Ocak 2015

İki şey bir üçüncüsü olmadan başarılı bir şekilde birleşemez

İki şey bir üçüncüsü olmadan başanlı bir şekilde birleşemez; aralarında birbirlerini çeken bir bağ olması gerekir. Bütün bağlar içinde en iyi olanı kendini ve bağladığı tarafları tam anlamıyla bir birlik içine getirebilendir.

Şölen’de de birbirine âşık olan iki insan için benzer bir yorum yapmıştır. Böyle bir durumda artık sadece seven ve sevilen yok, bir de aralarındaki aşk vardır der. Martin Buber, buna, “aradaki”, ben’le sen’i bir arada bensen yapan bağlayıcı güç, der.

Özellikle aşk, ilişkisel holizm için çok uygun bir örnek, ama bu fikri daha anlaşılır kılacak başka benzetmeler de yapılabilir. Örneğin satranç oyununu düşünün. Onun “molekülleri, onun “beyin maddesi”, satranç tahtası ve otuz iki adet piyondur. Ancak satrancın kendisi bu oyulmuş tahta parçalanndan ibaret değildir. Oyun değişen kurallar ve ilişkiler desenidir. Bu ilişkiler, piyonlar ve onlan hareket ettiren oyuncular arasında, oyuncuların hesaplamaları ve psikolojileri arasındadır ve tüm bunlar da oyunun gerçek mekaniğine bir anlam verir.

Ya da tüm sanat ve anlam sorununun kaynaklandığı Van Gogh’un bir çift köylü ayakkabısı tablosunu düşünün. Tablonun altındaki tuval ve üzerine yayılmış boya lekeleri onun oluştuğu temel malzemedir, fakat ne her baktığımızda bizi yeniden hayrete düşüren sanat eseri, ne de Van Gogh’un amaç, niyet ve yaşam öyküsü bunlara indirgenebilir. Tablo kendi içinde bir şeydir, daha önce hiç açığa çıkmamış şeyi işleyen bir bütündür. Ve bu bütünü, ayakkabıları ve onlan giyen köylüyü onun emeğini ve bu emeğin verildiği toprağı, toprağın ve yeryüzünün bizim için temsil ettiği her şeyi bir araya getirerek (birbirine bağlayarak) yaratır.

Alman Filozof Martin Heidegger estetik üzerine yazdığı denemede tüm bu bütünlük, hakikat ve varlık m açığa çıkışı arasında bir ilinti kurar:

Van Gogh’un tablosunda hakikat tezahür eder. Bu bir şeyin doğru bir şekilde portre edilmesi demek değildir, daha ziyade ayakkabılann malzeme olarak varlığının ifşası, bir bütün olarak açığa vurulmasıdır.
Ve bu açığa vurulmanın özü Varlık’ın kendisine aittir.

fal bak

Modern akıl yürütme şeklimiz

Modern akıl yürütme şeklimiz, en azından son 300 yılın fiziğinden destek gören (kıskacından kurtulamadığımız bu derin kültürel koşullanma olan) zihin/beden ya da ruh/beden ikilemini üzerinden atmak isteyebilir. 17. yüzyılda Descartes kütle ve maddeyle ilgili yeni mekanik kavramlara dayanarak güçlü üslubuna, ikicilik getirdiğinden beri, ardından gelen filozoflar olası bir alternatif ortaya atabilmek için çok çabalamışlardır. Sıradan insanlar da aynı sorundan muzdariptiler. Temelde Newtoncu olan günlük yaşamımızdaki madde anlayışına ve dolayısıyla bedenin ne olduğu sorunsalına bakarsak, bunlann zihinlerimiz gibi olabileceklerini gösterir açık ve net hiçbir yol yoktur.
Wewtoncu fizik maddenin “temel, hareketsiz, şekilsiz ve külçe”4 halinde bir şey olduğuna inanan eski Flatoncu ve Hıristiyan anlayışı alıp onu önemli ölçüde keskinleştirdi.

Madde ağırlığı ve uzantısı olan bir şeydi. Temelde atomdan yapılmıştır ve tıpkı bilardo toplan gibi davranan ufak cisimcikler içerirdi: Fakat katıydı, başka bir maddeyi dokunarak etkilerdi ve geçmişten en önemli kopuş olarak, tamamıyla zihinsizdi.

Maddenin ne amacı ne de niyeti vardı: Eski atomist Yunan filozoflannın söylediklerinin tersine, arzu, yaşam ya da ruh atomları yoktu. Ve 17. yüzyılın yeni fiziğinin yaşamın tinsel ya da psikolojik tarafıyla ilgili söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Fiziksel dünya zihinsel dünyanın karşısında ayrı bir dünya olarak kuruldu ve zihinsellik hiçbir şekilde fiziksel olmayan şey olarak kabul edildi. Bu iki karşıt kategori dizisi iki farklı varoluş alanı tanımlamaktan kaynaklanmıştır ve bu anlayış kendimizi algılayışımızı hâlâ etkiler.

fal bak

Geleceği öngörmek

Penrose’un burada kuantum korelasyonlarıyla önerdiği benzetme, bir grup müzisyenin farklı odalarda aynı armonik sonucu üretmek üzere müzik çalıp kayıt yaptıkları örneğini andırıyor ya da birinci bölümde tartıştığımız kuantum ikizleri olgusunu hatırlatıyor. Bildiğimiz gibi bunlar birbirlerinden habersiz olarak binlerce kilometre uzaklıkta yaşamalarına rağmen tamamıyla benzer yaşamlar sürüyorlardı. Bu kuantum sistemleri, Tarot falı ve beynin her tarafına dağılmış nöronlann birleşik bir bilinçli farkındalık üretmek için ortak çalışmalanna benziyor. Bu gerçi Bohm’un daha önce yaptığı benzetmelere pek katkıda bulunmaz.

Kuantum fiziğin dünyasıyla bizim günlük yaşam gerçekliğini algılayışımız arasında en azından bir iletişim kanalı bulunduğuna dair ilk esaslı kanıt yaklaşık yanm yüzyıl önce bulunmuştur. O dönemde retina üzerinde çalışma yapan biyofizikçiler, insan beynindeki sinir hücrelerinin tek bir fotonun emilimini (tek bir elektronun atom içerisinde bir enerji durumundan bir diğerine geçişini yansıtarak) kaydedecek hassasiyette olduklannı keşfettiler. Ve bu hassasiyet indeterminizm ve yerel olmayan etkiler de dahil, kuantum seviyesindeki tüm garip davranışlardan etkilenecek derecededir.

Daha sonraki deneyler kuantumun bu belirsizliğinin, beynin sinir birleşme noktalarını (nöron snapslan) çevreleyen kimyasal konsantreler içinde rasgele varyasyonlar biçimindeki işleyişinden ileri geldiğini kanıtladı. Bu konsantreler hangi nöronda ‘ateşleme’, yani diğer nöronlarla elektriksel temas yapılacağını belirlerler ve çok hafif, belli belirsiz, kuantum seviyesi varyasyonları bile ateşleme potansiyellerini etkileyebilir. Aslında, nöronlann ateşleme seviyeleri, tıpkı diğer kuantum işlemlerinde olduğu gibi, belli bir statik kanuna göre belirlenir. Beynin 110 nöronundan 107 sinin herhangi bir anda bir Kuantum seviyesi fenomenini KaydedeceK hassasiyette olduğuna inanılıyor. Ancak, teK teK nöronlann ateşleme yapmalın, beyin bilinçli eylemlerini yaparKen gösterdiği KarmaşıK işlemleri açıKlamada hâlâ peK yeterli değildir.

1960 yılında Ninian Marshalltelepati ve hafıza üzerine yazdığı bir eserde, bilince Kuantum meKağe uygun şeKilde yaklaşmanın önemi üzerinde durmuştur.5 Marshall, KlasiK fiziğin determinist yasalarının, düşünce yöntemlerinin serbestçe oyun oynamalanna, özgür irade ya da niyete Ki bunlann hepsini biz bilincin birer özelliği olaraK Kabul ediyoruz hiç yer bırakmadığını ileri sürer. KlasiK fiziğin determinist Kanunlanna boyun eğen hiçbir fiziksel beyin mekanizması düşünce ya da irade özgürlüğüne ya da bunların ardından gelebilecek serbest eylem gösterme yeteneğine sahip değildir.

fal bak

Doğa üstü güçler

Aşağı yukarı buna çok benzer bir sav da daha yakın bir geçmişte Rus Fizikçi Yuri Orlov tarafından ileri sürülmüştür. Her çeşit şüphe, çözümleme ya da yaratıcı düşünce, kuantum indeterminizmi ve üst üste bildirilmiş olasılık durumlarının (sanal durumlar) beynin bilinçteki henüz olgunlaşmamış fal bak ve tüm potansiyele örneğin birçok değişik olasılığı aynı anda görebilme yeteneğimiz gibi açıklığında bir rol oynadıklarını ileri sürmüştür:

Tanımlanmış olan mekanizma (kuantum iııdetenninizmi) yaratıcı düşünceyi anlamamızda bize bir anahtar işlevi görür; özellikle birisi “gerçekte neyin var olmadığını” söylediği ya da tasvir ettiğinde. Bizce, bu insan potansiyel olarak birçok versiyonu aynı anda “görür” fakat bunlann hiçbirini tamamıyla anlayamaz ve sonunda içlerinden biri serbest seçimin bir sonucu olarak ortaya çıkar (gerçekleşir).

Aynı anda birçok değişik olasılıkla oynamak bize sanal durumları tartışırken sözünü ettiğimiz kuantumun zilli kızından miras kalmıştır. Nasıl ki o serbest aşkın sonunda birine bağlanmak zorunda kalmışsa, bizim de serbest düşünce ve hayal gücü oyunumuz bir noktada yerini oturmuş bir fikre bırakmalıdır. Verilen bir dizi kuantum olasılığından ancak bir tanesi “gerçek dünya”da varolabilir, fakat bu bir tanesi gerçekleşinceye kadar kuantum dünyası bize oldukça keyifli anlar yaşatır.

Fakat Penrose, Marshall ve Orlov’un ileri sürdüğü gibi, bilincin fiziksel temeli, tüm ima ettiği özgürlükle beraber bir çeşit kuantum mekaniksel fenomen ise çok büyük bir kısmı henüz açıklanmamış demektir. Örneğin, bu nasıl bir kuantum işlemi olabilir ve beynin hangi özellikleri bunu sağlayabilir?

fal bak

Beynin daha fazlasını kullanma

Ancak böyle temel bazı sorulara yanıt bulmaya çalışarak, kuantum fiziğe dayalı bilinç modelinin daha gerçek bir anlamı olmasını sağlayabiliriz.

Bilinen fizik terminolojisiyle bilinci açıklarken en önemli merkezi düşünce olan bilincin birliğinden ayrılmamaya çalışırsak, bu birliğin bazı özelliklerinin bize herhangi bir fiziksel işlemin doğasıyla ı’iıjıti kimi ipuçlan verdiklerini görmemiz mümkündür. Tüm bilincin arka plandaki durumu, türlü bireysel düşünce ve algının yazıldığı “kara tahta” fizikçiler tarafından “sabit (hareketsiz) durum” olarak adlandırılır. Bu uzay içinde tek biçimlidir, zaman içindeyse direngendir; ve bu özellikler de bilincin görevini yapması için gerekli özelliklerdir. Tıpkı bizim eğri büğrü ya da kısa ömürlü kara tahtaya fazla yazı yazmamız gibi, bilinçli farkındalığımızın içerdiği bazı şeyler, genel arka planla sabit bir durumda değilse kolayca seçilemezler. Etimolog John Crook, “Farkındalığın düzenli oluşunun zaman içindeki görünür istikrarı bize birçok duyumuzun anımsattığı deneyim kargaşasını değil de bir dünyada yaşadığımız duygusunu verir” demiştir.

Ancak bilinçli dikkatimizin bu düzenlilik özelliği, önemi vurgulanan fiziksel tanımlamaları seçimimizi önemli ölçüde sınırlar. Bu, bilinci klasik yollarla açıklama girişimlerinde yapılan hatalardan anlaşılır. Bilincimizin bölünmez bütünlük olma özelliği vardır. Bu bilinci bir arada tutar ve bizim deneyimimizin de öyle olmasını sağlar. Doğadaki diğer dinamik işlemler arasında bu tür oturmuş Tarot falı bak denince değişmezliğe az rastlanır, fakat bu ancak “yoğunlaşmış dönemler” içinde olur. Yoğunlaşmış dönemlerin fiziği ve fizyolojisi, bilincin beyinde nasıl doğduğuna bir açıklama getirip getirmeyeceğini görmek açısından incelemeye değer bir adaydır.

Dönem, bir “durum” ya da bir şeyin, maddi sistemin bir halidir. Tıpkı “ergenlik dönemi” ya da “bohemlik dönemi”nin ruhun değişik “durumlan” olması gibi. Bu, doğal madde ortamında, verili sistemde varolan düzen miktarına gönderme yapar. Örneğin, suyun üç hali vardır; gaz (buhar), sıvı (su) ve katı (buz). Her biri kendi içindeki molekülleri arasında bir öncekinden daha fazla düzenlilik gösterir. Katı olan bir buz kristali tıpkı tuz ve şeker kristalleri gibi, gevşek yapılanmış, yoğunlaşmış döneme çok iyi bir örnektir. Doğada daha iyi yapılanmış, yoğunlaşmış dönemlere başka örnekler de vardır: Örneğin mıknatıs, +1 sıcaklığındaki sıvılar, üstün iletkenler, lazer ışını, metallerdeki elektrik akımlan ve kristallerdeki ses dalgalan. Tüm bu şeylerde bulunan ortak özellik içlerindeki uyumluluktur. Tıpkı aynı özü oluşturan birçok atom ya da molekülün aniden (ya da aşamalı olarak) bir tek varlık gibi davranmaları gibi. Örneğin yalıtılmış bir odada birçok elektromanyetik pusulanın bir masanın üzerinde durduğunu düşünün.

fal bak

Fenomenolojik uslamlamalar

Bu bilinç nasıl olursa olsun, nöron bağlantıları tarafından idare edilen yüKseK beyin fonKsiyonlanyla bir tutulamaz. AçıKtır ki algılarımız ve düşüncelerimizin içeriğinden oluşan bilincimizin , şeKli bu bağlantılardan etKilenir, faKat bilincin Kendi Kapasitesi, yapılaşmarnıŞ/ ham bilinç, daha temel olmalıdır.

Bazı hayvanlar, bilinçli olmalarına rağmen beyin zanndan yoKsundurlar; diğerlerinin de yalnızca ilKel bir beyin zan vardır. Beyin zarlarının büyüK bir Kısmı hasar görmüş ya da ameliyatla alınmış insanlar, Konuşma, görme ya da hareKet yetilerinden birini, hatta bazen hafızalannı yitirebilirler. Ama bilinçleri tıpKı yeni doğmuş bebeKlerdeKi gibi yerindedir. Amaçlı tepKi ve genel farKındalıK Kapasitesini içeren bilinç, gelişmiş insan beyninden daha ilKel bir fiziKsel meKanizmadan Kaynaklanır. Bu meKanizma en ilKel amipte de vardır. Bunun nasıl böyle olduğunu anlamaK canlı ve cansız yaratıKların belKi de tümünün bilincini açıKlayan bilince bir temel bulmak insan bilincinin genel şeyler planındaki yerini ve varlık nedenini anlamak açısından son derece önemlidir.

Bu düşünceler, beynin bilgisayara benzer bir model olduğu görüşüne karşı, cinsi esas alan tartışmalardır, fakat buna karşı fenomenolojik uslamlamalar da vardır. Eğer bilincin bazı temel özelliklerini göz önünde tutarsak en azından insanlarda deneylendiği kadarını bu özelliklere sahip olma kapasitesinin prensip olarak böyle bir modelde bulunamayacağı açıklığa kavuşur.

fal bak

Beyne ilişkin bilgisayar modelleri

Beyne ilişkin tüm bilgisayar modellerinde, beynin tüm işlevlerinin, tıpkı kocaman bir bilgisayardaki yasa ve ilkelere göre işlediği şeklinde bir düşünce vardır. Beynin ayn parçalarının (nöronlarının) klasik fiziğin determinist kanunları uyarınca düzenli ve mekanik bir yolla, fal bak ve birbiriyle ortak çalışmaya girdiği varsayılır. Böyle bir modelde beynin bir durumu diğerini takip eder. Elimizdeki tek şey, diğer gruplara bakıp tepki gösteren statik ve önceden ne yapacaklan kestirilebilen bir grup nörondur ve bu ayn gruplar beynin hiçbir yerinde birbirleriyle bütünleşmezler.

Tüm bu işlemi yukandan izleyip, beynin işlevlerine birlik kazandıran ve onun özgür ve kendiliğinden kararlar almasını sağlayan bir merkez komite yoktur. Öyleyse, bu trilyonlarca determinist sinir bağlantısı ve olayı arasında bir birey olarak neredeyiz? Açlık duygusu olan, bir elma yemeye karar veren ve yemekten zevk alan “ben”i açıklayan ne? Bir milyon tane farklı duyumsal verinin darmadağınık izlenimindense, niye bir elma yeme “deneyimine7 sahibiz?

Bu sorun son zamanlarda insanın görme işlemi üzerine yapılmış bir çalışmada ele alınmıştır.5 Bir elma gördüğümüzde anında onun “bir elma olduğunu fark ederiz. Bir metre ötede bir kase içinde duran küçük, yuvarlak, kırmızı bir nesne. Elmanın bilinçli algılayışımıza yaptığı başka çağrışımlar da vardır; açlığımızı giderir, günde bir tanesi doktoru evden uzak tutar, Havva’nın bir tane yemesi tüm insanlığın kaderini değiştirmiştir vs. Fakat bunlar görsel algılama değildir. Görsel olan, elmanın büyüklüğü, şekli, yönü, rengi ve bulunduğu yer gibi bilgileri içerir ve bunların her biri beyin tarafından ayn kaydedilir.

Beyin bir elma görmüyor, o kırmızılık, yuvarlaklık, küçüklük vs. görüyor. Her karakteristik özellikle ilgili bilgi ayn özellikler haritasında farklı bir yere dosyalanır ve daha sonra ana bölgeler haritasına işlenir.

Ana harita oluştuğunda iş yoğunlaşan dikkate kalır, ana haritaya bakar ve bir elma görür.

fal bak

Bütünlüklü bilgi oluşturan bu yoğunlaşmış dikkat nedir?

Dikkat, eşzamanlı olarak seçme işlemiyle ana haritadan yararlanır. Ayn özellik haritalarına bağlanma yoluyla bütün özellikler seçilmiş bir bölgede hazır bulunur… Her nesne dosyasındaki yapısal ilişkiler ve özelliklerle ilgili bütünleşmiş bilgi, fal bakma gibi tanıtım ağına depolanmış tanımlarla karşılaştınlır. Bu ağ kedilerin, ağaçlann, domuz pastırmasının ve yumurtalann, falancanm büyükannesinin ve tüm diğer bildik, algılanabilir nesnelerin can alıcı özelliklerini kesinleştirir.

Fakat algının ana haritasından bütünlüklü bilgi oluşturan bu yoğunlaşmış dikkat nedir?

Bilinçli deneyimimizin birliği, binlerce duyusal izlenimi bir araya toplayan yoğunlaşmış dikkatin yönü, deneyimin diğer bütün özelliklerini vurgular. Bir melodinin notalan ya da elmalann ayn özellikleri ya da daha genel görsel sahneler gibi bilincimizin içindekiler ‘birlikte mevcutturlar.’ Bir bütünlük, bir resim oluştururlar. Bütünün her bir parçası anlamını bu bütünden alır ve kendi varlığı içinde hem bütünü hem de onu oluşturan parçalan yansıtır.
Duyduğum la notası Mozart’ın Adagio’sundaki la notasıdır, bu benim bilincimde ayn ve tek başına duran bir nota değildir. Çalışma odamın penceresinden gördüğüm meşe ağacı, bahçemin kenannda, Oxford kanalının kenanndaki meşe ağacıdır. Yaprakları gökyüzünü yalar ve dallan Wytham koruluğuna uzanıp Meadovv limanını işaret eder. Ben penceremden bakar bakmaz, bütün bun lan anında görürüm. Bunlann hepsi kendi bütünlükleri içinde penceremden görünen manzaralardır.

Bu bütünlük ve birlik olmaksızın hiçbir şeyi bildiğimiz gibi de neyi ey em eyiz. Elmalar olmaz, bahçeler olmaz, birey olma duygusu (kişisel kimlik ya da özellik) olmaz ve nitekim ne kişisel istek ne de amaca yönelik karar (niyet) olur. Bunlann hepsi bizim zihinsel yaşamımızın bildik unsurlandır. Zihinsel yaşamımız bilincimizin en temel özelliğidir, yani çoğumuzun takdir etmeden nimetlerinden yararlandığımız ve bilinç dediğimiz zaman kastettiğimiz şeydir. Ancak bu birliği, bilincin ne derin bir gizemlilikte olduğunu ve bilincin fiziğinin neden şimdiyi dek gözümüzden kaçtığını hâlâ anlamaya çalışıyoruz. Fiziğin tanımladığı hiçbir sistem günlük yaşamımızda aşinası olduğumuz şeylerle kıyaslanamaz. Buna dayanan bütün klasik fizik külliyatı (bilgisayar teknolojisi de dahil) şeylerin aynlığından, bileşen parçalardan ve tıpkı beyindeki ayn nöronlann birbirlerine nöron noktalan boyunca yaptıklan etki gibi, bu aynlıklanna rağmen birbirlerini nasıl etkilediklerinden ibarettir.

fal bak

ÇOCUĞUNUZLA DAHA MUTLU OLMANIN 5 YOLU

1 Cününe üç “porsiyon” oyun katın. Bir tane, bisiklete ya da ata binme, saklambaç ya da kaykay gibi “serbest fiziksel oyun” zamanı düzenleyin. Bir diğeri, giyinmek ya da evcilik benzeri bir rol yapma oyununu içeren “hayal gücü oyunu” olsun. Üçüncü oyun zamanı ise, resim yapmak, model hazırlamak, yemek pişirmek ve şarkı söylemek gibi “serbest yaratıcı oyun”dan oluşsun. Çocuğunuzu, Tarot falı bak denince kendini oyuna kaptırdığında durdurmayın. Eğer zamanınız sınırlıysa, “On dakikamız daha var,” gibi yumuşak bir tavırla müdahale edin.

2 Çocuğunuzu aşırı maddiyatçılıktan koruyun. Batı Avus turalya Queen Elizabeth Tıp Merkezi’nde görevli psikologlar tarafından 2003 yılında yapılan bir araştırma, mutluluğun yalnızca para, ün ve güzellik gibi başarılarla elde edileceğine inanan çocuklarda depresyon oranının son derece Tarot falı bakma ve yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Otoriter ebeveynlerin çocukları genellikle büyürken, para sahibi olma konusunda güçlü bir arzu geliştirirler ve bunun nedeni büyük olasılıkla, soğuk ve aşırı kontrolcü ebeveynlerinin neden olduğu güvensizlik duygularına karşı geliştirdikleri bir tepkidir.

3 Gevşeyin. Çocuğunu sürekli olarak kontrol altında tutan bir ebeveyn, çocuğuna dünyanın düşmanca bir mekan olduğu mesajını verir ve bu da çocuğu utangaç ve annesinin ya da babasının yanından ayrılmayan bir çocuğa dönüştürür. Sosyolog Frank Furedi bunu, “paranoid ebeveynlik” olarak ad landırmaktadır. Elbette ki çocuklarınızın güvenliğini düşün melisiniz ama çocuğunuzun arkadaşlarıyla serbestçe bisiklete binmesine ya da oynamasına izin vermek yerine onu sürekli olarak yönlendirmek, çocuğunuzun sosyal iletişim için elde edeceği son derece değerli fırsatlardan yararlanmasını engel leyecektir. Bunun yerine en iyisi ona, kendi “güvenliğini nasıl sağlayacağını öğretmektir.

4 Her hatasında onu azarlamayın. Sürekli olarak azarlanan çocuklar kendilerine daha az güven duyarlar ve zorlandıkları görevlere girişmezler. Bunun yerine çocuğunuza destek olun, yani ona yanlış yaptığı şeyi söyleyin ve onu nasıl daha doğru ya da iyi yapabileceği konusunda tavsiyelerde bulunun. Biraz zorlu ama gerçekçi hedefler koyun.
5 Çocuğunuzun başarısız olmasına izin verin. Üzüntü, endişe ve öfke hissetmek ve bu sayede de bu tür duygularla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmek için başarısızlıklara ihtiyacımız vardır. Çocuğunuza, kendinizin de hata yaptığınızı söyleyerek iyi bir örnek olun.

Kaynak: Tarot Falı

Tarot Falı | Tarot Falı Bak | Fal Bak

Renkli tikka tozları

Renkli tikka tozları kümeler halinde sergilenmişti. Sariler için ipek, tül ve pamuklu kumaş topları kelebek kanatları gibi uçuşuyordu. Dolaşmaya devam ederken, ısrarcı bir satıcı koluma yapiştı. Benares’ten gelen pirinç eşyalar, sedef kutular ve tepsiler, Agra’dan küçük Tac Mahal bibloları, Jaipur’dan mine işleri, Kashmirden şallar… Az ötede daha modern bir dükkânda motosikletçiler için deri ceketler ve çizmeler satılıyordu. Hindistan’da dilencilerin yaratıcı zekâsının sınırı yoktur. Bir tapınağın önünde oturan bir adamın yanı başında, yere gömülü bir insan kafası duruyordu. Evet, bir insan kafası! Bir dilenci meslektaşının vücudunu toprağa gömmüş, yüzünü de boyamıştı. Belden aşağısı çıplak dolaşan bir diğeri cinsel organının ucuna bir asma kilit takmıştı. Baş aşağı bir şekilde beline kadar kendini fal bakma gibi yer gömen bir başka dilenci de, aşağıdan yukarıya doğru uzatılmış bambu tüplerle nefes alıyordu. Ama kendine bir yardımcı tutmayı akıl edememiş, gelen geçen onun bozuk para kabında biriken paraları alıyordu!

Tapınağın öbür tarafında Naga sadbüian vardı. Mahremiyetlerine çok önem veren bu münzeviler dövüş sanatlarında çok iyi eğitilmiş, saygın kişilerdir. Çıplak bedenlerini küle bulayıp yüzlerine beyaz ve kırmızı boyalar sürer. Kimsenin kendilerini rahatsız etmelerinden hoşlanmazlar; fotoğraflarını çekme cesaretini gösteren insanlara da beddua ederler. İçlerinden biriyle yakınlık kurup kısa bir süre konuşmayı başardım. Günahlarının bedelini ödemek amacıyla altı yıldır hiç oturmadığını anlattı. Artık deforme olan bacaklarını tahtadan salıncak gibi bir atel ile destekliyordu. Ona Kral XIV. Louis’nin fillerinden birinin ömrünün son on yılını hiç yatmadan geçirmiş olduğunu anlatınca fena sinirlendi. Ben de oradan hemen kaçtım.

Sokaklarda rastladığım yoksul ve sakat insanların görüntüsü korkunçtu ama içlerinde birisinin hali gerçekten içler acısıydı. Ömrümde bu kadar kötü bir şey görmemiştim. Ufak bir erkek çocuktu; daha doğrusu, sadece bedeninin üzerinde bir kafası vardı ve bütün uzuvları eğri, büğrü bir haldeydi. Korkunç bir hastalık olmalıydı. Çocuğu bir el arabasına oturtmuş, başına da bir papağan koymuşlardı. Uzatılan paraları papağan gagasıyla topluyordu!
Tekrar Haathi Pazan’na döndüm ve iki hırsızlık olayına tanık oldum. İlki, fillerle ilgiliydi; yan yana kazıklara bağlanmış iki dişi filin dövüşü tam bir devler güreşiydi. Biri diğerinin şeker kamışını çalmış ve o da hırsız filin kuyruğunu ısırmıştı. Bir toz bulutu içinde yuvarlanarak dövüşürken saç saça baş başa girmiş kız çocuklarını andırıyorlardı. Ellerinde mızraklarla üç ya da dört mahout araya girip onları zorla ayırdı. Diğer dövüş ise tamamen tek taraflıydı.

Karmaşık sistemlerdeki zihinsel özellikler

Bizim gibi bilinçli varlıkları meydana getiren cansız madde sürekli değişime uğrar; insanlarda her yedi yılda bir tamamıyla değişir. Şu anki fiziksel varlığımın yapısına, ben yedi yaşımdayken bünyemde bulunan hiçbir atomun katkısı yoktur, yaşayan bedenlerimiz Tarot falı gibi hem kendi içlerinde hem de etraflarındaki cansız dünyayla sürekli dinamik bir değişim içindedir. Öyleyse nasıl oluyor da bu aynı atomlar bir yerde bilinçli yapılann, başka yerde cansız nesnelerin bir parçası olabiliyorlar? Kendileri ya da parçası oldukları yapı hangi noktada bilinç ediniyor?

Piagel, panruhçuluk üzerine yazdığı denemede isteksizce de olsa şu sonuca varmıştır:

Karmaşık sistemlerdeki zihinsel özelliklerin görünüşlerinin gelişigüzel bir açıklamasının olamayacağını… kabul etmeye biz hazır olmadıkça zihinsel özelliklerin şimdiki epistemolojik ortaya çıkışlarını, bileşenlerin bizim farkında olmadığımız özellikleri olduğuna ve dolayısıyla bu sonuçlan gerektirdiğine ilişkin inancın nedeni olarak almalıyız.

Bilinç eğer birdenbire oluşuverip herhangi bir nedene bağlanan bir şey değilse, o zaman bilinç maddenin bileşenlerinin temel bir özelliği olarak varlığını kabul ettirir. Kari Pop Bir anlamda insan eti yıldız tozundan yapılmıştır. İlk hidrojen atomlan hariç, insan bedeninin her atomu fal bak ve Güneş ve yeryüzü oluşmadan önce büyümüş ve en şiddetli biçim de patlamış olan yıldızlarda vücuda gelmiştir.

Fakat Nagel, zihnin ya da bilincin maddeyle bir ilişkisi olduğunu ileri sürerken, kendisinin “zihinöncesi özellikler” diye adlandırdığı gerçekliğin bir çeşit ilkel zihinsel yönünün ancak karmaşık bir sistemde uygun bileşime girdiğinde bilinç özelliği göstermesinden söz eder. Bu zihinöncesi özelliklerle temel maddenin; zihinsel ve maddi olarak çift taraflı potansiyele sahip gerçekliğin daha temel seviyesinden, aynı kaynaktan çıktığını söyler. “Böyle ortak bir tabana indirgeme, zihinsel ve fiziksel fenomenler arasında nasıl iki taraflı gelişigüzel bağlantılar olduğunun açıklanmasında bir avantaj sağlayabilir.”

fal bak