukatan’m Maya ehramlannn erişilir.
Geleneksel arkeolojiye göre bütün bunlar lanbdan başka bir şey değildir. Yine de rastlanu’aıv yısı kabarınca bunlann altında başka şeyler var.

Bilinmeyen bir çağlar

Kraterin çevresinde araştırmalar yapan Thor He ycrdahl binlerce taf balta bulmuştur; bu buluş bir yoruma yol açmıştır Heykeller kraterin İçinde oyulup kesilmiş, sonradan belirli yerlere yerleştirilmiştir.

Bilinmeyen bir çağda, birkaç yüz. birkaç bin yerli ilkel taş baltalanyla yıllarca çalışarak, hattâ bu çalışmalarım kuşaktan kuşağa sürdürerek, bu heykelleri oydular; kraterin duvarlarından ayırdılar, daha da büyük bir çabayla bu dev heykelleri çektiler, yuvarladılar ve diktiler. Son olarak da boşlarına 10 tonluk başlıktan yerleştirdiler. Az çok eski Mısırlıların. İnkaların. Mayaların, Aztekler’in v b. uyguladıktan teknikle. Şu var ki Paskalya Adası hiçbir zaman bu çeşit uzun süreli birleşik bir çalışmaya yetebilecek insan gücüne sahip olamamıştır. Üstelik. kurak bir yer olduğundan, heykelleri dikmek ve taşımak için ağaç kütüklerinin kullanılmış olması da pek düşünülemez.
Başlıklar konusunda arkeoloji toprak setler’den söz ediyor; heykeller bilinmeyen bir sistemle dikildikten sonra, başlannm hizasına kadar toprak setler çekiliyor ve başlıklar yerleştiriliyor.

Gerek Thor Heyerdahl, gerek Frands Mazicre araştırmalan boyunca toprak altında kalmış birçok heykel bulmuşlar ve genel bir anlamda bu set görüşünü destekler gibi olmuşlardır. Aslında insan gücüne dayandığından set görüşü de tatmin edici olmaktan uzaktır.

Heykellerin taş ocaklarının içinde oyulduğu ocaklarda bulunan yanm kalmış heykellerden açıkça anlaflıyor. Yine de
verdahl obun Van istediklerinde taş üzerinde birkaç hafif çizikten öteyeo demediler, o da oldukça yorucu bir çalışmadan sonra. OtC yandan Heyerdahlın 18 gün ören bir uğraşıdan sonra, direkler ve halatlar kullanarak, orta boy bir heykeli dikmek için uyguladığı ilkel istem deçok daha büyük ve ağır heykeller için imklrmz sayıldı ve boylere teknik torun kendiliğinden bir çıkmaza girdi.

Uyar instn mantığına imkânsız görünen olaylar Paskalya Adam yerlileri için çok basitti: Çünkü heykeller Mana gücü ile hareket etmişlerdi.

Mana nedir? Doç. Dr. Sedat Veyis Omekin tanımlamasıyla. Mana: “Bazı insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa unsunlannda alışılmışın dışında birtakım belirti ve fonksiyonlarla kendini gösteren doğaüstü gücün Ma İane ya dilindeki karşılığıdır… Mana, tanrıların, insanların, hayvanların, bitkilerin, hatta cansız nesnelerin içlerinde bulunabilir Mana ya kuşaktan kuşağa geçer ya da çeşitli dini ve büyüsel pratiklerle sonradan elde e dilir. Polinezyalı’larda soylu sınıfın şefleri, tanrıların kuşağından gelen kimseler olarak kabul edildikleri i çin, bunların çoğu zaman büyük ve özel bir mana ile yüklü olduklarına inanılmaktadır.

Kuşkusuz bu inanç da, pratik olmadığından dununu aydınlatabilecek cinsten değiL Ada yerlileri, Rapanuisler, kayaların üzerine kazılmış insan eklilerini göstererek, adalarına Kuş Adamlar ülkesi derler. Efsaneye göre, yüzyıllarca önce gökten “ annlar yerlilere ateş yakmasını öğretmişlerdir. Bu bir efsanedir ve kayalarda rastlanılan desenlerin her biri ayn bir efsanenin, bir inancın örneğidir.nsanı düşündüren bir nokta var; Hc Daniken olsun, taş baltalan kullanmak Kayalarda uçan adamlar, balina adamlar, timsah a damlar ve ayaklı balıklar vardır. Geleneklere göre insan, iklim değişimlerine uygun on değişimden sonra, bu balıktan türemiştir. Maziere’in çok yerinde işaret ettiği gibi:

Güneş Kapısı

Güneş Kapısı’nın birtakvim olduğu görüşünü dk önce arkeoloji uinanı Ponansky Öne atmış, gun durumu (solstis) ve gün tün eşitliğini temsil eden işaıcUen çözmüştür. 1928 1929 yıllannda takvimi inceleyen Alman arkeologu IUm. uzun bir çalışmadan sonra 1937de hatta ve ay işaretlerini tespit edip takvimin gün sayısını 290 olarak hesaplamıştır. Daha sonra 1949 yılında Ingiliz Ashton takvimin genel istemini açıklamıştır.

Bu takvimin en büyük özelliği günümüzden yüzyıllarca önce yaşayan ve takvimi hazırlayan astronomların şaşırtıcı bilgilerini kanıtlamasıdır.

Güneş Kapısı’na oyulmuş taş takvim dört bölüme ay nlmıştır ve bu bölümlerin her biri aatronokik mevsimleri göstermektedir. Bununla yetinmeyip bu dört bölümün her biri, yılın 12 ayını göstermek üzere üçe bölünmüştür. Yılı 290 gün olarak sayan Tiahuanako’nun astronomları aylan da 24 gün olarak saymışlar, buna karşılık, her gün için a tn durumunu ayrıntılı olarak göstermesini debilmişlerdi. Üstelik ay ın iki hareketini de gerçek ve cö
ninen hareketi gösterilmektedir. Bu dununda TV ahuanako yerlilerinin yüzyılımız insanlarından daha mı bilgili olduğu sorusu akla gelmekledir.

Ûrılün bir takvimin kalıntısı da olsa tek bir kahnb bu soruya kargılık olamaz. Ancak bu kalıntıyı yaşı bilinmeyen şehrin başkaca özelliklerine eklersek şaşırtıcı, hayali sayılabilecek bir varsayım kurulabilir Bu çeşit bir varsayıma değinmeden önce, çeşitli görüşleri karşılaştırarak, şehrin tarihini özetlemek yerinde ohır.

Tiahuanako konusunda arkeoloji ancak kazılardan e dinen bilgilere dayanarak bu uygarlığı dönemlere ayırıyor Göçebe kavimleri birleştiren birinci dönem; dıştan gelen üstün bir uygarlığın istilâsına tanık olan ikinci dönem; beyaz enli, sakallı bir ırkın göçünü tanıyan üçüncü dönem; dev ölçülerde yapıların yükseldiği dördüncü dönem ve en sonunda tnka’lann egemenliği altında geçen beşinci dönem. Yaklaşık olarak M.S. 500 ile 1200 yıllan a rasında sıralanan beş dönemde, açıklanamayan birtakım unsurlar dıştan gelen üstün bir uygarlık, beyaz tenli ve sakallı bir ırkın göçü gibi yer almaktadır.

Görüldüğü gibi gelenekleşmiş bilim bir tarihi oluşturabilecek verilerden yoksundur. Bu durumda başka kaynaklara İspanyol kaynaklarına, yerîi efsanelere, inançlara baş vurmak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Ispanyol kaynaklan şehrin tarihini ikiye ayırıyor. M.O sine ait Tiahuanako ve MS. 500 ile 1000 yıllan arasında kurulan, tnka’lann gelişinden önde sönen İmparatorluk Çağı ya da İkinci Tiahuanako. İspanyol kaynaklan tartışJabilir ve çoğunlukla yerli kaynakların etkisindedir.