Ağustos 2015

Büyü nasıl yapılır ve nasıl bozulur?

BÜYÜ

Bu bölüm, hatırlatmak isterim ki. kitabın en önemli bölümüdür. Bu kitaptaki malumatları Uç ay gibi bir sürede araştırmama ve epeyce konularının geniş olmasına rağmen gücümün yettiğince özetlemeye çalıştım. Kitabı oluşturan bilgileri. Müslüman cin Mustafa Kençur’la buluşmamızdan ona veda edinceye kadarki zaman birimi içerisinde kaleme aldım. Bu öyle bir veda ki. belki onunla bundan sonra görüşmemiz mümkün olmayacak. Inşaallah onunla, din gününün sahibi Aziz ve Kaadir olan Allah’ın indinde, cennetlerde ve nehirlerde görüşürüz. Şayet edindiğim bilgilerin tümünü kaleme alsaydım, oldukça ebadı büyük ciltli bir kitap meydana getirebilirdim. Inşaallah bu bilgileri, ileride bir başka kitapta veya mevcut kitabımızı genişleterek konuyu yeniden, detaylı olarak ele almaya çalışacağım. Bu hususta, Allahü Teâlâ’dan muvaffakiyet talep eder, yardımı ancak ondan beklerim.

BÜYÜ NEDİR?
Büyü, bu dünyada Allahü Teâlâ Hazretlerinin, insanları denemek islediği ve yapılmasından, öğre-ı nilme ve öğretilmesinden asla razı olmadığı kötülüklerden biridir.

Büyüyü, özet olarak şu şekilde tarif etmek de mümkündür: Büyü, kendisinde birtakım özel şaftlar bulunan birinin, normalde alışılmamış gösterileri, gizemli ve sır yolları kullanarak, bir kişiyi ya da kişileri öz iradeleri bulunmamasına rağmen belli bir maksat için etkileme ve tesir etme ameliyesidir. İşte başkalarını etkileme vc onlara tesir etme yönüyle büyü, tehlike arzetmektedir. Büyünün haram kılınış sebebi dc budur Çünkü büyü. Allah’ın insana bahşettiği iradeyi çekip almak, onu etkisiz hale getirmek, demektir. Allahü Teâlâ. insana irade verdiğinden dolayı ona seçme hakkı tanımış olmaktadır. Yapacağı seçime göre kişi sevap ya da günah kazanacaktır. Fakat büyü insandaki bu iradeyi ortadan kaldırmaktadır. Sonra büyü bir hayalden ve vehimden ibarettir Büyü, insana gerçek olanı unutturup veya göardı ettirip yerine bâtıl ve hayali olanı götelkin ettiren bir kötülüktür.

Büyü” adlı kitaptan. M Muhammed Cafer. sİ. 34. Şunu ifade etmek islerim ki. Dr. Selva Ali Selim’in “BtlyU vc Din” adlı kitabında, bu tarifi harfi harfine asıl kaynağı olan M. Muhammed Cafer’e değil dc. aynı sahifcniıı haşiyesinde İbrahim Muhammed Ccmcl’e nisbet ettirmeli, beni ilmi emanete riâyet edilmemesi vc kaynağının gösterilmemesi nedeniyle ziyadesiyle üzmüştür.

Büyü, eşyanın hakikatim değiştirmez. Fakat eşyanın hak ikalında bir değişiklik olmuş gibi kişiye hayal ettirir. İşte mucize ile büyü arasındaki ince fark buradadır. Mucize, bir şeyin aslını ve hakikatim tamamen değiştirir. Mucizede, göz boyamaya ve hayale yer yoktur. Firavun’un büyücülerinin. Müslüman oluşundaki sır işte budur. Çünkü büyücülerin tümü, Musa Aleyhisselâm’ın bıraktığı asanın büyük bir yılana dönüşüp kendi uydurdukları yılan gibi gözüken. aslında ip ve dal parçalarından öteye gitmeyen şeyleri nasıl yediğini müşâhede edince hemen teslim olmuşlardır. Bu olayı büyücülerin dışında izleyenler de görmüştür. Büyücüler, kendi iplerinin ve asalarının yılana dönüşmediğini aslında biliyorlardı. Çünkü onlar, kendilerini değil, orada bulunan insanları büyülemişlerdi. Büyücüler bizzat Hazreti Musa’nın yılanının kendi ip ve asalarını yediğini müşâhede etmiştir. İzleyenler ise büyücülerin o ip ve asalarını yılan zannediyorlardı. (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik dediler.” (Şuarâ Sûresi, âyet: 46-48)

BÜYÜNÜN TEHLİKESİ
Büyii. bir vehim vc hayalden ibare! olmasına rağmen insan cismine cık i ederek onu hasla eder. Veya birtakım psikolojik bunalımlara yol açar. Hattâ daha da ileri boyutlara giderek kişinin ölümüne sebep olabilir. Şeytanların vc cinlerin kişinin üzerine musallat kılınması suretiyle gerçekleştirilen büyü, bu nevi-dendir. Allahü Teâlâ Hazretleri Mustafa Kençur’un eliyle onlarca büyüyü çözme ve etkisi hale getirme imkânını bahşetti. Bu büyülerden bir kısmı cin musallat edilerek, bir kısmı da normal olarak cin kullanılmadan yapılmış büyüler idi. Tabii bu büyü de. en az birincisi kadar tehlikelidir. Beni bu meselede ziyadesi ile üzen şu olmuştur: Bir insana bu şekilde cin musallat edilmek suretiyle büyü yapılmış. Cin. bu zavallı insanın elini felç etmiş. Yedi yıl bu şekilde acı çekerek yaşamış. Hem içlen, hcın dıştan, (dahilî vc harici) defalarca tedavi olmuş ama fayda vermemiş. Vc bu şekilde şifaya kavuşmadan vcfal etmiş. Belki dc vefat sebebi, musallat edilen cinnin kasten vücudunu zorlayarak çıkması olabilir. Tabii bana bu bilgileri Mustafa Kençur haber verdi.

Bu hususun doğruluğunu. İmamı Şafii (r.a.)’den hikâye edilen şu görüş daha da perçinlemekledir: Büyü, kişiyi hasla ve deli edebilir. Büyü yapmak sureliyle bir başkasının ölümüne sebep olana, kısas gerekir. (Onun da öldürülmesi gerekir.) Büyü şeytan işidir.

İSLÂM MİZANINDA BÜYÜCÜNÜN YERİ

Allaha Teâlâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerlm’inde şöyle buyurur:
Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların mvdurup söylediklerine tabi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’dc Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakın yanlış inanıp da kâfir olma asınız” demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmczlcrdi. Onlar, o iki melekler, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil dc zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı.”

(Bakara Sûresi, âyet: 102)
Kur’ân-ı Kerîm, yukarıdaki âyet-i kerimede çok açık bir şekilde büyü yapmanın küfür olduğunu belirtmektedir. O halde kim onu öğrenirse kâfir olmuş olur. Şayet böyle olmasaydı niçin Hârut ve Mârutun sözü âyet-i kerîmede: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız” şeklinde getirilmiştir?

Mustafa Kençur bana şöyle dedi:
Şuna inan ki. büyücü kesinlikle kafirdir. Heıj kim büyü yaparsa küfre girmiş olur. Çünkü (ey| kardeşim!) büyücü, cin ve şeytanları şirk ve küj kelimeleriyle çağırır. Büyücü onları çağırma esnası birtakım davranışlarda bulunur ki, bu davranışlar son derece pis ve çirkin davranışlardır.

Sonra çoğu kez. büyücü ile yardımlaştığı cin da şeytan arasında bir sözleşme ve anlaşma söz-konusudur. Büyücü, sahip olduğu cinin her türlü istek ve arzusunu yerine getirecektir. Ayrıca cin de büyücünün istek ve arzularına boyun eğecektir.

Ona dedim ki:

Peki büyücü, bu anlaşmayı bozsa ne olur?

Bu durumda cin ya da şeytan, ona eziyet etmeye çalışır. Meselâ, büyücünün gözünü çıkarabilir veya onu öldürebilir de. Ancak büyücü Allah’a tevbe eder, Allahü Teâlâ da tevbesini kabul ederse bu durumda onu. cin ya da şeytanın eziyetinden muhafaza eder. (Sonra şöyle devam etti:) Sana Allah adına yemin ederim ki, büyücülük yapan nice kadınlar vardır ki, yardıma çağırdıktan cinler kendileri ile cimâ (seks) şartı koşarlar. Ben o büyücülerden birini
Müslüman cin (Mustafa Kcnçur) büyücünün, cin ve şeytanları yardımına çağırmak için onları hangi üslup ve yollan kullanarak davet ettiğini bana bildirdi. Ben bu üslup ve yollan burada zikretmiyorum. Çünkü bazı beyinsizler kalkıp da bu yollan kullanabilirler. Bir şekilde bu üslup ve yolları işiten ya da buna tesadüf edenlerden de Allah adına, bu meseleyi gizlemeleri için ahit ve yemin talep ediyorum.

Peki kadın onunla bizim bildiğimiz mânada mı birlcşiyor?

Cin. kadının rahmine girer, onunla içerden ilişkide bulunur. Bu cimâ sonucu her ikisinin de tıpkı beşer gibi suyu gelir. Fakat cin ile insanın birleşiminden çocuk hâsıl olma.

Ona şöyle dedim:
Büyücü ile cin arasında yapılan bu sözleş-meye yeniden dönelim istersen.

İstediğini sor.

Yapılan bu sözleşme hakkında ne diyorsun?

Büyücü ile şeytanın yardımcısı (Fsmûdiyûs) arasında gerçekleştirilen sözleşme.

‘Mustafa Kençur. bana o kadının ismini vc yerini bildirdi.

AllahU Teâlâ o büyücü kadını gözlerini kör etmek suretiyle cezalamış.

Mustafa sorduğum sorudan şekil şöyle devam elli:
Bu anlaşmanın yazısı insana ait. fakat mühür kesinlikle cin mührü.

– Bu mührün, ismi Esmûdiyus olan şeytanın yardımcısına ail olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?
Cinler, insanlar ile dalga geçmekten çokl hoşlanırlar. Bu mühür kesinlikle şeytanın (iblis) yardımcısına ail değil. Bu mühür cinlerin cn kuvvetlisi olan bir i İrilin de değil. Bu. sıradan haddi aşan azgın bir cinin mühürüdür. Ben bile görsem Allah’ın izniyle onu helak etmeye güç yetiririm.

Bu anluşına akdine Üstad M. Mulıammcd Cafer. ‘Büyü” adlı kitabında şer vermiştir. Sh. 61. İbrahim Ccmcl a>nen bu tarifi nakletmiş!ir. (îeıçek şu ki. sö> lenildiği gibi bu sölc>ıne iblisin yardımcısıyla yapılan bir söleşme değildir. (Sıradan bir cin ile yapılmıştır.)

Mustafa Kcnçur. Müslüman bir kadının rahmine giren ve o kadınla evli olduğunu iddia eden bir aügm cini öldürmüş. Yine bir gencin göğsünde mesken tutan ve çıkıp gitmekle direnen, adı Mesıı ” otan bir cini yine öldürmekle cezalandırmış.

ŞEKLE GİRDİKLERİ ZAMAN CİNLERİN GÖRÜLMESİ

Mustafa Kençur sözüne devam etli ve şöyle dedi:

— Allah Sübhanehû ve Teâlâ Hazretleri, biz cinlere istediğimiz şekil vc suretlere girme gücü ve kabiliyeti bahşetti. Enlal Sûresi’nin şu âyetini bir oku: “Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve: “Bugün intanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Doğrusu ben de sie yardımcıyım” dedi. İki ordu karşılaşınca da geri dönüp: “Benim sizinle ilgim yok, doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah’tan korkuyorum. Allah’ın azabı şiddetlidir” dedi.” (Enfâl Sûresi, âyel: 48)

Kitaplarla dolu kütüphaneme doğru gözlerini dikli vc söylendi: Yanında bulunan tefsir kitaplarından biriyle âyetin tefsirini bana oku.

Ona dedim ki:

— Şu İbni Kesir’in tefsiri, şu da Kurtubî tefsiri. Kurtubı tefsirini elime alınca, bana “Oku!!” dedi. Kurtubî’den âyet-i kerimenin tefsirini bulup okumaya haşladım. “Bedir Savaşı yapıldığı gün şeytan. Mckkeli müşriklere Sürâka b. Mâlik b. Cu’şcm’in suretinde göründü. Bu adam Bekir b. Kinine oğullanndandı Kureyş. bu kabilenin kendilerini avlamasından devamlı korkardı. Çünkü Kureyşliler bu kabileden bir adam öldürmüşlerdi. Şeytan, onlara Sürâka b. Mâlik şeklinde göründü ve Ayette işaret edilen sözleri Kureyş’e sadetti. Dahhâk şöyle der: “Bedir günü

şeytan, müşriklere bayrağı vc orduları ile geldi ve Kurcyş’in kalbine, asla yenilmeyeceklerini, çünkü uğruna savaştıkları dinin atalarının dini olduğu fikrini onlara fısıldadı.” İbni Abbas Hazretleri bu konuda şöyle der: “Allahü Teâlâ, Peygamberi Hazreti Muham-med (s.a.v.)’i ve mü’minleri 1000 adet melekle destekledi. Bu meleklerin 500 tanesinin başında Cebrail, diğer 500’ünün başında da Mikâil bulunuyordu. Her ikisi dc mü’minleri sağdan ve soldan (iki taraftan) desteklemişlerdi.

İblis, şeytanlardan müteşekkil ordusuyla Müdlic oğullarının şekillerine girerek yanlarında sancaklar olduğu halde geldi. İblis (şeytan) Sürâka b. Mâlik b. Cü’şem kılığına girmişti. Şeytan müşriklere şöyle dedi: “Bugün size hiçbir insan topluluğu galip gelemeyecektir. Ben size komşuyum (yardımcıyım).” İki taraf (mümin ve müşrikler) karşı karşıya gelince, Ebû Cehil: “Allah’ım! Hangi taraf haktan yana ise sen ona yardım et” dedi. Hazreti Peygamber (s.a.v.) elini dua için Allah’a kaldırarak: “Bu bir avuç mü’mini helâk edersen, yeryüzünde asla sana ibâdet edilmez” dedi. Cebrail (a.s.) Hazreti Peygamber’e: “Bir avuç toprak al” dedi. Hazreti Peygamber de yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine doğru savurdu.

Hiçbir müşrik yoktur ki, bu atılan toprak onun gözlerine, ağzına ve boğazına kaçmasın. Müşrikler bozguna uğradı ve arkalarını dönüp kaçtılar. Cebrail (a.s.) İblis’in üzerine doğru yürüyünce İblis elinden tutmakta olduğu müşrikten sıyrılıp ordusu ile birlikte kaçmaya başladı. Müşrik ona dedi ki: “Ey Sürâka! Sen bize, ben sizin komşunuzum demedin mi? Şimdi

neden kaçıyorsun?” İblis ona: “Ben sizden uzağım. Ben sizin görmediklerinizi görüyorum” dedi. Aynı açıklamayı hem Beyhakî, hem diğer müfessirler aynen zikretmişlerdir.34

Mustafa Kcnçur:

— İşte bu. cinlerden olan iblisin, şeklini ve sesini iyi bildiği bir adamın suretine girdiğine bir delildir. Hattâ iblis, müşrik bir insanın elinden tutup ona yardım etme hususunda söz bile vermiştir.

Sahîhi Müslim’de yılan suretine giren cinni ile ilgili bir rivayet bulunmaktadır.

Mustafa Kençur’un bu açıklamasından sonra Sahihi Müslim’i aldım, ilgili (konuyla) hadisi şerifi bulup okumaya başladım:

“…Ebû Saib, Ebu Said el-Hudrî’y evinde ziyaret etti. Ebû Saib: “Ebû Said el-Hudrî odadan içeri girdiğimde namaz kılıyordu. Namazını bitirmesi için oturup beklemeye başladım. Evin bir tarafında bulunan hurma dallarında bir hareketlenme oldu. O tarafa doğru yöneldim. Bir de ne göreyim! Orada hurma

“‘Kurtubî Tefsiri. Darü’ş-Şa‘b baskısı, sh. 2865.

Bu hâdise, iblisin şekle girip gözükme meselesi ilk defa cereyan eden bir hâdise değildir. Daha önce. İblis, Necd kabilesinden bir adaının şekline girip hicretten önce Mekke’de (Dârü’n-Nedve’de) müşriklerin toplantısına katılmıştır. Müşrikler. Hazret i Peygamber’i nasıl ortadan kaldıracaklarını planlıyorlardı. İblis onlara şöyle akıl verdi: “Her kabileden bir delikanlı seçin. Bunlar aynı anda Muhammed’e vursunlar. Böy-lece Muhammed’in kanı bütün kabilelere dağılmış olur. Kureyş de tüm kabilelerle baş edemez. Denildi ki. bu görüşü ortaya atan Ebû Cehil idi. İblis, “bu adamın dediği en isabetli görüştür” diyerek onu destekledi. (Sîretü İbni Hişam)

dallarının arasında bir yılan var. Onu öldürmek için üzerine alıldım. Fakat Ebû Sald oturmam için bana işaret etti. Ben de oturdum. Yılan çekilip gidince bana evdeki bir odayı gösterdi. “Bu odayı görüyor musun?” dedi. Ona “Evet” dedim. Bu odada bir zamanlar henüz yeni damat olmuş bir delikanlı vardı. Biz Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile birlikte (savaşa hazırlık olarak) hendek kazıyorduk. Bu genç gün ortalarında Hazreti Peygamber’den izin alır, ailesinin yanına gelirdi.

Bir gün yine izin istedi. Hazreti Peygamber (s.a.v.) ona: “Silahını üzerine al, çünkü başına kötü bir iş gelmesinden korkuyorum” dedi. Genç, silahını aldı ve evine döndü. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Hanımını kıskandı ve ona doğru mızrağıyla yürüdü. Hanımı korkup ona dedi ki: “Mızrağını kendine çek, eve gir de bak, benim dışarı çıkmama ne sebep olmuş.” Delikanlı içeri girdiğinde yatağın üzerine kıvrılmış yatan iri bir yılanla karşılaştı. Mızrağı ile ona hücum edip mızrağını ona isabet ettirdi. Yılan da (yılan şekline girmiş cin) gencin üzerine atıldı. Gencin mi, yılanın mı, önce öldüğü bilinmemektedir. Allah’ın Rasulü’nün huzuruna varıp durumu anlattık ve ona dedik ki: “Allah’a dua edin de arkadaşımızı diriltsin.” Bize: “Arkadaşınız için Allah’tan af dileyin ve gidin onu defnedin” dedi ve ekledi: “Medine’de birtakım cinler Müslüman oldu. Siz onları (herhangi bir şekle girdikleri vakit) gördüğünüzde üç gün mühlet veriniz. Şâyet bu müddet içerisinde (şekle girmeye devam

edip) ((kip gitmezlerse onları öldürün. Çttnkfl o şeytandır.

Mustafa Kençur bana şöyle dedi:

— Şayet o genç, yılanı bulunduğu yerde öldürdükten vc bundan iyice emin olduktan sonra dışarı çıksaydı kendisine, belki de o yılan bir kötülük edemeyecekti. Ama onun eceli de bu şekilde imiş. Bunda ders vc ibretler mevcuttur. Ne olursa olsun bu Muhammedi hadîsi şerif, cinlerin çeşitli şekillere girebileceklerine bir delil teşkil etmektedir. Cinler

,JSahih-i Müslim. Kitâbü Katlil Hayyiı ve Ğayruhâ; Imam-ı

Mâlik, Muvatta. KitâbO’l-lsti’zan.

Imam-ı Ncvcvî. Müslim’in şerhinde şöyle der “Mâıri der ki: Hazreti Peygamber (s.a.v.) şehrinin (Medine-i Münevvere) yılanlarını, onları uyarmadan ve mühlet vermeksizin öldürmemeliyiz. Şayet kişi, bu yılanlan (çünkü mü’min cin olabilir) uyardığı halde ayrılrp gitmezlerse o zaman öldürebilir. Medine-i Münevvere’nin dışındaki bütün yerlerde uyarmaksızın ve mühlet vermeksizin yılanları öldürmek men-duptur. Çünkü hadîs-i şeriflerin umumu buna işaret etmektedir. Bir kısım âlimler: “Onlara üç gün mühlet verin, onları hemen öldürmeyin” sözünün, sadece Medine için olmayıp, taşradaki evleri de kapsadığı görüşündedirler. Evlerin adışında görülen yılanlar mühlet ve uyarı olmaksızın da öldürülebilir. Kâdî şöyle der: “Bazı alimler der ki, yılanlan, mutlak olarak öldürme emri, ev cinlerini (yılan) öldürmekten nelıyetmekle, bu mutlaklığı hususileştirmiş, bunların dışındakileri öldürmeye cevaz vermiştir. Kısa kuyruklu habis (pis) ev yılanları da öldürülebilirler. Cinleri ikaz ve onlara mühlet verine şu şekilde olur: Hazreti Peygamber (s.a.v.) onları şöyle uyardı: “Size, Süleyman b. Davud’a insanları incitmemek üzere vcrdi-ğiııiz sözü hatırlatırım.”

istedikleri her türlü şekil ve kılığa rahatlıkla girebilirler.

Ona dedim ki:

— Güzel, cinlerin istedikleri şekle girebilme kabiliyet ve yeteneklerine sonra döneriz. Çünkü senden bu hususta bazı açıklamalar isteyeceğim. Şimdi istersen ikinci meseleden ya da sizi görmenin mümkün -olduğu ikinci durumdan söz edelim. Demiştin ki, Sinir ve büyü esnasında ya da sihir ve büyü suyıindan içildiği zaman cinleri görmek mümkündür.

— Evet. Bu durumlarda bizi görmek gâyet kolaydır.

— Bu mesele biraz daha aydınlatılmaya muhtaç.

— Evet. Allah’ın izniyle sana birtakım konulan daha bir açacağım. Bu bilgiler, insanlar tarafından kaleme alınmamış bilgilerdir. Ancak çok müstesna insanlar (ki bunlar da çok azdır) bu konularda bilgi sahibidir.

— Allah seni mükâfatlandırsın. Bildiklerini bana anlat. Çünkü Allahü Teâlâ, “Size ilimden çok azı verildi (İsrâ Sûresi, âyet: 85) buyurmaktadır.

Cinler ne suretlerde görünür?

Müslüman cin:

— Bu söz. Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in sözü. O daima gerçeği söyler. Her cinin iki boynuzu vardır. Fakat bu boynuzlar tıpkı cinin, küçük, narin ve şeffaf cismi gibi çok küçüktür.

— Şimdi sen bana iki boynuzum mu var diyorsun?

Mmam-ı Mâlik. Muvalla. Kitâbü’l-Kur’ân. 44 ve 49. Hadis. Imam-ı Ahmcd. Müsned; İbni Micc. Sünen; Beyhakî, Sünen. °Ebû Davud. Sünen, 10. Bab; Nesei. Sünen; Imam-ı Buhârî, Sahih-i Bulıâri, Kitâbü Übidi’l-Halk; Imam-ı Müslim, Sahîh-i Müslim.

î’lmaın-ı Buhâri, Sahih-i Buhârî.

— Evci. Evet, fakat bu boynuzlar çok ama çok kOçOktOr. Boynuzlarımız insanların resimlerde çizdikleri gibi asla uzun değildir.

— Peki iblisin (şeytanın) boynuzlan küçük mü. büyük mü?

— İblisin boynuzlan kendi hacmine uygun olarak epeyce büyüktür. O ilk insandan günümüze kadar gelebilmiştir. Fakat biz cinlerin cisimlcri zayıftır. Tıpkı siin vücutlarınız gibi bizim dc vücudumuz asırların geçmesiyle ihtiyarlıyor.

Ona dedim ki:

— Sizin ten renginiz nasıldır?

— Siin ten (cilt) renkleriniz gibi farklı farklıdır. Fakat genellikle bizim çoğumuz esmer ciltlidir. Çünkü bizim cildimiz incedir vc etimize doğrudan yapışıktır. Tıpkı sizin ciltlerinizin etinize yapışık olduğu gibi. Cildimiz mandanın cilt rengine yakınlık arzeder. ancak hafif tüylüdür. (Tüyü azdır). Tamamen sizin vücut kıllarınız gibi. Bazı cinlerin saçı sıktır. Cinlerin bazısı beyaz, tenlidir. Bazıları kırmızı tenlidir. Ve

!lHbû Dav ud. Edcb kitabının S. cildinin 415. sayfasında İbni Mcs’ud (r.a.)’dan şöyle riviyet eder: “BUlün yılan lan öldürünüz Ancak beyaz cine dokunmayınız. Sanki o gümüş bcyaı gibi parlar.” Müslüman cin beyaz yılan kılığına girebilir. Harekelinin yavaşlığından dolayı hadis-i şerifle cin. gümiış kılıca vc kabuğu sövülmüş dala benzetilmiştir.

Münziri bu rivayet üzerine yapmış olduğu yorumda şöyle der “Bu. munkatf bir hadistir. Çünkü İbrahim (rivi) bu hadîsi. İbni Mcsud’dan bızat dinlememiştir. Münziri’nin bu yorumuna saygı duyuyoruz Bu rivayetin yorumuna göre, cinlcr beyaz yılan suretine girmezler, mânası çıkmakladır. Ancak Müslüman diğer renklerde de cinler bulunmakladır. Allah çok yücedir.

Ona dedim ki:

— Siz elbise giyiyor musunuz?

— Evel. Evet, çok çeşitli vc güzel elbiseler giyeri. Hanım cinler kendilerine uygun elbiseler giyerler. Müslüman hanım cinler haşmetli ve Allah’ın âyetinde belirttiği gibi örtülüdür, “örtülerini yakalan üzerine salsınlar.” Ben örtünürken peçe takılmasını tercih ediyor ve bunu destekliyorum. Ayetin ruhuna uygun olan da budur. Erkek cinler kendilerine münasip elbiseler giyerler. Çoğu abayc türü elbiseleri lercih eder. Cinlerin büyük bir kısmı kırmızı ve mavi renkleri severler. Bu ikisinden de daha ziyade siyahi renkleri severler.

Ona dedim ki:

— Senin şu anda benimle konuştuğun dilin gerçek (etlen) bir dil mi. \oksa siz bizim bilmediğimiz bir keyfiyetle mi konuşuyorsunuz?

— Hayır. Bizim dilimiz mecazî bir dil değildir. Sizin diliniz gibi etten bir dildir. Ancak dilimiz çok cin Mustafa Kençur bu rivayetin doğru olduğunu bana bildirdi Çünkü Mustafa, bir cindi vc onları ıı tanıyordu Kcjkc bu rivayetin doğru olduğunu söylerken tözlerinin panknını görseydiniz. Bana şöyle diyordu: “Bu tip ilanları öldürmeyim Onu uyarın, inşaallah o hemen gizlenecektir.” Şayet Mustafa Kençur’u duysaydım rivayetin sıhhatini anlardınız. Çünkü göz hareketleri bizde olduğu gibi cinlerde de bazı mina ve anlamlar taşımaktadır. Gözün hareketleri haberin doğruluğuna ve yanlış lığına bir delil teşkil etmektedir. Mustafa’nın gözlerinin parlaması işte bu haberi doğruluğuna işaret etmektedir. küçüktür. Vücudumuza uygunluk areder. Çünkü vücudumuz daha önce söylediğim gibi küçük hacimlidir. Kısacası tüm organlarımız sizinle aynıdır.

— Sizin dişleriniz var mı?

— Evci. Fakat dişlerimiz biraz uzun ya da büyük sayılır. Yani sizin diş büyüklüğünüzün vücud büyüklüğüne nisbeti gibi değildir. Vücudumuza oranla dişlerimiz uzun ve büyüktür.

— Bütün bu maddî özelliklerinize rağmen biz sizi göremiyoruz öyle mi?

— Evet. Bu çok normal. Çünkü aslımız ateş, cismimiz dc havai ve şeffaf. Fakat bazı durumlarda bizi görmeniz mümkün olabilir.

— Hangi durumlarda sizi görebiliriz?

– Maddî ve mücessem bir şekle girdiğimizde.25 Sihir esnasında ya da sihir ve büyü suyundan içerken.

F.icrin maddeye dönüşmesi imkânsız değildir. Modem ilim bunu ispatlamaktadır. A.S. Eadington: “Maddî Âlemin Tabiatı” adlı kitabında şöyle der: “Eter, bir madde türü olmadığı halde kendisini, mahiyetine vâkıf olamadığımız birtakım kıvrımlar ve halkalanmalar vasıtasıyla maddeye dönüştürebilir. İşte bir ağırlığı ve ebadı olmayan bu şey. bazı parçalarının diğer parçalan ile birleşmesi sonucu tartılması mümkün bir maddeye tahavvül eder”

Bu tespit, aynen cinler âlemine de uygunluk arzeder. Çünkü cinler de elle tutulur, gözle görülür bir şekle girme gücüne ve istidadına sahiptir.

Yahut cinnin kendi isteğiyle gerekli şartlar meydana geldiğinde yine bizi görmek mümkündür.

— Siz ayaklarınıza ne giyiyorsunuz? Yalın ayak mı dolaşıyorsunuz, yoksa ayakkabı ve çizme gibi bir şey mi kullanıyorsunuz?

— Evet. Evet, biz ayakkabı giyiyoruz. Ancak Müslüman cinlerle şeytanın ayakkabı giyiş tarzı aynı değildir.

— Peki fark nedir?

— Şeytan sol ayağına yalnız bir ayakkabı giyer.27 Sağ ayağına bir şey giymez.

^İnşaallah ayrıntılı olarak yeri geldiğinde bu meseleyi inceleyeceğiz Şuna dikkat çekmek istiyorum ki. insanların her hâl 0 kârda cinlen görememeleri. Cenabı Hakk’ın bize olan rahmetinin delilleridir. Şâyet istediğimiz an on Un görebilseydik. yokluktan varlığa geçen büllin ışınlan da görürdük ve bu ışınlar bii nihaisi ederdi. Cinler âleminden gelen rahatsız edici kokuları, hattâ onların ağız kokularını dahi duyumlardık. Ve her taraftan gelen telsiz (ses) dalgalarını işitirdik. Dünya bize bütün genişliğiyle dar gelir ve bu öldürücü ses ve kokulara tahammül edemezdik. Kâinatta öyle ışınlar vardır ki. canlı varlıkları bile öldürür, sert maddeleri kolaylıkla yakar, kül eder.

Harbill-Kinnan. l-bû llureyre (r.a.)’ın llarcii Peygamber (sjı.v.)den rivayet ettiği hadis-i şerifi kitabında zikretmiştir. Hadis şöyledir: “Sıden birini lek ayakkabıyla yürümesin. Çünkü şey lan tek ayakkabı üzerinde yürür” (Bak. Suyuti. Lâkâtü’l-Mercân fi Ahkâmi’l-Cân.) Cinni Mustafa Kençur. bu meseleyi bizzat tasdik eni. Sahih-i Müslim’de Hazretı Peygamber (s a.v .)’ın ikinci ayakkabı delindiğinde tamir edilinceye kadar lek ayakkabı üzerinde yürümekten neb yeti iğine dair sahih bir rivâvet mevcuttur.

— Peki Müslüman cin tek ayakkabı mı giyer?

— Hayır. Allah’a hamdolsun ben iki ayakkabı kullanıyorum.

— Peki siz ayakkabıları hangi maddeden imal ediyorsunuz?

— Papirüs yaprağından (hasır otundan).

— Papirüs mü? Yani eski Firavunların üzerine yaı yazdıkları, bildiğimiz papirüs kâğıdı mı? Ya da bu bizim bilmediğimiz ancak sizin ürettiğiniz, bizcc görülmeyen bir tür papirüs mü?

— Hayır, o sizin bildiğiniz papirüs. Ancak bizim bünyemize uygun olarak o incelik arzeder ve ayağımıza giydiğimiz andan itibaren sizin tarafınızdan görülmez.

CİNLERİ GÖRMEK MÜMKÜN MÜDÜR? ONLARI NASIL GÖRÜRÜZ?

Bu meselede asıl olan, cinler herhangi bir maddî şekle gitmeyip kendi aslî şekillerinde kaldıkları sürece bizim onları çıplak gözle görebilme imkânımızın olmayışıdır. Fakat bu bizim gibi normal insanlar için böyle olmakla birlikte Allahü Teâlâ Hazretlerinin göndermiş olduğu peygamberler, mucize olarak cinleri asıl suretlerinde görebilme imkânına sahiptirler. Ayrıca birtakım veli kulların da keramet babından cinleri Cenabı Hakk ın onları yarattığı şekilde, herhangi bir şekle girmeden görme imkânı vardır. Bunun dışında bazı şart ve özel konumlarda sıradan insanların da cinleri bu mânada görebilme ihtimali mevcuttur.

Bizim istirhamımız ve ricamız odur ki, kıymetli okuyucularımız; bizim söz çelişkisinde bulunmak istediğimizi, sözü dolaştırdığımızı zannetmesin. Allah şahidimdir ki, kardeşiniz (müellif) asla övünmekten, gerekmedikçe söz uzatmaktan çok uaktır. Yine Allahü Teâlâ Hazretlerini şahit tutarak diyorum ki, ben kesinlikle hiçbir hurafe söze de kulak asmam. İnşaallah, cinlerin onlar kendi yaratılışlarında olduğu halde (bir şekle girmeden) görülemeyeceklerine ve bunun imkânsız olduğuna dair şer” delilleri ileride scrdcdcccgim. Fakat bu delillere geçmeden önce cinleri genel mânada bir tanıyacağız. Allah’ın izniyle onlarda gördüğümüz, bizzat şahit olduğumuz bazı güç ve kudretleri gözler önüne sermeye çalışacağız.

HATALI DÜŞÜNCE

İnsanların birçoğu, cinlcr hakkında ileri sürdüğü (onların birtakım şekilleri ile ilgili) halalı düşüncelerden dolayı cinleri üzdüğünü bilmez.

Ben, cinlerin normalde ne şekilde olduğu meselesini Müslüman cin Mustafa Kençur’a sorduğumda tıpkı az evvel söylediğim gibi insanların onlar hakkında hatalı düşünmelerinin, cinleri ziyadesiyle üzdüğünü hatırlatarak ekledi:

“Muhakkak ki, insan cinlerin çok çirkin varlıklar olduğunu düşünmekledir. İnsanlar, cinlerin şekillerinin çok korkunç olduğuna, yüzlerinin insanı ürperttiğine. tıpkı onların hayvanlar gibi uzun kuyrukları olduğuna inanmaktadırlar. Ve onlar… Vc onlar… Tüm bunların gerçekle uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Vc tüm bunlar, insanın vehminden vc hayalinden ibarettir.”

Ona (Cin Mustafa Kençur’a) dedim ki:

— Belki dc insanın kafasında oluşan bu hatalı düşüncelerin asıl sorumlusu yine cinlcrin kendileri olabilirler?

— Nasıl yani?

— Şeytanın, herhangi bir insanı korkutmak için veya değişik bir sebeple kötü ve korkutucu bir şekle girmiş olması bu hatalı düşüncelere yol açmış olabilir.

— Belki haklı olabilirsin. Fakat durum ne olursa olsun, insanlık cinlerin şekillerini yorumlamakta haddi aşmıştır, çoğu kez de yalan söylemektedirler.

Sonra şeytan, cinlerin aksine çirkin ve kötü bir surettedir. Fakat Allahü Teâlâ. Müslüman cinlerin şekillerini güzelleştirmiştir.

CİNLER CENNETE GİRERLER Mİ?

Belki de en büyük tuhaflık, birtakım insanların, cinler Müslüman olduktan, inandıktan ve iyi ameller işledikten sonra kıyamet gününde onlara hiçbir sevabın verilmeyeceğine, sadece ateşten muaf tutulacaklarına inanmalarıdır. Bundan daha tuhafı da cinlerin tıpkı hayvanların âkıbeti gibi toprak olacağı inancıdır. Kur’ân-ı Kerim, meseleyi çok açık bir şekilde çözmektedir, özellikle Rahmân Sûresi’ndc Allah Azze ve Celle, hurilerden bahsederken şöyle buyurmaktadır:

“Onlar da bakışları kısa (yalnız kocalarına bakan) öyle dilberler de var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmaraıştır.” (Rahmân Sûresi, âyet 56)

İmamı Kurtubı tefsirinde bu âyet-i kerimeyi şöyle teftir etmektedir:

“Bu âyel-i kerimede cinlerin de insanlar gibi cennete gireceğine ve onlara orada cinnilerin (kızlar) eş olarak verileceğine işaret edilmektedir.”

Zamrc demiştir ki:

“Huri lyn kızları, onların mü’min olanlarına verilecektir. Cinnî huriler, cinnî erkeklere, insî huriler de insanın mü’min erkeklerine eş olarak verilecektir.”13

‘ Kuıtubi Tefsiri. DaruŞa’b Baskısı, sh. 6351 Allahtı Tcfllâ Hazretlerinin şu sözünü iyice düşünelim ve anlayalım:

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden, size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle (ahiref) karşılanacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Dünya hayatı kendilerini aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler. Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helik edici değildir. Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’âm Sûresi, âyet: 130-132)

Kurlubî. “Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır” sözünü, cinlerin ve insanların her biri şeklinde yorumlamaktadır. Tıpkı şu âyet-i kerîmede olduğu gibi:

“İşte onlar da kendilerine (azap) söz(ü) gerekli olmuş kimselerdir. Kendilerinden öncc geçen cin ve insan toplulukları arasında (azabın içinde) bulunacaklardır. Gerçekten onlar, ziyana uğrayacak-lardır. İler birinin (inananların ve inanmayanların) yaptıkları işlerden dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, kendilerine hiç haksızlık edilmez.”

(Ahkâf Sûresi, âyet: 18-19)

İşle tüm bu âyet-i kerimelerde cinlerin de tıpkı insanlar gibi Allah’a itaat edenlerinin cennete, asi olanlarının da cchenncmc gireceklerine dair beyanatlar vardır. Bu konuda şunu iyice bil ki, mülessirler arasında tam bir görüş birliği bulunmaktadır.’

‘‘Kurtubi Tefsiri. Daıu’ş-Şa’b Baskısı, En’am Sürcsi’nin Tefsiri, sh. 2523-2524.

İmamı Ibnûl Kayyım, şu şekilde haber vermekledir:

“Cinlerin mü’minleri ccnnete girerler. Onların kâfirleri de cehenneme girerler.

Ibnûl Kayyım aynı sözü “Tariku’I-Hicretcyni ve Bâbü’s-Scâdeteyn” adlı kitaplarının 149. sayfasında yine aynı şekilde dile getirmektedirler. İmamı Buharı. Sahihi Buhari’nin “Zikru’l-Cinni vc SevâbUhüm ve Ikâbühüm” (Cinlerin Sevabı vc Cezası) isimli babında bu konuya yer vermiştir. İmamı İbni Haccr cl-Askalâni, bu hususu çok değişik görüşlerde bulunmaktadır.

İmamı Nevevî, Sahihi Müslim şerhinde cinlerin ccnnete girecekleri hususunu dile getirerek, yukarıda geçen görüşleri desteklemiştir. Yine aynı şekilde Fahri Râzî. ‘‘Tcfslr-i Kebîrinde, Âlûsî ,,Rûhu’l-Meâni’de, İbni Kesir ‘Tefsîrü’l-Kur’âni’l-A.ıy m’indc, Muham-med Reşid Rıza Menarda, Seyyid Kutup “Fî Zılâli’l-Kur’ân’da cinlerin cennetc girecekleriniteyidetmişlerdir. Bizler de tıpkı bu değerli mOfessirlerimiz gibi cinlerin cennete gireceklerine inanıyoruz, tnşaallah bu inancımız üzerine de yüce Allah’a can verinceye kadar devam edeceğiz.

CİNLER ÂLEMİ

Arapça’da “Cin”in Manası

Cinler dc insanlar gibi ayn bir türdür. Tekil isim “Cinni” şeklinde gelir. Cin kelimesinin çoğulu -Çan ‘dır. “Cinnî”. gizli, örtülü ve görünmeyen mânalarına gelmekledir. Genel çerçevede onlara (Hafâ Âlemi), gizli ve sır âlemi diyebiliriz. Cinler şeffaf bir (maddî) yapıya sahip olmalarına ve biiınle aynı gezegeni paylaşmalarına rağmen görünmemektedirler. Onlar da bizim gibi irade ve akıt sahibidirler. Aynen bizim gibi Allah’ın dini ile mükelleftirler.

Antropoloji ve eski medeniyet uzmanlan, yazılmış en eski dilin M.ö. yaklaşık 3S00 yıllarında yaşamış olan Sümcrler’in dili olduğunda görüş birli-findedirler. Bu tarih, günümüz tarihiyle birlikte insanın varoluş tarihine mukayese olunduğunda yalnızca beş dakikalık bir zamandır, yani insanın varlığı çok daha eskidir.

Biz şuna inanıyoruz ki. Arapça bütün insanlığın ana dilidir, bütün dillerin ilkidir. Diğer eski diller ondan türemiştir. Bunun yanında Ârmıî dili dc Arapça’nın bir şubesidir. M.Ö. 14. asra ait Ârimî dilinde yazılmış bulgular (naslar) ele geçirilmiştir. Bu yazılar incelenmiş ve büyük ölçüde şu andaki Arapça harflere benzediği anlaşılmıştır.

Müslüman cine (Mustafa Rcnçur’a) beşeriydin en eski dili hangisidir, diye sorduğumda ccvabcn bana Arapça’nın en eski dil olduğunu belirtti. Mustafa, bu haberi babası Semir ve dedesi Kcnçur’dan öğrenmiş. Bütün cin âleminde dc bu hakikat böyle bilmiyormuş Mustafa’nın dedesi yedinci kal gökten dünya semasına inen ilahi haberleri dinlemek islerken ucrinc Rabbani, yakıcı bir alev (huzme) gönderilmiş ve yanarak ölmüş. Mustafa’nın dedesi Hint asıllı imiş.

Cin kelimesi, sözlükle ins kelimesinin zıt anlam tısıdır. Ciözümlc gördüğüm bir şeye “Aııestü” (yani onu gördüm) denilir. Buna göre cin kelimesi doğrudan gözle görünmeyen demektir. “Musa süreyi doldurunca. ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gürdü. Ailesine: “Durunu-, ben bir ateş gördüm” dedi.” (Kasas Sûresi, âyet: 29) .

Cin kelimesinin harfleri olan cim. nün bütün şekilleri ile Arapça’da “Mâ ve Men” yani bilinmeyen, gizli olan ve görünmeyen mânalarına gelmektedir.

Cenin, annesinin kamında görünmediği için bu isimle isimlendirilmiştir. Allahü Tcâlâ Hazretleri, şu âyet-i kerimede bu mânaya işaret etmekledir “Ve tiz annelerinizin karnında cenin halinde iken (görünmediğiniz halde) sülcri çok iyi bilen O’dar.”

(Necin Sûresi, âyet: 32)

Denilir ki: “Ccnnchül Leylü” (Gece onu karanlığı ile gizledi ve örtıü.)

“Gece basınca bir yıldu rdü.” (En’âm Sûresi.âyel: 76)

Bir kimsenin aklının örtülmesi ve kaybolması “Cünne” kelimesi ile ifade olunur. Aklı yitmiş, kaybolmuş insana “Mecnûn” denilir. Böyle bir kimseden kulluk yükümlülüğü düşer, arlık o yaptıklarından hesaba çekilmez. “Yoksa o aklını mı yitirmiştir?” (Scbe’ Sûresi, âyet: 8) âyet-i kerimesindeki aklı yitirme mefhumu “Cinnetün” sözü ile
ifade edilmiştir.

Hazrcti Peygamber (s.a.v.) bu mânalarla ilgili, oruç hakkında şöyle buyurmuşlardır:

Oruç kalkandır.”‘ Kalkan sözü “cünnctün” terimi ile ifade olunmuştur. Çünkü oruç, kişiyi günahlara ve şehvete karşı örter ve onu korur.

Diğer bir hadîs-i şerifte: “Oruç, sizden birini savaş esnasında koruyan zırha benzer” buyurulmuştur. Yine burada zırh terimi “cünnetün” ile ifade edilmektedir. Elcünnetü, korunmak ve örtünmek mâna-larındadır. İmam-ı Kurtubî. “Cünnetün” terimini bir tür örtü anlamında alır. Oruç tutan bir kimsenin, orucu bozan ve ecrini azaltan şeylerden kaçınması gerekir.

Yani kendini bu gibi davranışlardan gizlemesi ve örtmesi gerekir. İbni Arabî de aynı görüştedir. Hâsılı oruç tutan, orucunu dünyevî şehvetlerden korumalı, örtmelidir. Böyle yaptığı takdirde orucu da onu kıyamet günü ateşinden koruyacaktır.

Araplar, savaşta korunma aracı olan kalkana “el-Micen” derler. Çünkü savaşçılar bu aletin arkasına

1 İmam-ı Buhâri, Kilâbü’s-Savm; İmam-ı Malik. Muvatla.

1 Nihâye sahibi.

‘ Fethü’l-Bârî bi şcrhi’l-Buhâri. İbni Hacer cl-Askalânî, 4. Cüz. sh. 125.

gizlenerek darbelerden kendilerini korurlar. Kısacası kendinizi koruduğunuz ve siper etliğiniz her şey “cünnetün” lâfzı ile ifade edilir.

Allahü Teâlâ’nın. kendisinden korkanlara vaad ettiği mükâfat da (cennet) terimi ile ifade olunmuştur. Bunun sebebi, cennetin ağaçlarının çok oluşu sebebiyle birbirini örtüp gizlemesidir. Buna göre cennet, birbirini gizleyen ağaçların bulunduğu yerin adıdır.

Bir kimsenin kalbi dc “Cenân” terimi ile ifade olunur. Çünkü kalp bizim tarafımızdan görünmez. Hatırlanacağı üzere cenân terimi görünınezlik ifade etmekteydi. Kalbe cenân denişinin sebebi, kalplen geçen fikir ve düşünceleri bilemeyişimiz olarak da açıklanmıştır. Sizi her ardına alan ve gizleyen şeye “Cenân” denir. Bu sebeple kabire de “Çenen” denmiştir. Çünkü kabir, içerisinde defnedilen ölüyü örter ve gizler.

Araplar. çok eski zamanlardan beri bizimle aynı gezegeni paylaşan bu gizli ve akıl sahibi mahlûklara “Cinnî” ismini vermişlerdir. (Görünmeyen varlık). Kur’ânı Kerim de bu \ arlık için aynı ismi kullan mıştır. Avrupa dilleri, bu kelimeyi Arapça’dan almış lardır. Mesela. İngilizce’de bu gizli varlık “Genic” şeklinde ifade edilmiştir. Onlar, sözlüklerinde bu LisanB’I-Arab’a ve diğer sözlüklere bakınız. Cim ve Nur maddesinde daha ziyadesiyle bilgi vardır. Bizim kitabımız olan Zâdö’s-Salihıyn ved Dinim ili Târiki’l-Hüdâ ven Necâli, I. Cüz. Cin Sürcsi’nin Tefsiri kelimeden “Şeytanî Ruh” mânasını kasdetselcr de yem televizyon filmlerinde Arapça’daki mânayı kasdet-mektedirler. Hele bu varlık insana zarar vermeyip, yardımcı oluyorsa işte o zaman bu kelimeyi Arapça’daki mânada almaktadırlar.

Şart mı bir neden aramak, bildiklerimizle yetinsek olmaz mı?

Katıldığı bilimsel bir kongrede sorduğu bu soruya hiç kimse, bilimsel açıdan, doyurucu bir karşılık veremiyor kendisine.

Sayfalar dolusu örnekle sıraladık: Mısır ehramları. Paskalya Adasının dev heykelleri. Stonehenge’deki tarihöncesi gözlemevi dedik. Devler in izlerini aradık, kayıp ülkelerin tarihlerini araştırdık.

Aklımızın çözemediği olaylan acaba böyle ortalıkta mı bırakacağız, aklımızı yorup bunlara bir neden ara

Şart mı bir neden aramak, bildiklerimizle yetinsek olmaz mı? İşleri karıştırmaktan ne gibi bir kazanç sağlayabiliriz?

Teknolojiye bağlı, teknoloji tarafından beslendiği kadar şartlandırılan insan için hayal, gerçeğin değişik bir yönünden başka bir şey değildir. Geleneksel, bilimsel sınırlan aşsa bile bu araştırılması zorunlu olan başka bir gerçektir; bizi başka bir gerçeğe doğru götürecek yolda atılan bir adımdır. Tıpkı Ayda ilk adımlar, tıpkı babalarımız için imkânsız, hayalî, hatta günah sayılan uzaya açılmamız gibi.

İnsanoğlunun çağdaş başarılan esrarların anahtarını meydana getirebilir mi?

Yoruma bağlı bir şey bu; hem eder hem etmez. Kayıp bilgelik şart değil; gerekli de değil, üstelik yanıltın da olur. Buna karşılık insanın çağdaş bilgisi önceki çağların bilgisini de örtmez, aksine açıklanmasına yardıma olur.

Kuşkusuz bir sonuca varmak güçtür, verilen iki alternatife sığınmak, çokluk için, daha da güçtür; ama başka çıkış yolu da yoktur, bunu kabul etmemiz gerekiyor.

Esrarlarla karşılaşıyoruz ve bunların karşısında iki çeşit davranışımız olabilir:

1) Esrarları olduğu gibi bırakmak, giderek inkâr etmek,

2) Esrarları deşmek, araştırmak, bir nedene bağlamak.

Bu yazının gerçek amacı okuru başka bir düşünme yol»na itmektir; gerekirse rahatsız etmektir. İhtimal, çekingen ya da bilgisinden çok emin olan okur için bu çalışmamız çok bir anlam taşımıyacaktır.

Uzaydan gelen sesler

Küçük Yeşil Adamların esrarı yakın yıllarda açıklandı: Uzaydan gelen sesler uzak bir uygarlığın göndermekte olduğu mesajlar değil» sönen bir yıldıran saçtığı dalgalarmış. Bu da bir görüş. Ne var ki doğal bir nedene bağlandığından, çoğu bilim .idamları tarafından tartışılmadan kabul edilmiştir.

Bah Vırginia ovasında. Grecn Bank ta başka bir dev kulak. 8 Nisan 1960tan beri uzaydan gelen bu sesleri toplayıp biriktirmiştir. Project O/.mo adı atında yürütülen bu araştırmaların tek amacı uzaydan gelebilecek gerçek bir mesajı kapmaktı.

AB.D de, ohio gözlemevinde sürekH alınan sinyaller sonunda Dr. John K ra us Venüs’te bir radyo istasyonu olabileceği düşüncesine varmıştı. Oysa Venüs’le hayat olmadığı söyleniliyordu.

Karşıt görüşler, karşıt sonuçlar bilim adamları arasında tartışmalara yol açmaktadır. Prof. Shklovskife göreyse, durum çok açıktır:

“Varolduğunu düşündüğümüz dünvadışı uygarlıklarla bağlantı kurabilmek için şimdiden evreni incelemeliyiz. Bir dünyadifi uygarlığın varlığını, bu uygarlığın bizden üstün olduğunu, evren içinde radyo sinyalleri gönderdiğini düşünmek gerekir.”

Öteden beri Uzay Uygarlıkları tezini savunan Prof. Shklovskij, 23 Mayıs 1964’te Byurakan’da düzenlenen bir Kongrde’de görüşlerini açıklamıştı. Sovyet bilini adamı uzay uygarlıklarını iki koşula bağlıyor

1) Uygarlığın yayılma alanını yaratacak hayat alanı.

2) Uygarlığın enerji tüketimi

Bu Od koşula göre uygarlıklar üç ayn tipten oluşuyormuş:

1) Teknolojisi bizimkine benzer, bulunduğu gezegeni kaplayan ve gezegeninden aldığı enerjinin bütününü tüketen uygarlıklar.

2) Bir gezegen sistemine yayılan, hem kendi geeninin hem çevredeki gezegenlerin enerjisini kullanan uygarlıklar.

3) Kendi sisteminden çıkıp yakın yıldızlan fetheden, giderek kendi Samanyolunda yayılan ve milyonlarca üstün enerji kullanan uygarlıklar.

Shklovskife göre özellikle üçüncü tip bir uygarlığın yayınladığı sinyalleri yakalamaya çalışılmalıdır.

Uzaydaki milyonlarca gezegenlerin arasında hayat taşıyabilecek gezegen vardır,demiştik. Buna Comell Üniversitesinden Prof. Guiseppe Cocconi ve Prof. Philip Mor» rison’un görüşlerini de ekleyelim:

“Güneşe benzeyen bir yıldızın yakınlarında bilimle ilgilenen, bizden çok daha üstün teknik imkânlara sahip uygarlıklar vardır.”

Değişik şartlar altında hayat başka sistemlerde tekrarlanmış ve tekrarlanıyor. Aradaki u/aklık bir bakıma bu olayın tekrarını gerektiriyor, evrenin gelişimi, dengesi için zorunlu kılıyor.

Merih her zaman astronomiyle uğraşanların ilgisini çekmiştir

Merih her zaman astronomiyle uğraşanların ilgisini çekmiştir. Bunlardan biri de Japon Tsuneo Saheki’dir. Saheki 9 Aralık 1949’da Merih’le korkunç bir patlamayı yakalamıştı. Patlama sonucu birkaç dakika süren bir ışık alanı görülmüş, ardından 1200 km. çapında, 65 bin m. boyunda bir bulut yükselmiş. Saheki derin araştırmalardan sonra bilim dünyasına vardığı sonuçlan açıkladı: Tanık olduğu patlama volkanik bir olay değildi ve bir atom patlaması niteliği taşıyordu.

Saheki’nin vardığı sonuç 1894’ten beri Arizona Flagsstafda yaptırdığı özel gözlemevinde Merih gezegenini inceleyen ve 1916’da ölen astronom Peraval LovveU’in görüşlerine uygun düşüyordu.

Lowell‘e göre Merih çizgileri ya da kanalları, üstün bir uygarlığm açtığı su yollarından başka bir şey değildi. Bunu daha önce Schiaparelli de ileri sürmüştü.

lovvell’den önce Schiaparelli kanallar konusunda düşüncelerini şöyla açıklamıştı:

Garip geometrik biçimleri yüzünden bazı kimselerde zeki yaratıklar tarafından yapıldıkları düşüncesini doğurmuştur. Bu görüşe karşı çıkacak değilim, çünkü bana olmayacak bir şey gibi gelmiyor.

LovveU’in görüşleri İse daha kesindir:

“Milyonlarca yıl önce okyanuslardan yararlanan Merihliler artık yalnız kutuplardan gelen sularla yetinmek soranda kalmışlardı. Aslında Merih can çekişen bir gezegendi» ama MerihlUerûı karşısında biz hill ilkel bir ırk sayılırız. Çelecek kuşaklar için Merih’teki hayat artık incelencelf, araştırılacak bir konu olmaktan (dcacaktır. Gezegenin kuruması, son hayat pınltısı sönene kadar sürecektir.”

Çağdaş bilim Lov/ell’in tutkulu, hayalî görüşlerini kesinlikle kabul etmez. Astronomi uzmanı Clyde W. Tombaugh da bu görüşe şöyle karşı çıkan

“Merih’te görülen, kanal adını alan çizgiler göktaşlarının düşmesinden ileri gelen derin yarıklardır. Belirli mevsimlerde yarıklarda görülen kararmalar yüksek ısıda, çok soğukta ve kuraklıkta dayanıklı olabilen likenlerden ileri gelir. Yaz aylarında Merih’in bazı yerlerinde ısı TOO^ye kadar çıkıp geceleyin gezegenin ekvator kısmında sıfırın altında 3040 dereceye kadar düşmektedir. Antarktik gecelerinde ısı 200 derece civarındadır.”

Merih’in çağdaş şartlan, bildiğimiz kadarıyla bunlardır. Gezegenin milyonlarca yıl önceki durumunu ise hiç bilmiyoruz. Belki, Lovvell’in düşündüğü gibi, gezegenin hayata uygun olduğu çağlarda bir uygarlık yaratılmıştı. Merih için yürütülen bu görüş bilinen, bilinmeyen, uzak ya da yakın, gezegenler için de geçerli sayılabilir. Ancak Merih, Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden daha çok bu tür düşüncelere açıktır.

Merih’in iki uydusu vardır Fobos (Korku) ve Deimos (Dehşet) 1610’da Kepler’in ileri sürdüğü bu iki uydu 1877de Asph Hail tarafından resmen keşfedilmiştir.

Amerikan fizikçisi Ralph Lapp’a göre

“Gerek A.B.D’nın gerek bafkı ülkelerin kişileri Ay yanştnı büyük bir gösteri sayıyor. Bana kalına burada, yeryüzünde, çözümlememiz gereken davalarımız vardır. Parayı da, teknik bilgiyi de bunlara kullanabiliriz. Yeryüzünde açlıkla, hastalıklarla karşılaşıyoruz. Bunlar temel sorunlardır, Ay’a varmak ise bir çeşit kaçıştır.”

Lapp’rn kaçış olarak nitelendirdiği uzay araştırmaları başkaları tarafından değişik biçimde yorumlanıyor. İstatistiklere göre 2050 yılında yeryüzü 8,7 milyar kişiyi barındırmak, en önemlisi, beslemek zorunda kalacaktır. 2250 yılında ise bu sayının 50 milyara ulaşması bekleniyor. Dünya insanoğluna dar gelmeye başlamıştır, gelecek kuşaklar için yetersiz duruma geçecektir.

Bu yüzden uzay yarınki kuşakların dünyasıdır, insanoğlunun bitmez tükenmez tanıma, bilme, öğrenme, keşfetme tutkusunun anmadır. Uzayla uğraşmak, uzayı araştırmak, uzay için çok uzun süreli yatırımlar yapmak bu şartlar altında her yönden zorunlu olmaktadır.

Uzay araştırmalarının zorunluluğunu savaş sonrası yıllarından beri yılmadan savunan Von Braun, ilerdeki tasarıların arasında yer alan uzay istayonu’yla ilgili çalışmalarının nedenlerini şöyle açıklıyor:

“1972den sonra dünyanın çevresinde dönecek ve bütün insanların yararına işleyecek bir çeşit uzay istasyonu, bir gözlemevi kurmak istiyoruz. Elverişli aletlere yardımıyla bu tür bir gözlemevinden yeni petrol a lanlan, maden yalaklan keşfedilebilecektir. Bununla yetinmeyeceğiz. Diyelim, Kanada’nın geniş ormanlık bölgelerini inceleyip belidi böcekler tarafından yayılan hastalıktan bulup ilgili makamlara haber vcrecrfU; dünyanın büyük zirai bölgelerini verimlilik açısından denetleyeceğiz, giderek ekilmemi} alanları araştırıp bunlarla ilgili tekliflerimizi çeşitli ülkelere bildireceğiz. Şehirlerimiz günden güne korkunç bir «eklide genişliyor, nüfus artışı dramatik bir noktaya varıyor, türde insanoğlunun ihtiyaçlannı yıldan yıla hesaplayıp, Hindistan’da ya da başka bir yerde birden ortaya çıkacak olan bir kıtlığın sürpriziyle karşılaşmadan her defasında geç ulaman yardımlara sığınmak zorunda kalmayacağız. Zamanında hazırlanmamız gerek. Dünyanın nüfusu üç beş milyara varınca son anda alınacak tedbirler İşe yaramayacaktır.”

Ya Ay sorunu?

“Ay büyüktür, değişik bölgelerini de görüp yaşama şartlan hakkında çok şeyler öğrenmek istiyoruz. Ay, uzun süre, bir çeşit Antarktika olacaktır. Güney Kutbunda birçok ülke bilimsel üsler kurmuştur. Burada yürev yapan uzman ekipleri genel olarak bir yıl kadar kalmak talar. Antarktika turistik bir bölge değildir ve uzun süre Ay da böyle olacaktır, oraya, başkalarından önce bilim .idamları gidecektir.”

Sonuç olarak uzayın fethi, ilk anda sanıldığı gibi, bir kaçış değil bir çeşit kurtarıcı çalınmasının ilk bölümüdür.

Kendi gezegeninde egemen olan insanoğlu acaba gökçekte başka gezegenlerle ilinti kurabilecek mi? Bugüne kadar kunnadıysa!

Başka gezegenlerde hayat varsa bu bizim anladığımız bildiğimiz bir hayat da olmayabilir bunun üzerine görüşler kurmak bize ne getirebilir?

Yüzyılları aşan esrara çağda bir çözüm yolu getirmek!

Uzun süreden bari en azından 3,4 yıldan beri-Uçan Nesneler olsun Uzay Yaratıkları olsun unutulmuş görünüyor. Durum beyleyken daha tarafsız ve bütünüyle bilimsel bir gönişu sonuç olarak teklif edelim:

“Kimlifti Bilinmeyen Uçan Nesnelerin konuklan hakkında elde edilecek başkaca bilgiler insanoğluna hem kendisini hem de içinde yaşadığı evreni tanımasına yardıma olacaktır- Toplanan raporlarla ilgili fiziki biyolojik, psikolojik ve sosyolojik araştırmalar eski bir esrara çağda? bir sonuç getirebilecektir”

Yüzyılları aşan esrara çağda bir çözüm yolu getirmek! 1950 lerin. 1960Tann Uçan firelerine. Küçük U-zay Yaratıklarına karşılık birinci bölümde sözü geçen Dropaslar, uzaydan inen, uçan nesneleri bozulan, insanlara kanşan kocı kafalı, kısacık boylu Dropas Lar ya da 12.000 yıl önce dünyamızı ziyaret eden ve geri dönemeyen Uzay Yaratıkları.

Eski esrar hâlâ aydınlanmamıştı çoğu insanlar eldeki ipuçlanna önem vermiyorlar; esrarlar çoğalıyor ve bunlara ne bilim ne de tarih yeterli bir karşılık veremiyor. İnsan, her şeye rağmen, kendince çareler anyor, araştırıyor, düşünceler ile sürüyor, bazen yanılıyor, bir hayalin peşinden sürükleniyor, bazen de zincirin bir halkasına bir halka daha takıyor.

– Uzay araştırmalarının nedenleri

– Evren torunu

– Gezegenlerdeki hayat

– Uzaydaki mucizeler

– Uzaydan gelen sesler

– Venüs, ne »üı bir gezegendir?

“Eski şeylere yeni gözlerle bakmak gerekir.” Louis Pautvels • Jacques Bergier

YAŞAMAKTA OLDUĞUMUZ ÇAĞA Uzay Çağı adı verilmiştin yalnız insanoğlunun uzayı fethetmeye hazırlandığı, Ay’a ayak bastığı için deği, uzayla yeryüzü a-rasmda bağlar gitgide sıklaştığı, iç içe gerdiği için.

İnsanoğlu için dünya eski çekiciliğinden çok şeyler kaybetmiştir. Artık amaç uzay, uzaydaki yıldızlar ve gezegenlerdir. Bunlar hem yakın bir geleceğin hem de insanoğlunun geçmişini açıklayacak anahtarlardır.

Eski zamanlarda, tayfun öncesi çağlarda, uzaydan u-çan gemileriyle Tanrılar inerdi; Kimliği Bilinmeyen Uçan Nesnelerin Uzay Cemileri olduğu görüşü artık rahatlıkla benimseniyor. İnsanoğlu gelişen bîr ilgi ve tutkuyla uzaya bakıyor, Ay’a ayak basıyor, Merih ve Venüs’le ilişkiler kurmayı deniyor.

Son yıllarda uzay araştırmaları için milyarlar harcanmıştır. İnsanoğlunun uzaya açılmasını hiçbir engel durduramaz ve bu, çağın amacı olduğu gibi, zorunluluğudur da.

Uzay için milyarlar harcanınca nedenler dizisi gitgide uzuyor. Neden uzay araştırmaları yapılıyor? Neden uzayın fethi isteniyor? Neden Ay’da incelemeler sürdürülüyor?