Kelâmcıların fal gayb görüşü

Kelâmcıların gayb görüşü

İslâm öncesi topluluklar Müslüman olduktan sonra eski âdet, geleneklerini bir folklor unsuru olarak İslâm toplumuna sokmuşlardır. Bunların her devirde İslâm toplumunda az da olsa taraftar bulduğu söylenebilir. Fakat şu bir gerçektir ki; Kur’ânı Kerîm bu gibi batıl şeylerden yüz çevrilmesini belirtmiştir. Hz. Peygamber’in de bunları yasakladığı bilinmektedir. Şevkânî Ku r’ân’da gaybın Allah’a ait oluşunun defalarca vurgulanmasıyla, cahilîye toplumlanndan gelmekte olan bu yanlış usulleri ortadan kaldırmayı amaçlandığını ifade etmektedir.

Öte yandan Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığı; buna rağmen peygamber olarak seçip gönderdiği kişilere gayb bilgisinden vahiy yoluyla bildirmesinin mümkün olduğunu kelâm ekollerinin tamamı kabul etmiş ve buna pek çok âyeti delil olarak göstermişlerdir.342 Fakat ehli sünnet bilginlerinden Hâlimi, Ebû İshâk ve Nesefî ile bazı mu’te zili bilginleri bu âyetleri delil olarak kabul edip keramet yoluyla

gaybm bilinemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Nesefı, resullerin ancak vahiy ile gaybî bilgiye sahip olabileceğini, başka yollar ile hiçbir kimsenin gaybı bilemeyeceğini vurgulamaktadır.

Ehli sünnet ekolünün büyük çoğunluğu ise, ilgili âyetlerdeki gaybm bilinemeyeceği yönündeki ifadelerin genel olup Allah’ın herkesi gayba muttali kılmayacağı anlamına geldiğini, ancak bunun bazı gaybî bilgileri dilediği kullarına vermesine mâni olmadığını ifade ederek, Mu’tezile’nin bu konudaki görüşlerini eleştirmektedir. Hâzin ve Şevkânî gibi müfessirler âyetlerdeki ifadenin velilerin değil, İslâm öncesindeki arraf, kâhin ve müneccim gibi şahısların gayba muttali olamayacaklarına işâret ettiğini belirtmektedirler.

Bazı ehli sünnet âlimleri ise kâhin ve müneccimlerin gaybı bile bileceğini iddia etmişlerdir. Meselâ Bursevî tefsirinde, Firavun’a kâhinlerin Hz. Musa’nın geleceğini, krallığını sona erdireceğini ve yine peygamberin geleceğini haber vermelerini belirterek bu konuya delil getirmektedir. Râzî ve İbn Hâldun eserlerinde gaybm bilinebileceğine dair bazı deliller ileri sürülmüştür.

İnsan ancak Allah’ın yarattıkları üzerinde akıl yürütebilir ve ilim öğrenmeye çalışır. Akıllı ve en gelişmiş varlık olmasına rağmen insanın bilgisi sınırlıdır. Beşerî ve yaratılış kanunları arasında sebepsonuç münasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni kanunları ispat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü de bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybm sırları ve tasarrufu ise Allah’ın ilmine ve iradesine tabîdir. Bu nedenle yukarıda bahsettiğimiz gibi, falcıların söylediklerinden birkaç tanesinde isabet olsa bile, bu onların gaybı bildiklerinin delili olmaz. Bu nedenle Allah’ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem İlâhî talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır.

İnsanlık olarak bugün gelinen nokta deryada ancak katre kalır. İlmi putlaştırmak iman eksikliğinden kaynaklanır, kâinatın sırlarını çözebilmek imandan nasipdar olmaya bağlıdır. Bu tür düşünceler materyalist, ateist ve İslâm’a yabancı, bakış açılan çarpık kimselere mahsustur. İslâm inancına göre; Allah’ın insanoğlunu kâinattaki sün netullah denilen cari kanunlara müdahale ettirmesi ve sırlanna muttali kılması ancak Onun müsaade ettiği kadar olabilir. İşte bu noktada inanan, inanmayan veya ehli şirk aynlıyor.

Bir önceki yazımız olan İSLÂM’IN GELDİĞİ DEVİRDE FALCILIK başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Leave a comment