EMPERYALİST DÜRTÜ

logo (1)

Hiçbir uygarlık, çatışma olmadan yayılıp gelişemez. İkinci Dalga uygarlığı da kısa sürede Birinci Dalga dünyasına karşı geniş çaplı bir saldırı başlattı, zafer kazandı ve iradesini önce milyonlarca, zaman içinde de milyarlarca insana kabul ettirdi.

Elbette ki İkinci Dalga’dan çok önceleri, on altıncı yüzyıldan beri Avrupa’da krallar sömürge imparatorlukları kurmak için yarış haindeydiler. İspanyol rahipler, Fransız avcılar, HollandalI, Portekizli, İtalyan, İngiliz maceracılar, dünyanın dört bir yanma dağılmış, insanları esir almış, katletmiş, topraklar fethetmiş ve kendi ülkelerindeki krallara vergiler göndermeye başlamışlardı.

Ama daha sonra olacakların yanında, bütün bunlar devede kulak kalıyordu.

Bu ilk dönem maceracıların ve fatihlerin evlerine gönderdikleri hazineler, sonuçta özel ganimetlerdi. Savaşlar ve kişisel lüksler için para gücü sağlıyordu; soylular için kışlık saraylar, renkli, şatafatlı ve işten arınmış tembel bir yaşam tarzı. Ama sömürgeleştirilen ülkenin temelde kendi kendine yeten ekonomisiyle hâlâ pek fazla ilgisi yoktu.

Büyük oranda para sisteminin ve pazar ekonomisinin dışında kalan köylüler, güneşin kavurduğu İspanyol topraklarından İngiltere’nin sisli çayırlarına kadar sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla ilgileniyor, ülke dışına ihraç edilecek ürünler üretmedikleri gibi, bu kavramın ne anlama geldiğini bile bilmiyorlardı. Gerçek şu ki üretim, yerel ihtiyaçları karşılamaya bile ancak yetiyordu. Başka ülkelerden çalman ya da satın alman hammaddenin onlara bir etkisi yoktu. Yaşam onlar için o ya da bu şekilde akıp gidiyordu. Fethedilen denizaşırı ülkelerden gelen şeyler, köylerde yaşayan sıradan halktan ziyade, yönetici sınıfı ve şehirleri zenginleştiriyordu. Bu açıdan, Birinci Dalga süresince emperyalizm gülünç denebilecek bir seviyedeydi… henüz ekonomide bir yeri yoktu.

İkinci Dalga, görece küçük çaplı olan bu soygunculuğu dev boyutlara taşıyarak, görkemli bir harekete dönüştürdü.
Burada sadece birkaç sandık altın, zümrüt, baharat ve ipeği hedeflemekle yetinmeyen, yeni bir emperyalizm doğmuştu. Bu emperyalizmin gözü, gemiler dolusu nitrat, pamuk, hurma yağı, kalay, kauçuk, boksit ve tungstendeydi. Kongo’daki bakır madenleri, Arabistan’daki petrol kuyuları, bu emperyalizmin eseri olacaktı. Bu emperyalizmin anlayışı, sömürge ülkelerden kaba güçle hammadde alıp, ürettiği malları fahiş fiyatlarla sömürge ülkelere geri satmaktı. Diğer bir deyişle, endüstrileşmiş ülkenin ekonomik yapısının kıyısında kalmayan, milyonlarca sıradan işçinin ekonomik seviyesini belirgin şekilde etkileyecek bir emperyalizm söz konusuydu.

Üstelik konu sadece işler de değildi. Yeni hammaddelerin yanı sıra, Avrupa giderek daha fazla yiyeceğe de ihtiyaç duyuyordu. İkinci Dalga toplumları kırsal bölgelerde çalışan insanları fabrikalara ve şehir hayatına çekip endüstri yarışında ilerlerken, yiyeceğin büyük ünü dışarıdan almak zorunda kaldı; Hindistan, Çin, Afrika, Batı ve Orta Amerika’dan dana ve koyun eti, buğday, kahve, çay ve şeker getiriyordu.

Buna karşılık, kitlesel üretim artarken, yeni endüstriyel seçkinler de yatırımları için daha büyük ve yeni pazarlara ihtiyaç duymaya başladılar. 1880’lerde ve 1890’larda, Avrupalı devlet adamları amaçlarını hiç utanmadan açıklıyorlardı. İngiliz politikacı Joseph Chamberlain, “İmparatorluk ticarettir,” diyordu. Fransız başbakan Jules Ferry, daha da açık konuşuyordu: “Fransa’nın ihtiyacı olan şey, endüstrilerimiz, ihracatımız ve sermayemiz için yeni pazarlardır.” Patlamalar ve çöküntüler arasında gidip gelen, kronik işsizlikle boğuşan Avrupalı liderler, sömürge yayılımı durduğu takdirde işsizliğin kendi ülkelerinde silahlı devrimlere yol açacağı konusunda korkularını kuşaklar boyunca taşıdılar.

Bir önceki yazımız olan Akrep burcu Çin Astrolojisi başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment