Sürekli mutsuzluğun sebepleri

About Schmidt (Schmidt Hakkında) Jack Nicholson’m oynadığı, emekli olduktan sonra hayatın anlamını da kaybeden başarılı bir satıcının öyküsünün anlatıldığı bir film. Karısı aniden ölünce adam iyice içine kapanıyor ve kurduğu toplumsal ilişkilerde bocalamaya başlıyor. Bir gün yine kanepede pineklerken televizyonda yetim Afrikalı çocuklara para yardımı yapılmasını isteyen tanıtıcı reklamlardan birini görüyor. Hemen o anda bir duygu seline kapılıyor ve bu ilana cevap vermeye karar veriyor. “Evlat edindiği” çocuğa para gönderiyor; sonradan çocuktan da mektuplar almaya başlıyor. Bu iletişim Schmidt’in anlam hissini de geri getiriyor: artık kendini daha iyi hissediyor, bir çocuğu yoksulluktan kurtarmakta anlam bulup kendini yeniden önemli bir insan olarak görmeye başlıyor. Eleştirmenler filmde kişisel bir aydınlanma anlatıldığından dem vuruyorlardı. Ancak daha keskin bakışlı bir göz, öykünün altında yatan ironiyi de kaçırmayacaktır: aslında iki taraftan en muhtaç olan Schmidt’in ta kendisiydi.

Uzaktan yapılan cömertliğin de bir fedakârlık olduğuna şüphe yok, ama aslında meselenin Schmidt’le ilgisi olmadığı fikri filmde ele alınmamış. Schmidt vererek ihtiyacını karşılamış oluyordu ancak bu alışverişin market alışverişinden farkı çok da güçlü değildir. Bir yere kadar bir iletişim de kurulmuş olabilir ama bunun veren ve alan için üretken bir ilişki olduğunu iddia etmek güç. Afrika’ya gidip o çocuğu görse, içindeki değişme cesareti de güçlenecek, içine kapanıklığından kurtulacak, o çocuk açısından da vermek, almak ve dağıtmanın çemberi daha da genişleyecekti. Schmidt komşularını da ikna edip bir okulun ya da köyün ihtiyaçlarını üstlenebilir, sokağmdakileri organize ederek mahalledeki muhtaç bir aileye yardımcı olabilirdi. Schmidt’in parasının işe yaradığına hiç şüphe yok, ancak bu şekilde kendinden pek de bir şey vermiş olmuyor, üstelik çok daha fazla insana hayat verme firsatım tepmiş oluyordu.

Vermenin kendilerinden çok başkalarına yönelik olduğunu bilenler, beklenmedik zamanlarda verir ve karşılığında çok daha fazlasını alacaklarım iyi bilirler. Ve de oturma odalarının güvenli rahatından uzaklaşarak, yürekten verdikleri için, istediklerinden ve hayal edebileceklerinden çok daha fazlasını alırlar. Gerçek cömertliğin en büyük sınavlarından biri de ilişkilere katılımda ve gereken bedeli ödemekte görülür.

Afrika’daki misyoner bir örgütte çalışan genç bir kadın tanıyoruz. Orada yapmak istediği pek çok şey var: fakir köylerde kuyular açıyor, hasta ve aç çocuklara yardım ediyor, toplulukların diğer pek çok ihtiyaçlarıyla ilgileniyor; üstelik bütün bunlar için para toplaması da gerekiyor. Bir görevi de hayırseverlerden, çok fazla olmasa da düzenli olarak gelen bu paranın nerelere harcandığını rapor etmek. Bu belki de, hayırseverlerin beklentileriyle yarattığı baskı yüzünden işinin en zor kısmı. Ufak miktarlarda bağış yapanlar bile, aldatılmadıklannı bilmek için gelişmeleri öğrenmek istiyorlar. Güvenilirlik çok önemli elbette, ancak şüphe ve talepler alınandan çok verilene odaklandığı zaman belli sınırlar da aşılmış oluyor. Bu misyoner kadın, işi gereği inanılmaz tehlikelere atılmasına rağmen bağış yapanlann sürekli baskısından kurtulamıyor. Yalnızca paranın nerelere harcandığma değil, aldığı azıcık maaşa bile göz koyulacak neredeyse. Bu tarz bağışlar, sunduğu imkânlardan çok verdiği paranın getirisiyle ilgilenen kişilerden geliyor. Schmidt gibi, bu insanlar da gidip yapılan işleri kendi gözleriyle görmüyor, misyonerin zorlu görevine bir katkıda bulunmuyorlar. Tam tersine bu genç kadının yılda bir kez gelip bu insanların çay partilerine katılması ve desteklerini yeniden kazanması gerekiyor.

Bu koşullu verme eylemi sanıldığından daha yaygın aslında. Çeşitli kampanyalara katkıda bulunan insanlar paralarının nereye gittiğini ve nasıl harcandığını öğrenmek istiyor. Amacın yerine geldiğine şüphe yok, ancak verilenin ö zünde yatan şüphe inşam düşündürüyor. Bu tarz bir yaklaşım çoğu zaman verme anının büyüsünü bozuyor ve yaratılabilecek pek çok imkânı da köreltiyor. Örneğin sokakta gezerken, uyuşturucu bağımlısı ya da alkolik birine para verip vermeme konusunda bizler de kararsızlık duyarız. Böyle yaparak ateşe benzin dökmüş olmuyor muyuz? Oysa kendimize asıl sormamız gereken, verdiklerimizi neden bu kadar kontrol etmek istediğimiz olmalı. Neden paramızın ya da armağanlarımızın, bizce en doğru olduğunu düşündüğümüz bir amaç için kullanıldığım bilmek istiyoruz? Bu yaptığımız vermek mi, yoksa yargılamak mı? Hepsinden önemlisi, ihtiyaç sahibi bir insana yardım etmeyerek cömert olduğumuzu iddia edebilir miyiz?

Verilen armağana ne olduğu veren kişiyi kaygılandırmamalıdır. Verirkenki tek kaygımız bunu yürekten yapıp yapmadığımız olmalı. Bir dostumuz sokakta kime para vereceğimize karar vermeden önce o kişinin gözlerine bakmak gerektiğini söylemişti. O anda insanca bir bağ kurulursa bunu daha da ileri götürüp o kişinin adını sorabilirsiniz. Böylece bu eylem sadece sadaka vermeyi aşarak ilişki kurma, insanca konuşup görüşme seviyesine çıkabilir. Vermek ve almak sırasında göz göze gelinen bu anlar hayatımızı zenginleştiren deneyimlerdir. Veren kişi birkaç bozukluk vermenin getirdiği tatminden çok fazlasını alırken, alan kişi de aynı zamanda görüldüğünü, duyulduğunu ve kabul gördüğünü hissedecektir. Bu şartlar altında para vermenin haysiyetli yanlarından biri de, paranın bir kişinin elinden çıkıp diğerinin eline geçtiği andan sonra artık verene değil alana ait olduğunu bilmektir. Bu, vermenin en önemli derslerinden biridir.

Bililerine bir şeyler vermeye karar verdiğinizde aslında sizin olan bir şeyi veriyor değilsiniz. Para ya da zaman size ait değil. Bu ikisi de o anda, kendi dairesel ekonomileri gereği sizin elinizde bulunmakta, hepsi bu. Kimi zaman hayat kolay ve uyumlu geçerken, kimi zaman zorluklarla boğuşup günü kurtarmaya çalıştığımız olur. Bizden daha az parası olanla paramızı, genelde bizden daha çok zamanı olanla da zamanımızı paylaşıyoruz. Böyle bir anda yapılan eylemin herhangi bir koşulu olamaz. Uzun vadeli verme eylemlerinde ise hayatım başkalarına adamış insanlara yardım etmek gibi bu kişilerin verileni en iyi şekilde değerlendireceğine yönelik üretken bir güven duygusu tesis edilmelidir. Bir şeyler verdiğiniz kişilere güvenmiyorsanız gerçekte ne verdiğinizi kendinize sormakta fayda vardır. Kontrolü bu kadar sıkı tutma ihtiyacının altında ne yatıyor? Şayet bu emin olamamak ise biraz araştırma yapılır, söz konusu kişilerle görüşülür, çalışmaların yapıldığı yerlere gidilebilir. Sezgileriniz karşınızdaki kişilere karşı sizi uyarıyorsa dikkatli olmamzda fayda vardır elbette. Ancak hâlâ emin olamıyorsanız, en iyisi emin olana kadar beklemektir. Burada amaç verme eylemini kendimizden sıyırıp başkalarına iletebilmektir.

Bir önceki yazımız olan Akrep burcu Şubat yorumu 2015 başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment