Yaratılışçılık Hipotezi

Bilimde önemli olan, bilim ilerledikçe bir kimsenin düşüncelerini değiştirmesidir.
Eğer atomların çekirdekli bir yapıya sahip olduklarını    1911’de keşfetmiş olan Yeni Zellandalı fizikçi Lord
” Ernest Rutherfordun etkinliklerini öğrenmek isteseydiniz, elinizde Rutherford ve çalışmaları (ayrıntılı fotoğraflar, kullanılan aygıtlar, vs.) hakkında bol miktarda bilgi bulunurdu.

Eğer çok daha eskiden yapılmış olan etkinlikler hakkında, örneğin, MÖ 460 tan 370 yılları civarında yaşamış ve atom düşüncesini ilk kez ortaya atmış bulunan Yunan Filozofu, Democritus’un yaşamı hakkında bir şeyler öğrenmek isteseydiniz, işiniz çok daha zor olurdu. Eski Yunan’a ait anlatımları yeniden gözden geçirebilir, az sayıda insan yapısı kalıntıyı inceleyebilir, henüz bulunmamış insan yapısı kalıntı ya da kayıtların yerlerini keşfetmeye çalışabilirdiniz.

Şimdi varsayalım ki, zamanda daha geriye, evrenin kendisinin, ilk anlarına gitmek isteseniz, evrenin yaşını incelemek için, hangi kayıtları ya da kalıntıları kullanırdınız?

Berrak bir gecede, evrenin tarihi hakkında bilgi veren milyarlarca kalıntıdan birine, yani bir yıldıza odaklanabilirdiniz. Burada önemli olan, bu yıldızı şimdi olduğu gibi değil de, geçmişte olduğu gibi görüyor olmanızdır. Yıldızlar dünyadan o kadar uzaktır ki, ışıklarının bize ulaşması yıllar alır. Samanyolu Galaksisi nde (yıldızlar topluluğu) bulunan en yakındaki yıldızdan (Alfa Centauri) gelen ışığın Güneş sistemimize ulaşması dört yıl alır. Bu yüzden onu, dört yıl öncesinde görüldüğü gibi görürüz. Yıldızlara baktığımız zaman da bir bakıma evrenin tarihini görürüz.

O Şu anda gördüğümüz ışığın yıldızdan çıktığı andan bu yana geçen yıllar içinde, yıldız genişlemiş, büzüşmüş ya da hatta patlamış olabilir (bir süpernova olarak). Andromeda Galaksisi nden ışığın, Samanyolu Galaksisi ne ulaşması için yaklaşık 2 milyon yıl geçmesi gerekmektedir. Bu galaksilerin ötesinde, kuasar denilen gökcisimleri vardır ki ışıkları buraya ulaşmak için 10 milyar yıl yolculuk yapmıştır. Bundan da açıkça görüleceği gibi evren, en azından 10 milyar yıldır varhğını sürdürüyor olmalıdır.

Galaksiler diğer galaksilerle kümeler oluşturur. Yüzlerce galaksi kümesini gözlemledikten sonra, astronomlar, bilinen her galaksi kümesinin diğer galaksi kümelerinin her birinden uzaklaştığını belirlediler, buna göre evren genişlemektedir.

Şu anda evren genişlediğine göre, geçmişte bir zamanda, galaksi kümelerinin birbirine daha yakın bir konumda bulunması gerektiğini varsaymak akla yatkındır. Daha da ileri gidilirse, bu hipotez, evrendeki tüm maddenin sıkıştırılmış, yoğun bir biçimde bulunacağını önermektedir. Günümüzde kümelerin birbirinden ne kadar uzakta olduğu ve birbirlerinden uzaklaşma hızları bilindiği için, bu tek yoğun birimin, günümüzden 1215 milyar yıl önce var olduğunu ve o zamandan bu yana genişlediğini kestirmek mümkündür.

Genişleme başlarken, evren, ilk evrelerinde olağanüstü bir biçimde sıcak ve yoğun olmalıydı; çünkü tüm kitlesi aşırı derecede sıkıştırılmış durumdaydı. Big Bang Kuramına göre, astronomlar, bu ilk ateş topunun, inanılmaz bir hızla genişlediğini öne sürmektedirler.

Canlılar olarak bildiğimiz varlıklar, evrenin tarihindeki bu aşamanın aşın koşulları altında var olamazdı. Bu nedenle, evrenin 1215 milyar yıllık bir geçmişi olmasına karşın, yaşamın geçmişi bu denli uzun değildir. Canlılar, uygun atomlar oluşmadan ve evren, bir yerinde yaşamın kimyasının mümkün olması için, yoğunluk ve ısısının yeterince düştüğü bir noktaya kadar genişlemeden önce var olamazdı.

Astronominin big bang senaryosuna göre, 4,5 milyar yıl önce evrenin genişlemesinin ulaştığı aşamada, Dünyayı oluşturacak olan materyal, nebula denilen gazimsi bulutun bir parçasıydı. Bu nebula dönmeye başladığı zaman, maddenin büyük bir kısmı giderek ortada toplanmaya başladı ve en sonunda güneşimizi oluşturdu. Daha küçük birikimler ise, gezegenleri oluşturdu. Güneşin yakınında olan üçüncü kitle birikimi, dünya gezegenini oluşturdu. Nebula ve gezegen oluşumu evrelerinde, koşullar canlıların var olması için elverişli değildi.

Bir önceki yazımız olan DİŞİ KEÇİ’NİN KALBİ başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment