Ocak 2015

Narsizim nedir?

Bu şımartılmış bireylerin bencillik, sığlık, taşma ve büsbütün mutsuzlukları (bireye fazlasıyla vurgu yapan, onun kişisel değer ve gücünü hissedişini azaltan bir kültürün acı ironisi) günlük yaşamımızın bildik kaygılandır. Birçok psikoloğun belirttiği gibi, narsisizm öz sevgiden çok öz nefrettir ve genelde boşluk, değersizlik, kişisel parçalanma ve hapsedilmiş öfke duygularıyla bir arada yaşanır Bu belittiler büyük bir toplumsal gerilimin ve kişisel acının kaynağıdır ve bu sayede Lasch’ın narsisizm Kültürü ve Ailen Bloom’un Amerikan Zihniyetinin Sonu gibi yapıtlarını içeren popüler bir edebiyat alanı ortaya çıkmıştır. Bunlann ikisi de benim, varlığımın “parçacık yanı” üzerinde fazla durmamın etkilerini grafik aynntılarla tanımlar.

Narsisizm bir ilişki hastalığıdır, insanın kendisiyle ve başkalarıyla anlamlı bir ilişki kuramamasından doğan bir hastalıktır.

Bunun zıddı, yaşama bağlılığın, uğraşının, sevginin, kendini kurban etme ve hatta en uçta belki şehit olmanın önemini vurgulayan bir yaklaşımdır. Bu, bireyi kendinin ötesine, kendi yalıtılmış deneyimlerinin, kendi duygulannın ve izlenimlerinin ötesine çekip, onu yaşamın ve ilişkilerin daha geniş bir bağlamına yerleştirir. Böylesi bir yaklaşım geçmişte, dinsel inancın daha güçlü olduğu zamanlar da vardı, fakat bu artık kültürümüzde baskın bir tema değildir.

Şüphesiz, Batı ülkelerinde yaşayan herkes boş ve narsi sist yaşamlara sahiptir, demiyoruz. Birçoğunun tatmin edici ilişkileri vardır ve bağlılık, mahremiyet ve kendini kurban etme derecesinde fedakarlığın bilincindedirler. Birçoğunun idealleri vardır. Fakat bizim modelimiz yani kim olduğumuzu bilmek istediğimizde ve hangi davranışın değerli olduğunu araştırdığımızda baktığımız psikolojik ayna, kişinin varolan psikolojisini takip eden narsisist bir modeldir.

Eğer bu modelin ötesine geçmek istersek, bu modelin dayandığı psikolojinin ötesine geçmeliyiz.

Hayatınızı kökten değiştirin

Değişimin ilk başta hoş karşılanmaması doğaldır. Hepimiz alışkanlıklarımızla yaşıyoruz. Ancak daha iyisinin mümkün olduğunu bildiğimiz zaman değişim cömert bir eyleme dönüşmektedir. Ve bu kişisel değişim sayesinde en yakınımızdakilerin, içinde yaşadığımız toplumun, çalıştığımız şirketin, aile fertlerinin de hayatlarını zenginleştiriyoruz aslında. Bizim değişme cesaretimiz başkalarının da değişmek için cesaret bulmasını sağlamaktadır. Bizim kararlılığımız başkalarını da hakikatin peşinde koşmaya teşvik ediyor. Cömertliğimizi değişerek ifade ettiğimiz zaman başkalarının da değişerek hayatlarını yeniden yaratmalarını sağlıyoruz bir anlamda.

Bu şekilde, hiçbir değişiklik yapmadan yaşamaya devam edin. Çok geçmeden, banyoda düşüp kalçasını kırınca onu bir huzurevine yatırmak zorunda kaldılar. Her şey o kadar aceleye gelmişti ki istediği birkaç parça eşyasını almaya bile fırsatı olmamıştı. Bir yakını, mobilyalar da dahil bütün eşyalarını bir eskiciye satmıştı. Kendini hiç olmadığı kadar yersiz yurtsuz hissediyordu artık.

Cömertliğe giriş yapmanın yollarından biridir değişim; çünkü değişimin kendisi cömert bir eylemdir. Çoğu zaman bir şeylere sıkı sıkıya tutunmanın kimseye faydası olmayan basit bir korkudan kaynaklandığı düşünülürse, her şeyi olduğu gibi korumaya çalışmanın cömertliğe aykırı olması da kaçınılmazdır. Herhangi bir kesinliği ya da garantisi olmadan, ama doğru olduğuna inandığımız bir şeyin uğruna değişmek öncelikle kişisel bir üretkenlik örneğidir ve bu da başka imkânlar yaratılmasına yol açar.

Astrolojik Kuantum

Gündelik anlamda, her ikimiz de yaşarken bu sorunun yanıtının ‘evet’ olduğu aşikârdır. Mahremiyet yoluyla, seven ve sevilen (ya da anne ve çocuğu, yakın bağları olan insanlar ya da aynı gruba mensup kişiler) öyle sarmaş dolaş olmuşlardır ki dalga fonksiyonları, iç içe geçmiştir, “Beni sen olan ben kimdir?” sorusunu kimse yanıtlayamaz. Her biri bir dereceye kadar diğerini meydana getiren tözdür. Herkes kısmen kendi geçmişinin bazı unsurlarının şimdiki zamana dahil olmasından oluştuğu için, her birimiz hem kendimizin hem de mahremiyeti yaşadığımız kişinin geçmişini içimizde taşmz. Yani nasıl ben kendi geçmişimle sürekli iletişim halindeysem, aynı şekilde kocamın geçmişinin bir kısmıyla da, özellikle ilişkimize getirdiği unsurlarla, sürekli iletişim içindeyim. Onunla ilinti kurarken aynı zamanda onun bebekliği, anne babası ve Kanada’daki çocukluğuyla da ilinti kuruyorum. Kendi içimdeki çocuğa iyi anne olurken aynı zamanda, yetişkinliğimizin ilişkisinin bir parçası olan onun içindeki çocuğa da iyi bir anne oluyorum.

Benliğe kuantumsal açıdan bakıldığında benim kendi geçmişimle mahremiyet yaşadığım kişinin geçmişi arasında çok kesin ve katı bir aynm yoktur. Aslında bu kişi, benim aracılığımla, yani benimle ilintili olması yoluyla, kendi geçmişiyle daha önce hiç kurmadığı türden bir iletişim kurabilir. Yani benim aracılığımla, yaşamımın birbirinin ardılı olan her anında tıpkı benim geçmişimin yeniden beden bulması gibi, onun da geçmişi benim şimdimde yeniden beden bulur ve benim varlığımın dokusunda sonsuza kadar varolur.

Geçmişleri benim kendi benliğime örülü diğer insanlar şu an mahrem ilişkide olduğum insanlar olabilir; örneğin anne, baba, büyükanne, büyükbaba, kahramanlar ve tarihi kişilikler. Bunlann her birinin, benim bilincimde bir şekilde etkisi vardır (bilincimle çakışmıştır) ya da benim bilincime etki eden birine etki etmişlerdir. Ben kısmen hem annem babam hem büyükannem büyükbabam, hem de onlar aracılığıyla kuşaklar öncesinden gelen tanımadığım atalarım olurum.

Toplumsal hafıza yoluyla ve bu hafızanın kuantum hafızamda yer alış ve şimdime dahil oluş şekliyle ben bir Amerikalıysam, kısmen; George Washington, kısmen Abraham Lincoln ya da Jack Kennedy’yim. Washington’un dürüstlüğü, Lin coln’ün adilliği ve Kennedy’nin gençlik dolu hevesi benim değer verip saygı duyduğum (bir çeşit mahrem bağ kurduğum) özellikleri olup, benim de varlığımın dokuma ilmekleri olmuşlardır. Bu, bizim tarihi varlıklar olmamızın fiziksel temelidir. Biz gerçek anlamda tarihle iç içe geçmiş, onunla örtüşmüşüzdür ve aynı zamanda tarih de bizimle sürekli iletişim içindedir.

Marcel, başka insanların geçmişleriyle arasındaki bağdan şöyle söz eder: “Kendimi sadece zamanın bir anında dünyaya itilmiş, tarihsel olarak belirlenebilen biri olarak değil, aynı zamanda benden önce gelenlerle aramda neden sonuç ilişkisine indirgenemeyecek bir bağ olarak görmeliyim.”

fal bak

Paralel evren nedir?

Kuantum hafıza koşullannda anlaşıldığı üzere, bizden önce gelenlerle (ölüler) aramızdaki bağ, sevdiğimiz canlı insan lann geçmişleriyle aramızdaki bağa benzer; bu sadece “anma” yoluyla kurduğumuz bağ değildir. Onlan hatırladığım i$n değil, fakat ben (kısmen) onlar olduğum içindir. Benim aracılığımla, onlann varlığının bazı yanlannın benim kendi varlığıma örülü olması olgusu nedeniyle onlar yeniden beden bulmuş, benim yaşantıma getirilip ben yaşadıkça yaşar hale gelmişlerdir.

Fakat kuşkusuz, ölüler “Benim yaşadığım gibi yaşayamazlar.” Belki ölü bir insanın geçmiş yaşamının kuantum hafıza yoluyla şimdi benim canlı yaşamımın bir parçası olması mümkün olabilir; ama beni canlı olarak ölüden ayıran benim süregiden deneyimler yaşıyor olmamdır. Ben kendimin canlı olarak farkındayım ve benim bir geleceğim var. Ben güneşin ışığının sabahleyin penceremin altından geçen kanalın suyu üzerindeki yansımasını görünce hayrete düşüyorum ve büyük bir olasılıkla yann da böyle olacak. Doğal olarak ölünün ne böyle bir deneyimi ne de bir geleceği olacaktır.

Fakat böylesi sorunlar, yalnızca bizim benliğe o eski, kuantum öncesi bakış açımızın inatçılığını gözler önüne serer; bizim benliğin hayatta kalışına bakış açımız ya da canlı benliğe zaman içinde varolup diğerleriyle ilişkiye giren bir benlik olarak bakmamız farklılık gösterir.

Benliğe ikici (bedenim ve ruhum ayn varlıklar) değilse mutlaka materyalist (ben beynimim) klasik görüş açısıyla bakıldığında benliğin değil ölümden sonra, zamanın içinde bile kalıcılığını açıklamaya olanak yoktur. Aynı şekilde mahrem ilişkiyi de* açıklamak mümkün olamaz. Buna karşılık, kuan tumcu görüşe göre benim zaman içinde ısrarcı varoluşum, ötekilerle yakın ilişkilerim ve ölümden sonra hayatta kalış olgularım arasında Kesin ayrımlar çizmenin olanağı yoktur. Ne yalıtılmışIıR ne de ölüm Kesin bir tanıma sahiptir.

Kuantumcu görüşe göre, benim zaman içinde Kendimle olan ilişkim (kuantum hafıza yoluyla yığılan tüm alt benlikleri min birleşmesi) benim şu anda bir başkasıyla olan mahrem ilişkime benzer. Her iki durumda da “ben”, “şimdi” ben olan, beynimdeki kuantum sistemde birbirleriyle örülü desenlerin (salınımlar) oluşturduğu duvar halısından doğar. Bu desenlerin bazıları benim kendi geçmişimde yatan sinir yollarından, bazıları başkasının beynindeki kuantum sistemindeki desenlerin yerel olmayan korelasyonlarından* doğar, fakat hepsi de birbiriyle örülerek “beni” oluşturur.

Ben “ben”im (tüm alt b enliklerimin birliği), fakat ben aynı zaman da “ben ve sen”im (Seninle olan birliğim.) Eğer ölürsem, artık kendi içimde tüm geçmişim, tüm bilincim ve deneyimlerim, tüm ilişkilerim, tüm genetik malzemem; tüm bedensel mizacım vs.’nin birleşmesiden oluşmuş o eşsiz desen içinde süregiden o diyalog olmayacaktır Kuantum fiziğinin diliyle artık “parçacık yanım” olmayacaktır. Fakat seninle ilişkiye soktuğum parçam, “dalga yanım”, ben ve sen, senin ötekilerle ve kendinle olan diyaloğunun bir parçası olarak devam edecektir.

fal bak

Astroloji ve Kuantum

Parçacıklar tek tek vakumdan dışarı yükselip kısa bir süre varolurlar, daha sonra diğer parçacıklarla birleşip ya yeni bir şey oluştururlar ya da çıktıkları kaynağa geri dönerler. Fakat bu kısa ömürleri boşuna değildir. Eğer iki temel parçacık buluşup tek vücut olurlarsa, her biri kendi başına varolmaya son verir, fakat oluşturduklan yeni parçacık onlann kütlelerinin özüne sahip olacaktır. Eğer bir nötron dağılırsa onun kütlesi, yükü ve dönmesi, elektron, proton ve sonuçta oluşan antinötrino içinde olduğu gibi korunur. Meydana gelen her kuantum olayı izini, “ayak izlerini zamanın kumları üzerine” bırakır.

Aynı şekilde, bir model ya da bütünün (bir grup, bir kurum, bir millet) devamlılığını ilgilendiğimiz nesne olarak alırsak, parçaların bireyselliğinin geçici hali bütün içinde fark edilmez ya da en azından ana meselenin yanında yer alır.

Beden hücrelerimin binlercesi her gün tek tek ölüyor fakat onların yerine diğerleri geçiyor ve bedenim eskisi gibi olmaya deVam ediyor. Okulda oğlumun sınıfındaki birçok çocuk büyüyüp okuldan aynlacak ama okulun ana sınıfı olmaya devam edecek. Gelecek bahara, bu yıl olduğu gibi san fulyalar topraktan yine fışkınp bahçeyi süsleyecekler. Daha geniş ölçekte düşünürsek nüfusu tamamıyla değişse de şehirleri doğup batsa da daima bir Ingiltere olacaktır; eğer İngiltere olmazsa en azından milletler olacak, eğer milletler olmazsa bir gezegen, eğer bu gezegen olmazsa en azından yıldızlar etrafında yörünge çizen daha büyük topluluklar olacaktır. Bu bakış açısıyla bazı modeller daima kalıcı olacaktır.

Fakat biz insanlar, günlük yaşamımız içinde ve kendi özel geçmişlerimiz açısından kendimizi ne çok küçük ne de çok büyük ölçekte görürüz. Biz kendimizi, ailemizin, okulumuzun, milletimizin, yıldızımızın biz göçüp gittikten sonra da devam edeceği düşüncesiyle avuturuz. Bu gidişat, yani sonumuzun kaçınılmazlığı yaşamımızın hiçbir gününde bizi rahat bırakmaz. Bu, kimileri için yaptıkları her şeyin üzerine düşen bir gölge, bazılan için de tüm anlam ve değeri ortadan kaldıran bir ürküntüdür. Bu gölgeden kaçabilmek, bu ürküntüyü yadsıyabilmek, bu sonu aşabilmek için çoğumuz bir çeşit kişisel ölümsüzlüğe (deneyleyen ve düşünen varlıklar olarak hayatta kalmaya) ya inanır ya da bunun olmasını umanz. Fakat böyle bir umut beslemek için elimizde herhangi bir gerekçe var mı?
Geleneksel olarak, herhangi bir ölümsüzlük beklentisi, bedenden bağımsız olup onun ölümünü aşan kişisel, ölümsüz ruh inancına ya da aşkın bir tannnın varlığına borçlu olunan uzak bir ufukta bir çeşit bedensel yeniden canlanış olduğu inancına dayanır. Bir üçüncü anlayış da bugün bile tin cilerin sevgilisi “gölge adam” ya da “astral beden”dir. Bu bir parça hayaletimsi ve uçucu, ölüm anında kendini fiziksel bedenden ayıran puslu şey, görüntüsünü kim olduğu tanınacak netlikte korur. Bu düşüncelerin her biri, en büyükten en küçük ölçüye dek, modern bilimsel duyarlılığın üzerinde uçuşur.

Mahrem ilişkinin kendisi kuantum koşulları

Her birimiz içimizde taşıdığımız, ruhumuza işlemiş tüm mahrem ilişkilerimizi kuantum hafıza işlemi yoluyla ediniriz. Bu tıpkı dış dünyayla aramızdaki tüm etkileşimi kendi varlığımıza nasıl işliyorsak öyle olur.

Mahrem ilişkinin kendisi kuantum koşullarında bir kişinin dalga fonksiyonuyla diğerininkinin çakışması olarak açıklanır. Fakat bu ilişkinin niteliği ve dinamiği, dalga sistemlerini etkileyebilen birçok değişkene bağlıdır. Örneğin, aynı durumda olan iki insan* farklı durumdaki iki insandan daha uyumlu bir mahrem ilişki yaşayacaklardır. Çünkü kişiliklerinin dalgaları, birbirlerinin üzerine binmiş şekilde, aşağı yukan tam bir uyum içinde örtüşe çeklerdir. Müzik armonileri (ses dalgalarının desenleri) düşünülünce bu durum açıkça görülür.

Eğer aynı anda çalınan iki nota birbirinin aynıysa, aynı durumda oldukları söylenebilirse, sonuç tek ve birleşik bir sestir. Bu, yansıtmalı özdeşliğin uyumlu ilişkisine, yani iki insanın tek bir insan olmasına eşittir.

Eğer çalınan iki nota arasında bir oktav fark varsa, birleşik ses uyumlu olsa da iki farklı notadan ses geldiği çok açıktır. Ayrıca nota ve onun beşlisi, örneğin do ve sol bir uyum sağlayacaklardır. Kombinasyonlar değiştikçe Schoen berg’in müziğine benzer bir noktaya doğru gelişir, daha sonra da basit gürültüye vanrız. Aynı şekilde ilişkinin niteliği ilişki içindeki insanlann zemin durumuna bağlıdır.

D.H. Lawrence ile eşi, örneğin, söylendiğine göre ayrılmaz birlik olmalanna rağmen, yaşadıklan yakın ilişki bazen onlara cehennem azabı yaşatırmış, öte yandan Robert ve Eli zabeth Browning birbirlerini hemen hemen her yönden tamamlarlarmış.

Aynı şekilde; mahrem ilişki yaşayan insanlar yansıtmalı özdeşlikte olduğu gibi, birbirlerinin karakter özelliklerini paylaşırlar ya da bu özellikleri değiş tokuş edip rol değiştirirler. Bu ikinci durum, kuantum titreşim fenomenindeki, her biri kendine özgü bir titreşime sahip çiftleşmiş kuantum sistemlerinin (ya da aynı bölgeyi paylaşmayan kuantum sistemlerinin) aniden titreşim değiş tokuşunda bulunmalarıyla açıklanabilir.

fal bak

Mutluluk Felsefesi

Sonuçta cömertlik bir verme alma eylemi olsa bile, ekonomik bir bağlantı olarak görülmemelidir. “Ben şu kadar verdim,” şeklinde ifade edilen bir niceliğe dönüşmemelidir cömertlik. “Gerekli ve mümkün olan budur; adil ve insanca olan budur” şeklinde ifade edilen nitelik unutulmamalıdır. Yürek için önemli olan nicelik değildir. Gerçek ihtiyaçlar eldeki kaynaklan ve fırsatları aştığı zaman suç yüzünü göstermeye başlayabilir. Bazen ilgi ve özen gerektiren meseleler insanı yıldıracak kadar zorlu çıktığında umutsuzluk ve hayal kırıklığı devreye girer.

Verdiklerinin gerçekten muhtaç insanlara gittiğinden emin olamadıklannda ya da verdiklerinin bürokrasi çarkları arasında kaybolup gideceğinden şüphe duyduklannda, vermeye gerçekten niyetli olan insanlar bile vermekten vazgeçiyorlar. Piyasa tüketim çarkının durmaması için cömertliği tanımlamaya çalışırken gerçek niyetleri ve amaçları da ticari birer meta haline getirmektedir. Bir otomobil ya da mobilya alırken cebimizden hiç para çıkmasına gerek kalmayabilir. Ancak bu piyasa cömertliği ne yazık ki gerçek cömertliğe uygulanmamaktadır. Hayatta kalma mücadelesi veren çiftçiler, dul anneler ya da girişimci küçük esnaf için sıfır faizli mikro kredi fırsatlan yaratıldığını görmüyoruz genelde.

Tüketici verdiğinin karşılığını hemen görmek ister ki bunu cömert eylemlere uygulamak doğru değildir kanımızca. Oysa Rahibe Teresa’ nın bize öğrettiği gibi, önemli olan ne kadar verdiğiniz değil, verirken buna ne kadar sevgi kattığmızdır. Bir fark yaratma niyetiyle girişilen her verme eylemi, bağışta bulunulan miktardan çok daha üretken sonuçlar doğurabilmektedir. Paranın önemli olmadığını söylemek doğru olmaz elbette. Ancak paranın, yüreğin önceliklerine hizmet etmesi gerektiğini de unutmamak gerekir.

Bir çift olarak cömertliğin hayatı değiştirebildiğini gördük. Çünkü cömertlik “vermek” ten çok daha fazlasıdır. İnançlarımızı sarsmaya yönelik en ciddi ve inatçı zorlukları aşmak için cömertliğin işleyişine her zamankinden daha çok güvenmek zorunda kaldığımızı fark ettik. Cömertliği her yönüyle kavramanın ancak deneme yanılma yoluyla gerçekleşebileceğini gördük. Ancak cömertliği, verirken alınan büyük bir kaynak olarak görmeyi başardığımız zaman gerçek bir sanat olduğunu anlayabildik.

Tılsımların Uşağı

Hafıza Kordonu

Birbirinin ardılı olan benlikleri birbirine bağlayan hafıza imgesini, beynin bugünkü beyin durumlannı kaydetme ve ertesi gün bize geri gösterme olanağını düşünürsek, zaman içinde benliğin kapsamında çok az töz olduğunu görürüz. Fakat benlik ve hafızayla ilgili tüm bu görüşler ve birbirinin ardılı olan benlikleri zaman topu içinde ateşlenen birçok parçacık gibi gören anlayışlar Mewtoncudur ve birbirinden çok kopuktur (Şekil 8.3). Bu, benlikle onun beyni arasındaki bağlantıyı klasik anlamda (dolayısıyla indirgemeci) kurmaya çalışanların tutunacağı tek görüştür. Fakat benliğe kuantum bakış açısından ve hafızanın kuantum temelinde anlaşılması söz konusu portreyi kökten değiştirir.

Kuantum benlik ve onun kuantum hafıza dediğim hafızayla ilişkisine kafa yorarken, benliklerin bilincin zemininden (bizim Bose Einstein yoğunluğumuz) çeşitli bilgilerle beslenmeleri sonucunda ortaya çıkmalarını gösteren diyagramı hatırlamamız yararlı olacaktır.

Diyagramın “Bilincin Şimdiki Durumu” diye adlandınl mış kısmı, herhangi bir andaki bilinci temsil eder. Bilinç “şimdi” olduğu gibidir. Psikologlara göre “şimdi” (William James’in ‘sahte şimdi’si) en fazla on iki saniyeye kadar geçen zaman dilimidir ve farkındalığımızın bir birleşik bütün olarak hazmedebileceği deneyimin genişliğini temsil eder.

Kuantum benliğe göre “şimdi”, hali hazırda varolan (fakat düzensiz değişen) alt benlikler “şimdi”den önce olduğumuz benlikler ve dış dünyadan gelen çeşitli girdilerin (yeni deneyimler) her biri bilinç zemininde (Bose Einstein yoğunluğu) kendi dalga desenini vücuda getirir bileşimidir. An be an fal bakma gibi temellenen kişisel kimlik, tüm bunlann yoğunluk üzerinde neden oldukları halkacık ve desenlerin bir biri içine geçmiş dalga fonksiyonları tarafından biçimlenir (düşüncelerimiz, duygularımız, anılanmız, hislerimiz vs.

“Şimdi,” geçmiş içinde yok olup giderken o zaman ben olan benlik, beynin uzlaşımsal hafıza sistemine “geçmişte bir anı ” olarak kaydedilir. Kindisi yeni bir dizi nöron yolu oluşturup karşılığında yoğunluk içindeki enerjileri geri beslemeye başlar. Bu, hafızanın Parfit ve diğer filozoflarca da sözü edilen bildik anlamıdır. Fakat kuantumcu görüşe göre, bir an önce ben olan benlik her yeni deneyimin sonucunda oluşan yeni dalga fonksiyonlarının kendi dalga fonksiyonuyla çakışması yüzünden, aynı zamanda hem bir sonraki “şimdi” hem de gelecek benliğimle bağlantılıdır.

Yani ben olan her bir benlik, anbean bir sonraki ana alınıp orada hem uzlaşımsal anlamdaki hafızanın eski anılarıyla (bunlar sürekli olarak yoğunlukta saklanır) hem de yeni deneyimlerle birbirine bağlanır. Geçmişle şimdi arasındaki bu bitmeyen diyaloğun dinamiği, yeni bir kuantum sistemi biçimlendirmek için dalga fonksiyonlarının iç içe geçtiği iki temel parçacığın dinamiğine çok benzer. Sadece bu durumda biçimlenen şey yeni bir kuantum benliktir.

fal bak

Fonksiyonel bütünlüğü simgeleyen şey türlerin sayımıdır

Eğer beyni ikiye ayrılmış bir deneğe sol görsel alanı içinde bir nesne sunulursa bu taraf artık sol yarım küredeki konuşma merkeziyle bağlantı içinde değildir çok kesin bir şekilde hiçbir şey görmediğini ileri sürecektir. Her iki eline birbirinin eşi iki nesne verildiğinde, bunlann birbirinin eşi olduğunu söyleyemeyecektir; elleri arasındaki nesneyi tutması istendiğinde, iki eli arasında halat çekme oyununa benzer bir çekişme başlayacaktır, çünkü her bir yarım küre verilen emri ayrı ayrı yerine getirmeye çalışacaktır.

îki beynin yaratılması iki benliğin yaratılmasına neden olur. Her birinin kendisine ait özel bilgi kaynakları vardır ve kendi amaçlanna göre harekete geçerler. Belki de en çarpıcı olanı bu iki benliğin daha sonra deneysel kısıtlamalar kaldırıldığında yeniden birleşerek uyumlu bir benlik oluşturmasıdır. Birbirinden aynlan iki yarım küreyi birbirine ikincil derecede bağlayan beyin kökü mevcuttur. Görsel uyarım bölgelerinin yapay ayrılması durumunun dışında her nasılsa yanm küreler birbiriyle uyumlu bir performans gösterirler.

Bu ikiye bölünmüş beyin araştırmasından ortaya çıkan şey, bir benliğin iki benliğe bölünüp daha sonra doğru şartlar altında yeniden birbirine eklenebilmesinin mümkün oluşudur. * Bir kişi şimdi bir kişiyken iki ve daha sonra tekrar bir kişi oluyor. Bu gerçeklerin kişisel kimlik sorunsalı üzerinde önemli içerimleri vardır ve bunlar bizim kendi kişiliğimizin anlamıyla ilgili kavramlarımızı yeniden gözden geçirmemizi sağlamalıdır.

Bu gerçekler, bazı filozofların benliği tamamıyla beynin mekaniğine indirgemeleri için ihtiyaç duydukları kanıtı sağlar, fakat başından beri sözünü ettiğimiz benlik, değişik beyin du-rumlannın varoluşu ve devamlılığıdır.
İkiye bölünmüş beyin vakalannın gösterdiği üzere, aşın durumlarda benlik gerçekten de iki alt benliğin eşgüdümün Bu testler sağ ve sol görsel alanların yapay olarak ayrılmasına dayanır, böylece normal göz hareketleri beynin bilgi koordinasyonunda yardımcı olmaz.

Yani bizim zihin olarak düşündüğümüz, sıradan insanlardaki birlik, Thomas Nagefl in şu sözlerine yansır: “Fonksiyonel bütünlüğü simgeleyen şey türlerin sayımıdır.

fal bak

Varoluşun ilk seviyesi

Böyle söyleyerek, bilincin ya da zihinselin, varoluşun ilk seviyesinde, aktif ilişki örneği, dalga/parçacık ikiliğinin dalga tarafı olduğunu ileri sürüyorum. Tıpkı bu daha anlaşılır bir şey yaşamın fiziksel tarafının ikiliğin parçacık tarafından kaynaklanması gibi. Bilincin ilişki olarak bu temel tanımı, bilincin tüm seviyelerine ve derecelerine uygulanıp olumlu sonuç alınabilir.

Bizim anladığımız ve beynimizden kaynaklanan bilinç seviyesindeki kuantum “ilişkisel holizmi”, beyindeki nöron hücrelerinin çeperlerindeki yüklü protein ya da yağ moleküllerinin titremesiyle yaratılan güçlü elektromanyetik alandaki dalga korelasyonlarından doğuyor olabilir. Onların bu ilişkisi bir çeşit Fröhlich tarzı BoseEinstein yoğunluğu* oluşturabilir ve bu da dünyada olabilecek en yüksek düzenle ilişki biçimi.

Bu, canlı hücrede bulunan cinsten bir BoseEinstein yoğunluğudur.

İlişkilerin bu durumu, bilincin birliğinin, duygu ve algılannın yazılı olduğu “karatahta “nın doğuşuna neden olur.
Bilinci bu yoldan görmenin ilginç yanı, insanın genel şeyler planındaki yeriyle ilgili önemli bir şey söylemesidir. İnsan beynindeki dalga düzenlerinin korelasyonuyla, basit bir kuantum sistemindeki iki proton ya da elektronun dalga yönleri arasındaki korelasyon aynıdır. Çok önemli bir anlamda, bilincimiz temel kuantum parçacıkları arasındaki ilişkinin büyük ölçekte yazılmış halidir.

fal bak

İnsan bilincinin kuantum mekaniğine özgü doğası

Yani insan bilincinin kuantum mekaniğine özgü doğasını anlayarak (bilinci bir kuantum dalga fenomeni olarak görmek) zihinsel yaşamımızın kökenini geriye, onun parçacık fiziğindeki köklerine dek izleyebiliriz; bu tıpkı fiziksel varlığımızın kökenini araştırmak gibidir. İnsandaki zihin/beden (zihin/beyin) ikiliği, tüm bu sorunsalın altında yatan dalga/parçacık ikiliğinin bir yansımasıdır. Böylece insan kozmik varlığın ufak bir mikrokozmosudur:
Hepimizin temel varlığında aynı şey vardır ve evrendeki her şeyi açıklayan tek bir dinamikle birleşmişizdir.

Evrenin de bizimle aynı hamurdan yapılmış ve aynı dinamiklerle bir arada tutuluyor olması, bu oluşun büyüklüğüdür.
Bilinci, kuantum dalga mekaniği tarafından mümkün kılınmış bir çeşit yaratıcı ilişki olarak yorumladığımızda, hem bilincin hem de beynimizde olduğu gibi maddeyle olan ilişkisinin anlaşılmasında birçok şey yerli yerine oturur.
En önemlisi, eğer materyalizmle ve onun indirgeyici düşünce yapısıyla savaşmak istiyorsak, bu içgörü zihnin sadece beynin işleyişinin bir yan ürünü olmadığı konusunda tartışmamızı sürdürmemize izin verir.

Nasıl dalga fonksiyonları birbiri içine geçmiş iki elektron bağıntısı tek bir elektrona indirgenemezse, bilincin BoseEinstein yoğunluğunu oluşturan dalgaların bağıntısı da titreşen moleküllerin tek tek gösterdikleri eyleme indirgenemez.

Yoğunluk kendi içinde bir şeydir, bileşenlerinin sahip olmadığı özellik ve niteliklere sahip olan yeni bir şeydir.

fal bak