Her Telden

Benleri Değerlendirme

Benleri değerlendirirken bazı önemli noktaların akılda tutulması gerekmektedir.

Bunlar:
• şekil değişikliğine uğramış olması,
• kenarlarında düzensizlik ortaya çıkması,
• renk değişikliğine uğramış olması,
• büyümesi,
• kaşıntı, ağrı ve kanama olup olmamasıdır.

Benlerin kanserleşmesi özellikle genç yaşlarda fazla beklenmemektedir. Ancak yukarda belirtilen değişikliklerden biri ya da birkaçı varsa mutlaka ciddi olarak değerlendirilmelidir.

Sonradan ortaya çıkan benler genellikle 1 cm’den küçüktür ve homojen bir renk dağılımı gösterirler. Genellikle ten renginde ya da kahverengidirler. Benler deri seviyesinde veya deriden biraz kabarık olabilirler.
Benlerin yukarıda tanımlanan tiplerinden farklı olanları da vardır.

Bunlardan bazıları:
Spitz ben olarak tanımlanan bendir. Yukarıdaki tanımlanan benlere benzer; ancak daha koyu renkli olabilir. Kanserleşme ihtimali oldukça düşüktür.

Mavi ben bir diğeridir ve bunun özelliği oldukça koyu renkli olmasıdır. Benler mavi olmayıp, gri, kahverengi ya da siyah görünümde olabilirler. Oldukça simetrik görünümdedirler ve 1 cm’den küçük boyutlardadır. Düşük de olsa kanserleşme ihtimalleri vardır.

Displastik ben (atipik ben ya da Clark ben) denilen tip ise aileviözellik gösterir. Vücutta çok sayıda ben bulunur. Özellikle İngiltere, Hollanda, Almanya gibi kuzey ülke insanlarında fazla görülür. Vücudunda 100’ün üzerinde ben bulunan kişilerin özellikle dikkate alınması gerekmektedir. Özellikle ailesinde çok sayıda ben olanlar ve bu benlerden kanser gelişmiş olanların benlerinde de kanser gelişme olasılığı normalden fazladır. Displastik ben dışardan bakıldığında pişmiş yumurta görünümü verir ve renk dağılımı da düzensizdir. Displastik benlerin çıkarılması ve bu kişilerin periyodik olarak 50 yaşına kadar düzenli kontrollerden geçirilmesi gerekir.

Tedavi
Benler gerek tedavi, gerekse kozmetik nedenlerle çıkarılabilir. Başka bir hastalığa dönüşme ihtimali olmayan benlerin patolojik olarak incelenmesi yapılmayabilir; ancak şüpheli olan tüm benlerin çıkarılıp patolojik incelemelerinin yapılması gerekir. Benler uygun olarak çıkarıldığında yeniden çıkmazlar.

logo

Estetik Ameliyat Sonrası İyileşmeyi Etkileyen Faktörler

1. Çinko, normal yara iyileşmesinde olumlu etkiye sahiptir. Yüksek proteinli hayvansal gıdalar (sığır, kuzu eti), ceviz ve baklagiller yüksek oranda çinko içerirler. Çinko eksikliği, normal yara iyileşmesinde gecikmeye neden olur.

2. Vitamin C, yaraların iyileşmesinde önemli bir rol oynar, kollajen yapımında görev alır. Bu vitamin turunçgiller, biber, brokoli ve Brüksel lahanasında bol miktarda vardır.

3. Vitamin A, ağız, burun mukozaları ve deri sağlığı için önemlidir. Karaciğer, yumurta, tereyağı, portakal ve bazı sebzelerde bol miktarda bulunur.

4. Vitamin B, kan yapımı ve kollajen depolanması için önemlidir. Yeşil yapraklı sebzelerde, tahıllarda, fındıkta, yumurtada, baklagillerde bol olarak bulunur.

5. Vitamin K, kan pıhtılaşmasında rol alır. Lahana, karnabahar ve ıspanakta bulunur.

6. Demir, kanın oksijen taşımasında önemli rol oynar. Et, balık, tavuk eti, karalahanada bol bulunur.

Ameliyattan sonra bir süre fazla tuzlu ve baharatlı gıdalar alınmaması faydalı olacaktır. Bu gıdaların içindeki bazı maddeler özellikle de katkı maddeleri, iltihabı artırabilir. Ayrıca alkolden de bir süre uzak durmak faydalı olacaktır.

Benler pigment denilen boya maddesini yapan hücrelerin deride, belli bölgelerde toplanması ve yoğunlaşması sonucu ortaya çıkmaktadır. Benlere, genel olarak iyi huylu tümörler de denilebilir. Benler tüm memeli canlılarda görülebilmektedir. Benleri oluşturan renk hücreleri, derinin alt tabakalarında bulunmaktadır. Benler tipik olarak erken çocukluk döneminde oluşmaya başlarlar, ortaya çıkmasında güneş ışığına maruz kalmanın neden olduğu söylenmektedir. Ancak genetik faktörler de rol oynamaktadır. Ayrıca benler güneş ışığı ya da sıcak sıvılarla temas sonucu oluşan ikinci derece yanıklardan sonra ortaya çıkabilir.

Sonradan ortaya çıkan benler oldukça yaygındır ve bir hastalık ya da bozukluk olarak değerlendirilmemelidir. Özellikle açık ten rengine sahip pek çok kişide, en azından birkaç ben bulunur.

Benler derinin normal bir parçası olarak değerlendirilirken kansere dönüşme riski oldukça düşüktür. Ancak çok geniş olan ve vücudun belli bir oranını içerecek şekilde büyük olan benlerin, kanserleşme olasılıkları daha yüksektir.
Benler açık tenli ve sarışın kişilerde fazla görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi ben oluşumunda, güneş ışınlarının rol aldığı ileri sürülmektedir. Çocukluk döneminde güneşten korunmakla ben oluşumunun azaldığı bildirilmiştir.

Benler bayan ve erkeklerde aynı oranda görülmekle birlikte kadınlarda, gebelik esnasında daha koyu renk almaktadırlar.
Bazı benler doğumdan itibaren bulunurlar (doğumsal melanositik benler). Sonradan ortaya çıkan benler ise (acquired melanositik benler) çocukluk ve erken erişkinlik dönemlerinde artış gösterirken ileri yaşlarda, gerileme göstermeye başlar.

Benler deride birkaç tane olabildiği gibi yüzlerce sayıda da olabilir. Genel olarak benlerin doğumsal ya da sonradan ortaya çıkıp çıkmadıklarının belirlenmesi gerekmektedir.

logo

Stres mekanizmaları ve vücutta etkiledikleri işlevler

Stres bizi birkaç seviyede etkiler: fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal. Bitmek bilmeyen uzun süreli stresten ziyade; kısa ve gelip geçici stres nöbetlerini kaldıracak bir yapıya sahibizdir. 21. yy’da stres daha uzun sürme eğilimindedir ve aile ilişkileri, para, smavlar, kaçırılan teslim tarihleri, hatta trafik sıkışıklığı gibi düzeltmek için o an elimizden bir şey gelmeyen konuları kapsar.

Stresin yol açtığı tepki fizikseldir. Çünkü ilk insanlarda stres büyük olasılıkla,onları fiziksel açıdan tehdit eden bir tehlikeyle karşılaşmalarına bağlı olarak oluşmaktaydı. Vücutlarının verdiği tepkiyle ya tabanları yağlıyor, ya da dönüp savaşıyorlardı.

Stresin hormonlar üzerindeki etkisi

Stres, böbreküstü bezleri tarafından (böbreklerin tam üzerinde yer alırlar) salgılanan hormonların üretimini ve kanda dolaşımını teşvik eder. Böbreküstü bezlerimiz normal çalışıyor olduğunda kendimizi iyi hissederiz, yeterli miktarda enerjimiz vardır, hastalıklara karşı bağışıklığımız sağlamdır, vücudumuzda ödem oluşmaz ve ruh halimiz gayet rahat ve yumuşaktır.

Ancak stres, böbreküstü bezlerinin adrenalin salgılamasına neden olur ve bu da neredeyse uyuşturucu gibi bir etki yaratır. Bu bezler kortizon da salgılar. Bu iki hormon vücudu aksiyona hazır hale getirir: sindirim durur; sinirlere ve kaslara yakıt sağlamak için kana glikoz salınır; solunum ve kalp atış hızmm hızlanması ve kan basıncının yükselmesiyle hücrelere yakıtı yakmada kullanacakları oksijen ulaştırılır. ‘Savaş ya da kaç’ adı verilen bu tepki, evrimi boyunca insanlığa hayatta kalmaya yardım etmiştir. Günümüzde ise artık çok az sayıda durumda yine aynı amaca hizmet eder.

Artık gün içinde yaşadığımız stresin çoğu hayatımızı tehdit etmese de, böbreküstü bezlerinin strese verdiği yanıt aynıdır. Ortada ‘savaşacağımız’ ya da ‘kaçacağımız’ bir durum da olmadığından, vücut yukarıda anlatılan tepkileri boş yere üretmiş olur ve kronik stres dolu yaşantılarımız nedeniyle de bu tepki sürekli verilmeye devam eder.

Stres nöbetlerinden sonra sıklıkla hastalıklar baş gösterir

Adrenalin ve kortizolün sürekli olarak salgılanması ise, önemli beyaz hücrelerin miktarını azaltmak suretiyle bağışıklık yanıtına ket vurur. Depresyon, stres, kaygı, kin tutmak ve tükenmişlik hissi, bağışıklıkta rol alan Thücrelerinin işlevini kötü yapmasma neden olur.74 Uçuğu (herpes virüsü neden olur) çıkanlar, bunun yoğun stresli bir zamanda ya da sonrasında çıktığım bilirler. Yoğun stresli bir dönemde nezleye yakalanmanız da daha olasıdır. Bir çalışmanın vardığı sonuca göre ‘öfke ve kronik stresin birleşimi bağışıklık işlevinin azalmasına neden olmaktadır.’75 Ohio Üniversitesi Tıp ve Kanser Merkezi’nden araştırmacılar,sorunlarla başa çıkmakta zorlanan yoğun stres altındaki insanların DNA onarımmda aksaklıklar görüldüğünü bildirmiştir.

logo

Erkeklerde Meme Küçültme Yapılır mı?

Jinekomasti (erkeklerde meme büyümesi) bebeklik döneminde, ergenlik döneminde ve ileri yaşlarda hormonal değişikliklere bağlı olarak görülebilir. Jinekomasti Milattan Sonra 200’ ler de Galen tarafından tanımlanmıştır. Milattan sonra 7. yüzyılda da tedavisi yapılmaya başlanmıştır.

Çoğu ergenlik döneminde görülmektedir hatta 14-15 yaşlarındaki erkek çocuklarının % 65 kadarında ortaya çıkmaktadır. Ancak bu durum ilerleyen yıllarda kendiliğinden düzelme göstermekte, % 7 kadarında ise meme büyüklüğü devam etmektedir. İleri yaşlarda yine artış göstermekte ve % 30 oranlarına ulaşmaktadır. Bazı hastalıklarda da erkeklerde meme büyümesi görülebilmektedir.

Bu nedenle böyle bir hastalık şüphesi varsa araştırılması gerekmektedir. Ayrıca bazı ilaçlar da (mariyuana, tansiyon ilaçları, cimetidine, ve steroid hormonlar) memelerde büyümeye neden olabilmektedir. Ergenlik döneminde görülenlerde herhangi bir müdahale yapmadan önce 2 yıl beklenilmesi, bu sürede gerileme göstermiyorsa müdahale yapılması uygundur.

Büyüklüğüne göre meme sınıflandırılmaktadır. Büyüklüğüne göre yapılacak müdahale değişmekle birlikte genellikle meme baş kısmındaki kahverengi alan ile normal derinin başladığı sınırdan 34 cm’ lik kesi ile girilerek fazla meme dokusu çıkarılmaktadır. Bu işlem lokal ya da genel anestezi ile yapılabilmektedir. Gerekirse işleme yağ alma da eklenebilir. Eğer memeler aşırı derecede büyük ise meme dokusu ile derinin de çıkarılması gerekecektir.

Komplikasyon olarak kan toplanması görülebilir. Ancak uygun yapıldığında pek sorunla karşılaşılmaz.

logo

Yaşlanıyormusunuz

Yaşla ilgili hastalıklar ve ölüm ile ilişkisi hakkında fazla bir kanıt bulunamamıştır. Daha da ileri olarak bu teori yaşlanma ile ilgili bazı açıklamalar yapmaktaysa da, bu zayıflığın arkasındaki esas mekanizma hakkında fazla bilgi yoktur.

Diğer bir teori genetik hatanın yaşlanmayı başlattığı şeklindedir (Error catastrophe theory). Yaşlılıkla ilgili değişiklikleri açıklamada bu teori yetersiz kalmaktadır.

Yaşlanma ile ilgili ancak fazla itibar edilmeyen diğer bir teori de (Master clock theory), yaşlanmanın direkt olarak genetik kontrol altında olduğu ileri sürülmektedir.

Yaşlanmayla birlikte vücudumuzda pek çok organ ve sistemde değişiklik olmaktadır. Vücudumuzun en büyük organı olan deride de pek çok değişiklikler görülmektedir.
Yaşlanma, deri ve eklerinde birçok değişikliklere neden olmaktadır. Bu değişiklikler

• gerçek (intrinsik) yaşlanma,

• güneş ışığı hasarına bağlı (fotoaging) yaşlanma olarak sınıflandırılabilir.

Gerçek yaşlanma belli belirsiz; fakat deride, önemli oranda fonksiyon değişikliklerine neden olmaktadır. Fotoaging (ışık hasarına bağlı yaşlanma) ise ültraviyoleye (kızıl ötesi ışığa) maruz kalma sonucu gerçek yaşlanmanın üzerine eklenmesi ile ortaya çıkmaktadır.

Deride yaşlanma ile ortaya çıkan değişiklikler (gerçek yaşlanma)

Yaşlanan derideki karakteristik değişiklikler: Kuruluk, kabalaşma, kırışıklıklar, gevşeklik, tümör gelişim olasılığında artma şeklindedir. Bu değişiklikler aşağıdaki fizyolojik olayların bir sonucudur:

• Cildin beslenmesinde azalma,
• Derinin mekanik engel oluşturma ve bağışıklık işlevlerinin zayıflaması,
• Yaşlı deride sıklıkla (özellikle bacaklarda) kuruma ve incelme,
• Hücrelerin yenilenme oranında (3080 yaşları arasında) yarı yarıya azalma,
• Saç ve tırnakların büyüme hızında ve aynı zamanda yaraların iyileşme hızında yavaşlama,
• Aktif melanosit (derinin renk hücresi) sayısında her 10 yılda bir %10-20 azalma,
• Yaşlanma ile birlikte vitamin D yapımında azalma (süt ürünlerinin yetersiz tüketimi de bu durumun ortaya çıkmasında rol oynar),
• Derinin üst kısım kalınlığında % 20 azalma,
• Deri kan akımı seviyelerinde % 60 azalma (derinin damar yatağındaki bu çarpıcı gerileme solukluk, sıcaklıkta azalma, sıcaklık kontrolünde bozulma şeklinde ortaya çıkmaktadır),
• Deride bağ dokusu değişiklikleri (kollajen yapım ve yıkımındaki bozulmalar olmakta ve sonuçta yara iyileşmeleri de bozulmaktadır).
Deri altı yağ dokusunun 2 büyük işlevi vardır:
1. İlk olarak, şok emici (absorbe edici) etkisi ile vücudu travmalardan korumak.
2. İkincisi ise, vücut sıcaklığının düzenlenmesidir.

logo

Yaşlanma Teorileri

Yaşlanma farklı türlerde farklı olmaktadır, hatta aynı türde bile farklılıklar göstermektedir. Yaşlanma genetik olarak kontrol edilmekte hatta bir dereceye kadar genetik kontrol altındadır. Türlerin kendi içerisinde veya türlerin arasında yaşam tarzı ve çevresel faktörler yaşlanma olayını etkileyebilmektedir. Yaşlanmada değişik teoriler vardır.

Şeker ve serbest radikaller gibi entropi oluşturucu maddeler, hücrelerin (makromoleküler) yapısını yavaş yavaş bozar (Loose cannon teorisi). Hücre hasarının yaşlanma ile birlikte arttığı bunun önemli ölçüde kanıtıdır. Diyet kısıtlaması, hayat süresinin artması ve kan şekerini azaltması nedeniyle, yaşlanmada glikasyonun rolü üzerinde ilgi devam etmektedir.

Bir diğer teori küçük memelilerin yüksek metabolizma hızına sahip olmaları ve böylelikle büyük memelilerden daha erken ölme eğiliminde oldukları şeklindedir (Rate of living theory). Metabolizma hızı üzerinde yapılan çalışmalar, vücut kitlesi ve uzun ömürlülük arasında geniş bir ilişki olduğunu göstermiştir.

Başka bir teori, bazı özel fizyolojik sistemlerin (nöroendokrin ve immün sistem gibi) özellikle yaşlanmaya daha hassas oldukları şeklindedir ( Weak link theory). Sinirhormon (nöroendokrin) sistemdeki yetersizlik, vücut iç dengesini önemli derecede etkilemektedir. Bunlar hücre çoğalma fonksiyonları ve metabolik düzenlemenin yetersizliği şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bağışıklık sistemindeki yetersizlik enfeksiyonlara hassasiyeti artırmakta tümör hücrelerinin ortadan kaldırılmasını azaltmaktadır.

logo

Nasıl Merkezlenmeli?

İlke basittir. Enerji balonumuzun bir merkez ekseni vardır ve bunun normalde vücut ekseniyle hizada olması gerekir: omurgayla.

Bu yeniden hizalamayı gerçekleştirmek için üç yöntem bulunuyor. Bunların her biri farklı bir duyu kanalına dayanıyor.
Üç tekniği denemenizi ve sizin için en uygun olanını seçmenizi tavsiye ederiz. Sonra iki ya da üç tekniği eş zamanlı olarak kullanabileceksiniz.

a) Görsel teknik: altın iplik Kendi kendine masajlarda tarif edildiği gibi ayakta pozisyon alm. Gözlerinizi nazikçe kapatın, üç derin nefes alıp verin, solunumun sizi birkaç saniye sallamasına izin verin.

Sonra gökyüzünden inip başınızın üstüne yerleşen (arka bıngıldak) ışıklı altın bir iplik hayal edin. İplik yoluna başın arkasına inerek devam etmektedir. Boyun omurlarına gelince, omurganızın içine girmekte ve onu yukarıdan aşağıya dolaşmaktadır. Boyun omurlarını, sırt omurlarını, bel omurlarını, kuyruk sokumu kemiğini geçmekte ve gidip toprağa yerin merkezine doğru dalmak üzere tekrar koksikse (kuyruk kemiği) çıkmaktadır. Bu altın iplik sizi gökyüzüne ve yeryüzüne bağlıyor, sizi merkez ekseniniz etrafında yeniden merkezliyor: omurga.

 

İplik yerleştiğinde, buna odaklanarak enerji bedeninizin bunun etrafında yeniden merkezlenmekte olduğunu hissedebileceksiniz. Biraz çalışmayla bunu kolaylıkla başaracaksınız.

b) Sesli teknik: omurganın titreştirilmesi OM sesiyle birlikte kendi kendine masajlarda tarif edilmiş olan ayakta pozisyonda çalışacaksınız. Bu sesi çıkarın ve bunun tüm ağız boşluğunuzu doldurmasına izin verin. Ses bu alanı doldurduğunda bunu arkaya gırtlağınızın içine itin. Sonra OM sesini, başınızın üstünde fışkıran çok renkli bir fıskiyeymiş gibi yukarı doğru hareket ettirin. Bunu gözünüzün önünde saf ve kristalsi bir şelale canlandırarak aşağıya doğru da hareket ettirin. Bu imgeler sesinizi yönlendirmenize yardımcı olacak. Bu ses tüm omurganızın içinde mevcut olduğunda, omurganızı tamamen titreştirmektedir. Buna odaklanarak enerji bedeninizin omurganızın etrafında yeniden merkezlendiğini hissedebileceksiniz.

 

c) Hareketsel teknik: enerjilerin yeniden merkezlenmesi hareketi Ayakta pozisyonda çalışacaksınız ancak bu pozisyon şimdiye kadar kullandığınız pozisyona göre biraz değiştirilmiştir.

Dizlerinizi bükün, topukların birbirine değmesi ve bir V oluşturması için sol ayağınızı sağ ayağınıza yanaştırın.
Yavaş ve uyumlu bir hareket içinde kollarınız avuç içleri gökyüzüne doğru çevrilmiş olarak, elleriniz başınızın üstünde avuç avuca, parmakların uçları gökyüzüne yöneltilmiş olarak parmak parmağa birleşene kadar yükselmektedir.

Daima birleşik olan elleri bedeninizin enerji yüzeyine birkaç santim mesafede, göbeğe kadar, yüzünüzün, göğüs kafesinizin önünde merkez çizgi boyunca kaydırın. Göbeğe vardıktan sonra, ellerinizi, parmak uçları hep birleşik ancak bu kez yeryüzüne yöneltilmiş olarak, yavaşça çevirin.

Kollarınız gerildiğinden bu hareketi artık sürdüremediğinizde ellerin birbirinden ayrılmasına izin verin, parmaklar ayrılsın, kollar beden boyunca yerleşsin. Bu iniş hareketinde elleriniz tarafından çizilen orta eksene odaklanarak bu harekete iki kez yeniden başlayın. Biraz çalışmayla enerji bedeninizin bu eksenin etrafında yeniden merkezlendiğini hissedebileceksiniz.

İşte ihtiyaç hissettiğinizde kendinizi yeniden merkezlemenize yardımcı olmaya yönelik basit ve etkili tekniklere sahipsiniz. Bu uygulamayı “bir psikolojik yaşam hijyeni” haline de getirebilirsiniz: gerçekten de her gün yeniden merkezlenme egzersizinizi yaparak kendinizde kademeli olarak üç önemli değişikliğin gerçekleştiğini hissedeceksiniz.

logo

Üç Noktada Rahatlama

Amaç: Baştan ayaklara kadar hızla, üç solunuma göre rahatlamak.
Kurallar: Havayı derince içinize çekin, sonra bir kamışın içine üflermiş gibi yavaşça ağızdan vererek çenenizi, alt çene kemiğinizi, yüzü, başın arkasını ve boynu gevşetin. Bu bölgede bu şekilde yerleşmiş olan gevşemenin farkına varın: baş, yüz, boyun.

Havayı ikinci bir kez derince içinize çekin, sonra yavaşça dışarı vererek omuzlarınızı bırakın, kollarınızı, göğüs kafesinizi ve sırtınızı gevşetin. Bedenin bu bölgeleri düzeyinde gerçekleşmiş olan gevşemenin farkına varın.

Üçüncü bir kez nefes alıp yavaşça vererek karnınızı, bacaklarınızı ve ayaklarınızı derinlemesine gevşetin.
Böylece üç odak noktası sayesinde çene, omuzlar ve karıntüm bedeninizi rahatlatmış oluyorsunuz.

Artık, zihninizi dinlendirmek için, solunumunuza odaklanabilirsiniz; bu yumuşak ve uyumlu hareketin sizi sallamasına izin verin.

Bitirirken, solar pleksus düzeyinde (midenin arkası) gözünüzün önüne bir güneş getirin ve bu sıcak ve rahatlatıcı sıcaklığın tüm bedeninizin üstünde ışımasına izin verin. Tavsiye: Bu teknik günde yalnızca 5 dakika çalışmanızı gerektirir.

Bunu ilk olarak oturma pozisyonunda sonra ayakta uygulayabilirsiniz.

logo

Silikon ve kanser gelişimi

Silikona bağlı kanser geliştiğini gösteren herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Bu konuda pek çok çalışma yapılmıştır ve son yapılan çalışmalar meme protezi olan bayanlarda meme kanserinin, meme protezi olmayanlara karşı % 30 daha az görüldüğünü göstermiştir. Meme kanseri tanınmasında kullanılan meme grafileri normal bayanların meme kanserinin tanınmasında % 920 oranında yetersiz kalmaktadır.

Meme grafi yöntemlerinin çok gelişmesine rağmen en önemli kanser teşhis yöntemlerinden biri kişinin kendini muayene etmesidir. Meme protezinin protezin üstünde bulunan meme dokusunun daha kolay muayene edilmesine olanak sağladığı düşünülmektedir. Üstelik, meme protezine bağlı olarak kanser teşhisinin geciktiği şeklinde herhangi bir bulgu da yoktur. Amerikan Kanser Derneğinin meme grafisi çektirilmesi gereken durumlarda protezsiz bayanlar ile protezli bayanlar aynı kategoride değerlendirilir.

Silikon ve romatizmal hastalıklar

Bazı romatizmal hastalıklar silikon ile ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Yakın zamanda silikon meme protezleri ile romatizmal hastalıklar arasında herhangi bir ilişki bulunmadığı bildirilmiştir. Ancak bağ dokusu hastalığı olan kişilerde silikon implant kullanırken önceden konunun değerlendirilmesi uygun olacaktır.

Daha önce de belirtildiği gibi silikon jel içeren meme protezlerinin kullanımı sınırlandırılmışken, serum içeren silikon meme protezlerinin kullanımında herhangi bir kısıtlama yoktur.

Komplikasyonlar

• Enfeksiyon
Nadiren görülebilir
• Kan toplanması (hematom)
• Meme ucunda duyarlılığın değişmesi
Meme ucu duyarlılığındaki değişiklikler genellikle geçicidir.
• Kapsül oluşumu

Meme protezi yerleştirildikten sonra silikon etrafında iyileşmenin doğal bir sonucu olarak kapsül gelişir. Bu kapsül her bireyde gelişir. Ancak az bir kısmında uzun dönemde şiddetli miktarda olur ve bu meme şeklini değiştirip ağrıya da yol açabilir. Bu durumda ikinci bir cerrahi işlem ile düzeltilmesi gerekir. Gerekirse protez yenilenir. Meme protezinin ömür boyu kullanılması yerine 1015 yılda bir değiştirilmesi önerilmektedir.

Protez delinmesi veya serum fizyolojikli protezlerde görülen sönmeler dışında sonuç, uzun sürelidir. Ancak yer çekimi ve yaşın ilerlemesiyle memenin şekli ve boyutu da her kadında olduğu gibi değişebilir. Eğer yıllar sonra bu değişiklikler rahatsız ederse meme dikleştirme operasyonu yapılabilir.

logo

Yin-Yang ve Dört İmge

Geleneksel Çin tıbbı doğanın ve işleyişinin bin yıllık gözleminden doğan “bir yaşam felsefesine” dayanıyor. Bu metafizik arka plan tüm geleneksel bilimlerde bulunuyor: tıp, siyaset, savaş sanatı, Feng Shui (Çin jeobiyolojisi), Yi king (kehanet sanatı), Çin astrolojisi, içsel savaş sanatları (Qi gong, Taichi, Kung-fu), resim sanatı ya da çiçek düzenleme sanatı… Yin ve Yang kavramları tüm bu disiplinlerin merkezindedir. Bunlar günümüzde Batı’da kayda değer ölçüde biliniyor ancak bu bilgi çoğunlukla yüzeyseldir: YinYang’ın anlaşılması ilk bakışta görünebileceği kadar kolay değildir, çünkü ikilikle damgalanmış dünyamızda, her şey her zaman görecelidir.

 

Bu felsefenin özünü anlamak için iki kavramın sürekli olarak hafızada tutulması gerekiyor. YinYang geleneğin Tao olarak adlandırdığı, gün yüzüne çıkarılmayan aynı özün iki görünümüdür. Çevirisi yöntem, yol ya da bir anlamına geliyor. Birbirini tamamlayanlarzıtlar çiftinin işleyiş kurallarını açıklayan işte bu ortak kökendir. Bunun enerji yasaları karşılıklı bağımlılık, gelişim (artma ve azalma hareketi) ve birbirinin içinde değişimdir.

 

İkinci olarak, her görünümün enerji dinamizminin anlaşılması için, Yang imge ya da simgesinin ateş, Yin imgesinin ise su olduğunu hatırlamak gerekir. Bu yandaki tablodaki tüm benzerlikleri (ezberlemeden) kolayca bulmanıza yardımcı olacaktır.

 

YinYang çiftinin inceliğini gösteren basit bir örneği ele alalım: Ayın Yin olduğunun söylenmesi ancak ay ve güneş arasındaki ilişki çerçevesinde geçerlidir. Gerçekten de, başka bir bakış açısından, ayın farklı evrelerinin başvuru çerçevesi içinde dolunay Yang’dır ve yeni ay Yin’dir. Ay geceyi aydınlattığından gene Yang’dır. Bu örnek karşılıklı bağımlılık yasasını ve başvuru çerçevesinin daima tanımlanması gerekliliğini açıklıyor.

 

Böylece, bu felsefeye göre, dünya bu zıtlarbirbirini tamamlayanlar çifti tarafından yönetiliyor.

 


İki sonra dört…

 

Hücre olmak üzere bölünen hücre gibi Yin ve Yang’ı iki alt bölüme “bölebiliriz”: bu bizi dört imgeye götürür. Bunlar Tai Ji’nin üstüne yerleştirildiğinde,her devrenin dört evresi görünüyor: yılın, ayın, bir günün, yaşamın evreleri… Yang’ın simgesi sürekli bir çizgi, Yin’inki ise kesikli bir çizgidir.

 

• Aşağıda iki Yin çizgisiyle simgelenen en Yin enerji bulunuyor: Yin’in Yin’i. Bu kış, yeni ay, gece yarısı, yaşlılıktır.

 

• Solda bir Yang çizgisinin üstünde bir Yin çizgisiyle simgelenen Yang’ların en az Yang’ı olan (ya da Yang’ların en Yin’i olan) enerji bulunuyor: Yang’ın Yin’i. Bu ilkbahar, ilk dördün, saat sabahın altısı, çocukluktur…

 

• Yukarıda iki Yang çizgisiyle simgelenen en Yang enerji bulunuyor: Yang’ın Yang’ı. Bu yaz, dolunay, saat on iki, yetişkinliktir…

 

• Sağda Bir Yin çizgisinin üstünde bir Yang çizgisiyle simgelenen Yin’lerin en az Yin’i (ya da Yin’lerin en Yang’ı) enerji bulunuyor: Yin’in Yang’ı. Bu sonbahar, son dördün, saat akşamın altısı, olgunluk yaşıdır…

Bu simgenin dikey ekseni Yin’in Yang olduğu ve Yang’ın Yin olduğu gün dönümlerinin, uçların simgesidir (birbirinin içinde dönüşme yasası). Bu Yin’in Yang’a ya da Yang’ın Yin’e dönüşümünü göstermek için, özellikle elleri yakan aşırı soğuk ve “aşırı iyinin düşmanıdır” halk deyişi düşünülebilir. Yin ve Yang’ın balıkların gözleriyle (küçük daireler) simgelenen tohumlarını işte bu eksen üzerinde bulmaktayız. Yatay eksen ise, gün-gece eşitliklerinin, Yin ve Yang arasındaki dengelerin eksenidir.

Bu simge bize Tai Ji’nin aynı zamanda dinamik bir simge olduğunu bildiriyor (gelişim yasası, artma ve azalma). Bu durum galaksilerin kuyruğu ya da balıkların kuyrukları gibi, bunun kuyruklarıyla gösterilmekte: bunlar saat yönünde dönmekteler. Dönüş yönünü gözünüzde canlandırmakta zorlanıyorsanız, bunu döndürmek için üstüne üflediğinizi düşünün. Böylece saat yönünün tersi yönde hemen hiç dönemeyeceğini fark edeceksiniz.

logo

Homosisteini yükseltme riski olan faktörler

• Kalıtım yani ailede kalp hastalığı, inme, kanser, Alzheimer, şizofreni ya da diyabet hikâyesinin olması

• Günde 800 mcg’dan az folat alımı (besinlerden ortalama alım: 200-250 mcg; 800 mcg 1,2 kg çilek yenerek alınabilecek miktardır)
• Yaşlanma (homosistein düzeyi yaş ile birlikte artar; tavsiyem yaşınızın onda biri düzeyinde olması)
• Cinsiyet erkek olmak
• Östrojen eksikliği
• Aşırı alkol, kahve ya da çay tüketimi
• Sigara kullanımı
• Hareketsizlik
• Düşmanca hisler besleme ve bastırılmış öfke
• Enflamatuvar bağırsak hastalıkları (çölyak, Crohn hastalığı, ülseratif kolit)
• H. Pylori kaynaklı ülserler
• Hamilelik
• Katı bir vejetaryen ya da vegan olmak
• Aşırı miktarda kırmızı et içeren yağlı beslenme, yağlı süt ürünleri tüketimi

İyi haber ise homosistein düzeyiniz ne olursa olsun, doğru besin maddelerini alarak ve beslenme ve yaşam tarzınızda yapacağınız değişiklikler ile homosistein düzeyinizi düşürebil menizdir.

Yeni moda folik asit alimim tavsiye etmektir. Ancak tek başına bunu almanın yarattığı etki, doğru besin maddelerini bir arada almanın etkisinden çok daha azdır. İhtiyacınız olan miktar mevcut homosistein düzeyinize de bağlıdır (öneriler için yandaki tabloya bakm). Bir çalışmaya göre; yalnızca folik asitin yüksek doz alımmda homosistein düzeyi yüzde 17, yalnızca B12 alımmda yüzde 19, folik asit ve B12 alımmda yüzde 57; folik asit, B12 ve B6 alımmda ise yüzde 60 düşüş göstermiştir.71 Ve bu sonuca üç haftada ulaşılmıştır!

Bununla birlikte, daha iyi sonuçlar trimetilglisinin (TMG) de dâhil edilmesiyle elde edilebilirdi. TMG, alınabilecek en iyi metil donörü takviyesidir ve sameden bile daha iyidir. Çünkü ‘tri’, üç ‘metil grubu’ içerdiği anlamına gelir ve bunlardan birini homosisteine arımda bağışlayarak detoksifiye olmasını sağlayabilir.

Yeni Zelanda’daki bir çalışmada kronik böbrek yetmezliği olan ve çok yüksek homosistein düzeylerine sahip olan hastalardan oluşan birinci gruba 4 gr TMG ile birlikte 50 mg B6 ve 5.0 mcg folat; ikinci gruba ise yalnızca B6 ve folat verilmiştir. Karşılaştırma sonucunda birinci gruptaki hastaların homosistein düzeyleri, diğer gruptakilere göre yüzde 18 daha fazla düşüş göstermiştir.

logo (1)