Eylül 2014

Beyaz Adam

logo (1)

Büyük Emperyalizm’in kökleri, ekonomik olmaktan öteydi. Stratejik düşünceler, dini tutkular, idealizm ve maceracılık da tıpkı ırkçılık gibi önemli rol oynamıştı. Birçokları, emperyalist fetihleri ilahi bir sorumluluk olarak görüyordu. Kipling’in “Beyaz Adam’ın yükü” şeklindeki ifadesi, Avrupalı misyonerlerin Hıristiyanlık inancını ve “uygarlığı” yaymak konusundaki hevesliliklerini özetliyordu; tabii ki bu uygarlık, aslında İkinci Dalga uygarlığıydı. Sömürgeciler, ne kadar iyi biçimlenmiş ve ilerlemiş olursa olsun, Birinci Dalga toplumlarmı ilkel ve gelişmemiş olarak görüyordu. Özellikle koyu tenlilerse, kırsal kesim insanları çocuk gibiydiler. Hilekar ve ahlaksızdılar. Hayata değer vermiyorlardı. Tembeldiler.

Bu tutumlar, İkinci Dalga güçlerinin yollarına çıkanı katletmesini haklı çıkarmayı kolaylaştırıyordu.
John Ellis, The Social History of the Machine Gun (Makineli Tüfeğin Sosyal Tarihi) adlı ında, bu yeni, fantastik derecede ölümcül silahın, on dokuzuncu yüzyılda nasıl mükemmel hale getirildiğini, başlangıçta “yerli” halklara karşı sistematik bir şekilde nasıl kullanıldığını ve bu arada insanın kendi dengini öldürmesi centilmence olmadığı için AvrupalIlara karşı kullanılmasının nasıl yasaklandığını başarıyla gösteriyordu. Ama sömürgelerde yaşayan insanları öldürmek savaştan ziyade bir av gibi görüldüğünden, başka standartlar da belirlenmişti. Ellis
şöyle yazmıştı: “Matabeleleri, Dervişleri ve Tibetlileri katletmek, gerçek bir askeri operasyondan biraz daha riskli bir ‘atıcılık’ olarak görülüyordu.”

Nil Nehri üzerinde, Khartoum karşısındaki Omdurman’da, bu üstün teknoloji 1898 yılında etkisini çok çarpıcı bir olayla gösterdi; Mehdi’nin başını çektiği Derviş savaşçıları, altı Maxim makineli tüfek taşıyan İngiliz askerleri karşısında ağır yenilgiye uğradı. Görgü tanıklarından biri şöyle anlatıyordu: “Mehdi’nin en son ve en büyük günüydü… Bir savaş değil, kesinlikle bir katliamdı.” O çatışmada yirmi sekiz İngiliz ölürken, arkalarında on bir bin Derviş cesedi bıraktılar; diğer bir deyişle, her İngiliz 392 “düşman” öldürmüştü. Ellis şöyle devam ediyordu: “Bu, İngiliz ruhunun zaferinin ve beyaz adamın genel üstünlüğünün başka bir örneği oldu.” İngilizlerin, Fransızların, Almanların ve HollandalIların dünyaya yaydığı ırkçı, dini ve diğer türde propagandaların ardında, tek bir gerçek yatıyordu: İkinci Dalga uygarlığı, tek başına var olamazdı. Dışarıdan sağlanacak ucuz kaynaklara kesinlikle ihtiyacı vardı. Hepsinden öte, bu kaynakları akıtabileceği tek ve birleşmiş bir dünya pazarı gerekiyordu.

EMPERYALİST DÜRTÜ

logo (1)

Hiçbir uygarlık, çatışma olmadan yayılıp gelişemez. İkinci Dalga uygarlığı da kısa sürede Birinci Dalga dünyasına karşı geniş çaplı bir saldırı başlattı, zafer kazandı ve iradesini önce milyonlarca, zaman içinde de milyarlarca insana kabul ettirdi.

Elbette ki İkinci Dalga’dan çok önceleri, on altıncı yüzyıldan beri Avrupa’da krallar sömürge imparatorlukları kurmak için yarış haindeydiler. İspanyol rahipler, Fransız avcılar, HollandalI, Portekizli, İtalyan, İngiliz maceracılar, dünyanın dört bir yanma dağılmış, insanları esir almış, katletmiş, topraklar fethetmiş ve kendi ülkelerindeki krallara vergiler göndermeye başlamışlardı.

Ama daha sonra olacakların yanında, bütün bunlar devede kulak kalıyordu.

Bu ilk dönem maceracıların ve fatihlerin evlerine gönderdikleri hazineler, sonuçta özel ganimetlerdi. Savaşlar ve kişisel lüksler için para gücü sağlıyordu; soylular için kışlık saraylar, renkli, şatafatlı ve işten arınmış tembel bir yaşam tarzı. Ama sömürgeleştirilen ülkenin temelde kendi kendine yeten ekonomisiyle hâlâ pek fazla ilgisi yoktu.

Büyük oranda para sisteminin ve pazar ekonomisinin dışında kalan köylüler, güneşin kavurduğu İspanyol topraklarından İngiltere’nin sisli çayırlarına kadar sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla ilgileniyor, ülke dışına ihraç edilecek ürünler üretmedikleri gibi, bu kavramın ne anlama geldiğini bile bilmiyorlardı. Gerçek şu ki üretim, yerel ihtiyaçları karşılamaya bile ancak yetiyordu. Başka ülkelerden çalman ya da satın alman hammaddenin onlara bir etkisi yoktu. Yaşam onlar için o ya da bu şekilde akıp gidiyordu. Fethedilen denizaşırı ülkelerden gelen şeyler, köylerde yaşayan sıradan halktan ziyade, yönetici sınıfı ve şehirleri zenginleştiriyordu. Bu açıdan, Birinci Dalga süresince emperyalizm gülünç denebilecek bir seviyedeydi… henüz ekonomide bir yeri yoktu.

İkinci Dalga, görece küçük çaplı olan bu soygunculuğu dev boyutlara taşıyarak, görkemli bir harekete dönüştürdü.
Burada sadece birkaç sandık altın, zümrüt, baharat ve ipeği hedeflemekle yetinmeyen, yeni bir emperyalizm doğmuştu. Bu emperyalizmin gözü, gemiler dolusu nitrat, pamuk, hurma yağı, kalay, kauçuk, boksit ve tungstendeydi. Kongo’daki bakır madenleri, Arabistan’daki petrol kuyuları, bu emperyalizmin eseri olacaktı. Bu emperyalizmin anlayışı, sömürge ülkelerden kaba güçle hammadde alıp, ürettiği malları fahiş fiyatlarla sömürge ülkelere geri satmaktı. Diğer bir deyişle, endüstrileşmiş ülkenin ekonomik yapısının kıyısında kalmayan, milyonlarca sıradan işçinin ekonomik seviyesini belirgin şekilde etkileyecek bir emperyalizm söz konusuydu.

Üstelik konu sadece işler de değildi. Yeni hammaddelerin yanı sıra, Avrupa giderek daha fazla yiyeceğe de ihtiyaç duyuyordu. İkinci Dalga toplumları kırsal bölgelerde çalışan insanları fabrikalara ve şehir hayatına çekip endüstri yarışında ilerlerken, yiyeceğin büyük ünü dışarıdan almak zorunda kaldı; Hindistan, Çin, Afrika, Batı ve Orta Amerika’dan dana ve koyun eti, buğday, kahve, çay ve şeker getiriyordu.

Buna karşılık, kitlesel üretim artarken, yeni endüstriyel seçkinler de yatırımları için daha büyük ve yeni pazarlara ihtiyaç duymaya başladılar. 1880’lerde ve 1890’larda, Avrupalı devlet adamları amaçlarını hiç utanmadan açıklıyorlardı. İngiliz politikacı Joseph Chamberlain, “İmparatorluk ticarettir,” diyordu. Fransız başbakan Jules Ferry, daha da açık konuşuyordu: “Fransa’nın ihtiyacı olan şey, endüstrilerimiz, ihracatımız ve sermayemiz için yeni pazarlardır.” Patlamalar ve çöküntüler arasında gidip gelen, kronik işsizlikle boğuşan Avrupalı liderler, sömürge yayılımı durduğu takdirde işsizliğin kendi ülkelerinde silahlı devrimlere yol açacağı konusunda korkularını kuşaklar boyunca taşıdılar.

Tarot Falı Kupaların Yedilisi Kartı

indir

Bu kart, suyun altındaki krallığı bir deniz kızı ile simgeler. Bu figür, iki kupayı coşkulu bir kutlama ile yukarıda tutarken, diğer beş kupa da onun sunduğu bolluk ve şans sözü etrafında konumlanırlar. Bu imge, bu kartla ilgili olan rüyalara ve masallara özgü nitelikleri sembolize etmekle birlikte, kartın bilinçdışı, güçlü enerjilerini işaret eder.

Düzün Anlamı
Bu kart, gerçek ve imgelem olan şeyler arasındaki bağların görünmez olduğu süreci belirtir. Bolluk zamanını vurgulamaktadır.

Fakat, size verilen sözlerin ve sunulan olasılıkların birçoğu rüzgarla birlikte uçup gitmiş. Burada önemli olan şey, söz konusu olasılıklar, tasanlar ya da ilişkiler belirmeden önce sabırla bekleyerek, iç huzurunuzu koruyabilmek.

Sert kavramının etkisi altında olan her hangi bir eylem girişimi, engellenecektir. İçinizde her yöne akmak üzere bekleyen enerjinin dı şan çıkmasını engellerseniz, sizi yorgunluğa sürükler. Duygusal anlamda birkaç ilişki ya da iş fırsatları ve kariyer değişiklikleri yaşanabilir. Söz konusu durumlar, sezgilerinizi bütünüyle değerlendirir. Bu sürecin asıl amacı, evrenin bolluk akışını yakalamaktır. Geçek aşkınız ya da hayatınızın en yaratıcı dönemi çok kısa bir süre sonra başlayacak. Bu süreçte somut olan her şeyin hemen peşine düşersiniz, her şey altın perisi gibi kolayca eriyebilir.

Tersin Anlamı
Kart ters geldiğinde, sizi aldanmalara karşı uyanık olmaya davet eder. Kendinizi bir konuda aldatıyor olabilirsiniz örneğin, size uymayan bir sevgiliyi arzulamak gibi. Bireysel öz güvene zarar veren fanteziler alkol ya da uyuşturucu aracılığıyla gerçeklik kazanabilir. Geçici yaşamsal tehlikelerin altım çizmektedir. Eğer kendinizi’ Zamanım olduğu zaman…’ gibi bahane cümleleri ile karşı karşıya bulursanız, rüyalarınızın ne kadannm gerçekleştiğini de sorgulamalısınız. Söz konusu durum, sadece bir fanteziden ibaret de olabilir. Bu yorumlar iş, bireysel ya da ruhsal dünyalar dahilinde olabilir. Kendinizi sorgulayarak, gerçek rüyalannızın neler olduğunu belirlemenin zamanı geldi galiba !

Tarot Falı Kupaların Altılısı Kartı Anlamı ve Açıklaması

indir (1)

Kart, altı kupa tarafından daire içine alınmış aile ve çocuk figürü ile karşımıza çıkıyor. Bu imge, bireysel konumlar dahilinde var olan çocuğu ve aileyi sembolize eder. Her şeyin kökü geçmişe dayanır ve bu köklerin gelişmek için desteğe ihtiyacı vardır. Bu kart, altı rakamının enerjileri ile duyguyu ve yaratıcılığı birleştirerek, çaba sonucunda elde edilebilecek uyumu sembolize eder.

Düzün Anlamı
Geçmişin gücü, bu kartın en önemli mesajlarından biri. Hatırla sanız da anutsanız da, değer verseniz de vemesiniz de, geçmişiniz sadece size özgüdür. Geçmişinizin yaşamınızda önemli bir rol oynadığına dikkat çekiyor! Aşk ya da yakın arkadaşlıklar üe ilgili olarak, geçmişte size oldukça değer vermiş bir kişinin döneceğini müjdeler. Bu kişi sunacağı yeni olasılıklar ile size ilham kaynağı olarak yaşamınıza yeni bir boyut kazandıracak.

îş ya da kariyer ile ilgili olarak da, geçmişinizin sizin için önemli bir kaynak olduğunu vurguluyor. Eski bağlantılarınızın yeniden gündeme gelerek, yarım kalmış tasarıların yeni düşüncelerle tazelenmesini sağlayabilir.İlerleyeceğiniz yön konusunda şüpheleriniz var ise, çocukluk döneminize kadar uzanarak geçmişinizi değerlendirmelisiniz. Size en çok ne keyif verirdi ? Dikkatinizi en çok ne uyandıtrabilirdi ? Geçmişiniz sizin peşinize düşmüyor; sadece gizilgücünüzü açığa çıkarmak için sorularıyla fırsat tanıyor!

Tersin Anlamı
Nostalji ya da pişmanlıklar eylem ve düşüncelerinize egemen olur iseler gelişmenize ket vuracaklardır. İşte ters Kupa altılısı, şimdiyi yaşayamama ve geleceğe adım atamama gibi yetersizliklere dikkat çekiyor. Geçmişteki başarılarınız, mutlu anlarınız ya da acılarınız, karar verme yolunda size yardımcı olamıyorlar. Geçmişin kapısını sertçe kapatarak, yeni bir başlangıç girişiminde bulunmanızın tam zamanı!

Tarot falı Savaş arabası kartı

indir

Savaş Arabası, genel olarak iki at figürü ile çizilmiştir. Daha sonraki tarot karlannda, bu at figürlerinin yerini iki sfenks almıştır. Rönesans Tarotu’nda ise Zamanın Lordu’nun arabasını çeken figürleri ejderha olarak seçilmiştir. Bu egzotik melez hayvanlan işleyen masal ve efsanelerin özellikle Rönesans dönemi ve bu kart ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

Masalların vahşi ve güçlü hayvanları olan bu figürlerin kökleri yakın Doğu’ya Mezopotamya, Mısır ve Hindistan’a uzanmaktadır. Bu figürler ayrıca, hanedan armacılığında da adaleti ve uyanıklığı anlatmak üzre resmedilmişlerdir.
Yunan ejderha figürleri, Güneş tanrısı Apollo ve onun kız kardeşi Ay için kutsal varlıklardır. Bilgeliğin simgesi Athene ile intikam ve kader tanrıçası Nemesis ile birlikte var olan figürlerdir! Eski Roma’lı bir ressam Nemesis’i, ejderhaların çektiği bir savaş arabası ile birlikte resmetmiştir.

Rönesans şairi, İtalyan Dante ‘İlahi Komedya’ adlı eserinde ejderhaları, iki yapıyı tek bir şekilde birleştiren, mistik bir figür olarak sunar. Sembolize edilen tüm kavramlar, bütünüyle kavrandığı ve evcilleştirildiği taktirde, tıpkı Aşıkların bütüne ulaşması gibi, bir bütüne ulaşmak ve ruhu güçlendirerek saflaştırmak için bir araya gelirler.

Şüphesiz ejderhalar, ürkütücü yaratıklardır ve genel olarak düşman ve yıkıcı güçler ile ilişkilendirilirler. Savaş arbası gücün ve eğilimin yanlış yönde olması durumunda sizi uyarır bu enerjiler kontrol altında olmadığı taktirde yıkıcı olabilirler. Bununla birlikte, ejderhalar evzilleştirilebilir ve koruma amaçlı olarak kullanılabilirler. Mezopotamya ejderhaları, genel olarak kadın ve erkek efendiler arasında ya da arkasında koruyucu olarak resmedilmiştir.

Ortaçağ’a ait bir efsane, bu tür pagan masallarından geliştirilerek oluşmuştur. Büyük Alexander’m bulutlar arasında, ejderhaların çektiği bir savaş arabasını çektiğinden söz edilir. Rönesans döneminde, zaferleri ile ünlü şehir yöneticileri, zaferi simgeleyen savaş arabalarım kullanmayı benimsemişlerdir bu arabalar, kahramanlıkları kutlayarak şehre giren, savaş esirlerini takip eden , klasik döneme ait arabalar düşünülerek tasarlanmıştır. Savaş arabalarının sürücüleri, genel olarak zaferi simgelemekle birlikte, zamanı, yaşam ve gün içerisindeki önlemleri imgelemektedirler.

Karın numarası, her yedi günde bir çeyrek dönüşünü tamamlayan Ay’a özgü rakam 7 ‘dir. Ay takvimleri, insanoğlunun çok uzun süre zamanı anlamlandırabilmesi için kullandığı ilk metodtur. Ay tarafından yönetilen Yengeç burcu, güneşin gökyüzünde zafere uzanması ile başlayan yaz gündönümünde var olmaya başlar. Savaş arabasının tamamlanan yolculukları sonunda, bir çok şey deneyimlenmiş olur ; fakat tarotun derinliklerine birlikte ineceğimiz, meydan okuyucu figürler henüz bitmemiştir!

Büyük Arkana’nm en eski kartlarında da var olan bu kart, yorumlanması en güç karttır. Günümüzde, zamanı çizgisel bir kavram olarak yorumluyoruz. Tarot sembolizminde ve benzer kaynaklı öğretilerde yoğunlaştığımızda ise bu yorumun tam anlamıyla doğru olmadığını görüyoruz. Bu tür felsefeler zamanı, yaşam yolundaki bitişler ve başlangıçlar ile betimlenen ve sürekli olarak dönen sonsuz bir spiral olarak imgelemektedirler. Bu nedenle, savaş arabasının zor bir mücadeleden sonra zafere olan yolculuğu zamanı belirgin kılmaktadır. Fakat yaşam her zaman, efsane ve peri masallarındaki gibi yengilerden ibaret değildir. Er ya da geç ‘ şu an var olan şartlar ne ?’ sorusu sorulmak zorundadır. Bu kart, yengilere ulaşabilmek için enerji ve odaklanma gereksinimini vurgulamaktadır.

Savaş Arabası ile vaadedilen başarı ve huzura, büyük bir çabadan, çalışma ve ruh çözümünden sonra ulaşmak mümkündür. Burada, size başarıyı ya da şansı hemen getirebilecek bir belirti söz konusu değildir. Zafere sadece olumlu davranışlar, odaklanma ve kararlı olma istemi ile ulaşabilirsiniz. Bazı zamanlarda da yeni bir enerjinin ve kazanma isteğinin göstergesi olabilir. ‘ Binlerce kilometrelik bir serüvene, bir adım atmadan başlamak imkansızdır ‘ tümcesi, bu kartın en fazla ifade etmek istediği düşüncedir.

Kart belli bir kişiyi simgelediğinde, söz konusu kişi size yaşamınızda ilham olabilecek ve sizin yeteneklerinize odaklanmanıza yardımcı olabilecek bir kişidir. Böyle bir birey, yaşamınızda yararlı değişimlerin ve gelişmelerin habercisi olabilir.

Diğer kartlar ile birlikte yorumlandığında, yeni haberlerin, ziyaretçilerin ve konum olarak sizden uzakta gerçekleşicek faaliyetlerin göstergesidir. Bu bağlantılar ya da yaşamınızdaki yeni olgular, bir tasarıyı tamamlamak ya da yaşamınızda önemli değişimler yapabilmek için gereksinim duyduğumuz enerjiyi, ruhunuzun derinliklerine inerek arama cesareti verebilir.

Düşmanlık, açgözlülük ve bağımlılık olarak yorumlanır. Aynı zamanda sizi, aşın gurur ve kibir, gücün yanlış kullanımı, kısacası özdenetimin kaybolması konusunda sizi uyarmaktadır. Bu tür kavramlar insanoğlunu başanlardan alıkoyan ve uzaklaştıran kavramlardır. Bireysel kaynaklarınızı, aşın hırs ve kazanma istemiyle harcayabilirsiniz. Savaş arabasını zafere giden yola yönlendirmek için her şeyi yeniden gözden geçirmek zorundasınız.

Sosyal Dalgalanmalar

logo (1)

Üçüncü Dalga’ya özgü sosyal hafıza, sadece saklanan bilginin miktarı açısından değil, niteliği açısından da farklı olacak. Diğer bir deyişle, hafızamıza “yaşam” katacağız.

İnsan beyninde kuşaktan kuşağa aktarılan sosyal hafıza, sürekli olarak eriyor, tazeleniyor, kıyaslanıyor, çeşitli şekillerde birleştirilerek değişime uğruyordu. Aktif, yani dinamikti. Neredeyse kelimenin gerçek anlamıyla canlıydı.

Endüstri uygarlığı sosyal hafızayı insan beyninin dışına çıkardığında, bu birikmiş veriler nesneleşti, kağıtlara, fotoğraflara ve filmlere döküldü. Ama bir veri parçası kağıt üzerine döküldüğünde, bir görüntü bir kez resimlendiğinde, gazete bir kez basıldığında pasifleşir ve statik hale gelir. Yeniden insan beynine sokulduklarında ise canlanır, kullanılır ve yeni biçimlere girer. Bu açıdan, İkinci Dalga uygarlığı sosyal hafızayı köklü bir şekilde genişletmekle birlikte, aynı zamanda da onu dondurdu.

Üçüncü Dalga enfosferine sıçrarken, tarih açısından asıl heyecan uyandıran şey onu yalnızca sosyal hafızayı genişletmesi değil, yeniden yaşama döndürmesidir. Bilgisayar biriktirdiği verileri bir işlemden geçirdiğinden, insanoğlunun geçmişinde daha önce benzeri görülmemiş bir olgu ortaya çıktı: Bilgisayar hem sosyal hafızanın kapasitesini artırdı hem de onu harekete geçirdi. Bu ikisi birleştiğinde bir itici güç oluştuğu kısa süre içinde anlaşılacak.

Bu yeni genişletilmiş sosyal hafızayı harekete geçirmek, yeni kültürel enerjilerin de salıverilmesini sağlayacak, çünkü bilgisayar sadece küçük parçalar halindeki verileri düzenlemekte ve bütünleştirmekte değil, imkan dahilindeki şeylerin sınırlarını da çok ötelere genişletecek. Bir lık ya da dosya dolabı, alışılagelmiş biçimde düşünmenin dışına çıkmak bir yana, hiçbir şekilde düşünme becerisine sahip değildir. Ama bilgisayarın “dü şünülemeyen ve bugüne dek düşünülememiş olanı düşünmesini” istemek mümkündür. Daha önce gerçek anlamda düşünülmesi veya hayal edilmesi mümkün olmayan türden yeni teorileri, fikirleri, ideolojileri, sanat görüşlerini, ekonomik ve politik yenilikleri, bilgisayar ortaya çıkarabilecek. Böylece tarihsel değişimi hızlandıracak ve Üçüncü Dalga uygarlığındaki toplumsal çeşitliliği artıracak.

Daha önceki tüm uygarlık aşamalarında, insanlar arasında iletişim araçlarını enfosfer sağlıyordu. Üçüncü Dalga, bu araçların çeşitliliğini, imkanlarını ve kapasitelerini artıracak. Ama bunun ötesinde, tarihte ilk kez makinenin makineyle haberleşmesine ve daha da şaşırtıcı olarak insanla zeka ortamı arasındaki haberleşmeyi mümkün kılan araçlara tanık olacağız. Biraz geri çekilerek resme daha geniş açıdan bakarsak, enfosfer devriminin de toplumun enerji temelindeki ve teknoloji düzenindeki devrim kadar üst düzeyde ve kapsamlı olduğunu görürüz.
Yeni bir uygarlık kurma çabaları, aynı anda birçok seviyede birbirleriyle yarışıyor.

Faydalı İşler

logo (1)

Günümüzde Üçüncü Dalga etkilerini hissettirerek yeni enfos ferini yaratırken, biz bu ortamda yaşam değil, zeka bulunduğuna inanıyoruz. Hiç şüphesiz, bu ilerlemenin kaynağı bilgisayardır. Elektronik işlemci ve makineye hafıza deposundaki verileri nasıl kullanacağını söyleyen bir işletim sisteminden oluşan bilgisayar, 1950’lerde henüz yeni doğmuş bir “ucube” idi. 19551965 yılları arasında, Üçüncü Dalga’nın Birleşik Devletler’de güçlenmeye başladığı yıllarda, bu bilgisayarlar sessiz sedasız iş dünyasına yerleşmeye başladı.

Başlangıçta ofisin tamamıyla ilgisi olmayan, kapasite açısından sınırlı, daha ziyade muhasebe işlerinde kullanılan sistemlerdi. Ama çok geçmeden, devasa kapasitelere sahip ve çok çeşitli amaçlarla kullanılabilen makineler, şirketlerin genel merkezlerindeki yerlerini almaya başladı. Booz Ailen & Hamilton yönetim danışmanlığı firmasının başkan yardımcısı Harvey PoppePe göre: “19651977 yılları arasındaki dönem, son derece görkemli bir bilgisayar çağıydı. Karşımıza çıkan şey, makine çağı düşüncesinin zirve noktasıydı. İnanılmaz bir başarıydı; yerin metrelerce altında, patlamaya dayanıklı ve antiseptik bir odada, bir düzine süper teknokrat tarafından kullanılan büyük bir süper bilgisayar!”

Bu merkezi devler öylesine etkileyiciydi ki çok geçmeden sosyal mitolojinin standart bir parçası haline geldiler. Karikatüristler, film yapımcıları, bilimkurgu yazarları, merkezi bilgisayarları geleceğin sembolleri arasına katmıştı. Herkes, bilgisayarları her şeye gücü yeten bir beyin, insanı aşan bir zekanın yoğunlaştırılmış hali olarak görüyordu.

Ama 1970’lerde gerçekler, hayal gücünü yavaşlattı ve bu gerçek dışı görüntüler ayıklandı. Bilgisayarlar inanılmaz bir hızla küçülüp kapasiteleri artarken ve fiyatları düşerken, toplum yaşamının her alanında küçük, ekonomik, kullanışlı bilgisayarlara rastlamaya başladık. Sadece genel merkezlerde değil, fabrikalarda, laboratuarlarda, satış departmanlarında, teknik serviste bile bilgisayarları görmek mümkündü. Gerçekten de sayıları öylesine arttı ki şirket yöneticileri kaç tane bilgisayarları olduğu sorusuna cevap vermekte zorlanıyordu. Bilgisayarın düşünce gücü artık tek bir noktada yoğunlaşmıyor, “dağıtılıyor” idi.

Bilgisayar gücünün dağıtımına hâlâ devam ediliyor. 1977 yılında, dağıtılmış veri işlemi için sadece Birleşik Devletler’de 300 milyon dolar harcandı. International Data Corporation’ın raporuna göre, bu sayının 1982 yılında 3 milyar dolara tırmanması bekleniyor. Çok yakında, özel eğitimle uzmanlaşmış bir bilgisayar rahipleri sınıfına gerek bırakmayan küçük ve ekonomik makineler, en az daktilo kadar yaygın hale gelecek ve böylece, çalışma ortamımıza daha fazla “zeka” katmış olacağız.