Her Telden

Kuantumun gizli ilkeleri

Bir gün, gelecek kuşaklar bizim beton kule misali ev bloklarımızı kazmaya kalktıklarında, buralardaki teneke ve plastik enkazı, polyester perdeler, kınşmayan, “yıka ve giy” türünden gömlekler dışında orada yaşamış insanlara ait ne bulabilirler? Özgün hiçbir özelliği olmayan sokaklarda, birbirinin eşi sıralar halinde inşa edilmiş bu apartman bloklarında sessizce yaşayan zavallı insanlara ait ne bulurlar? Bu eserler onların sahiplerinin yaşamları ve aşkları, emekleri ve görüşleriyle ilgili ne yansıtabilir? Rilke’nin yetmiş yıl önce ifade ettiği gibi, bizler yavaş yavaş “görünenin balını” yitiriyoruz:

Bizim büyükbabalarımız için bile bir ev, bir çeşme, tanıdık bir kule, giysiler, paltolar son derece mahrem ve onlara aitti; hemen hemen her nesne içinde insani bir şey bulunan ya da insanlık adına kendi paylarını kattıkları bir kaptı. Şimdi ise, Amerika’dan üzerimize yığmlar ca boş, sahte şey, budalalık daniskaları yığılıyor. Amerikan tarzı bir ev, bir Amerikan elması ya da bağın atalarımızın umut ve düşüncelerini yerleştirdiğimiz meyve, üzüm ve evle hiçbir ortak yanı yoktur. Yaşamış ve canlı şeyler, düşüncemizi paylaşan şeyler; bunlar artık azalıyor ve bunların yerine yenilerini koymak olanaksız.

Belki de bizler böylesi ne değerleri bilen son insanlarız.

Rilke bu sözleriyle, yaşanan böylesi tinsel saygısızlığın yalnızca Amerika’ya ait bir sorun olduğunu, hatta Amerika’dan kaynaklandığını düşünmekle yanlış yapmıştır. Bizler, maddi dünyayla diyalogu yaşayan son insanlar olmak durumunda değiliz, ama Rilke’nin sözleri çoğumuzun çevremizi çirkinlik, kabalık, yapaylık ve sıkıcılığın yavaş yavaş ele geçirmesinden duyduğu acıyı dile getirir.

Maddenin bu yoksulluğu, bizi sadece diğer kültür ve kuşaklardan yalıtmakla kalmaz (onlar yarattığımız eserlerde bize ait çok az şey bulabileceklerdir), bizleri de şimdi, günlük yaşamda öyle ya da böyle basit yollarla birbirimizden yalıtır.

Maddesel şeylerin bilincin fiziğini yansıtıp yansıtmamaları, yansıtmadıklarında yaşanılan yoksulluk ve yabancılaşmadan söz edince aklıma Londra’da yaşarken yakınlarında oturduğum iki park geldi. Bunlardan biri yerel şehir belediyesinin sorumluluğundaydı, diğeri de o bölgedeki dokuz sokakta yaşayan sakinlerin.

Kaynak: Tarot falı

Evrenin gizli sırları

Maddenin bu yoksulluğu, bizi sadece diğer kültür ve kuşaklardan yalıtmakla kalmaz (onlar yarattığımız eserlerde bize ait çok az şey bulabileceklerdir), bizleri de şimdi, günlük yaşamda öyle ya da böyle basit yollarla birbirimizden yalıtır.

Maddesel şeylerin bilincin fiziğini yansıtıp yansıtmamaları, yansıtmadıklarında yaşanılan yoksulluk ve yabancılaşmadan söz edince aklıma Londra’da yaşarken yakınlarında oturduğum iki park geldi. Bunlardan biri yerel şehir belediyesinin sorumluluğundaydı, diğeri de o bölgedeki dokuz sokakta yaşayan sakinlerin.

Şehir parkı, yüzyıl boyunca bölge dışında yaşayan maaşlı bahçıvanlar tarafından gelişigüzel bakılmış, tasanmlanmış, ekilmiş, biçilmiş bir park. Belli ki üzerinde fazla düşünülmeden seçilmiş çalı ve ağaçların karışımıyla donatılmış fal bak ve geniş ve düz bir alana yayılmış, tabanı asfalt ve gölgeliği olmayan, oyun alanı yüksek tellerle çevrili bir park. Parkı, bitişiğindeki yoldaki yüksek tuğla ve beton binalardan görsel olarak ayırmak için hiçbir şey yapılmamıştı.

Bu park çok sıkıcıydı. Ne tasarımı ne de yeşillendirme planında devinim ve tutarlılık vardı. Parka, yıllarca kendilerinden hiçbir şey katmayan profesyonel işçiler bakmaktaydı. Çevresiyle ve müdavimleriyle arasında hiçbir yaratıcı diyalo ğu yoktu: Hiçbir insan dünyasının parçası değildi. Daha çok kişisel şiddetin (sarhoş kavgaları, soygunlar ve isyan gösterileri) sergilendiği, pislikten geçilmeyen ve sık sık tahribata uğrayan bir yerdi.
Daha küçük olan mahalle parkı ise, uzun uğraşlardan sonra kendi haline bırakılmış bir arazide kurulmak üzere belediyeden zorla koparılmış fonla, tamamıyla mahalle sakinleri ve çocukları tarafından planlanmış, inşa edilmiş ve yeşillendiril miştir. Belediye planlamacılarının aptalca şatafatlar diye nitelendirip karşı çıkmalarına karşın, parkın bir kenanna tepe yapmak üzere kamyonlar dolusu toprak getirilmiştir. Mahalle sakinleri ekilecek bitki ve çiçeklerin birbirleriyle uyum ve tezat ilişkilerini düşünerek, renklerini ve dokularını kendileri seçmişlerdir. Oyun bahçesinin oyuncaklarını canlı renklerden seçip etrafını annelerin oturabilecekleri, ağaç gölgeleri altındaki banklarla donatmışlardır. Bütün park, mahalle halkının boyadığı Viktorya dönemi tarzı dövme demirden korkuluklarla çevriliydi.

İki yıl boyunca yeni dikilmiş fideler dönüşümlü olarak sulandı, bir grup mahalle sakini de yabani otları ayıkladı. Fakat zamanla parkın ilk kurucularından olanlar yavaş yavaş mahalleden taşınmaya başladıkça geride kalanlar parkın sonunda belediye görevlilerinin daha baştan söyledikleri gibi tahribata maruz kalmasından ve kötüye kullanılmasından korkmaya başladılar. Çoğunlukla işçi sınıfının ve göçmenlerin yaşadığı bir bölgeydi ve parkı ziyaret edenlerden pek azı parkın hangi şartlarda kurulduğunu biliyordu. Fakat bu korkular yersizdi. Şehir parkını tahrip eden çocuklar bu parka özenli davrandılar. Ana alışveriş caddesindeki çöp kutularını fazla önemsemeyen göçmen anneler, bu parktaki çöp sorununa hep ihtimam gösterdiler. Meçhul “bazı kişiler” otları biçti ve park hep güzel kaldı.

Boğa burcu Ocak Şubat yorumu

Ocak:
Yeni yıla ve Ocak ayına seyahatlerle başlayacaksınız. Bu seyahatler size olaylara dışarıdan bakabilme fırsatı verecek ve hem iş hem de özel hayatınızla ilgili kararlar alacaksınız.

Ocak’ın ikinci haftasından sonra, kendinizi bakıma alma ve önemseme isteği ağır basacak. Ruhsal ve fiziksel olarak sizi iyi hissettirecek konulara ağırlık vereceksiniz. Gardırobunuzu bile yenileme arzusuyla yanıp tutuşacaksınız.Tüm bu değişiklikler size iyi gelecektir, bence yapın gitsin.

İş ve kariyer için şanslı günleriniz: 4,13,28,30 Ocak Para için şanslı günleriniz: 10,11,18,27 Ocak Aşk için şanslı günleriniz: 6,15,29 Ocak.

Şubat:
Bu ay, kendinizi özel hayatınızda yoğunlaşan sorunlarla uğraşırken bulacaksınız. Partnerinizle devamlı bir didişme içinde olacaksınız. Bu didişmelerin ve tartışmaların çıkış noktası ise, insanoğlu var olduğundan beri tüm ilişkilerin üzerine kara bir bulut gibi çöken, kıskançlık denen canavardan başkası olmayacak.
Bu tartışmalar aile içinde bir huzursuzluğa yol açsa da siz bu sorunları aşmanın yolunu çok iyi biliyorsunuz.
Şubat ayı yeni bir konuda eğitime başlamak için çok uygun bir zaman. Bu dönemde başlayacağınız herhangi bir kursun sonucu daha iyi olacaktır.

Estetik ameliyat olmak istiyor ve zamanı için karar veremiyorsanız, bu dönem kararınızı uygulamada en iyi zaman olacaktır.

İş ve kariyer için şanslı günleriniz: 21,23,25 Şubat Para için şanslı günleriniz: 1,2,4,18 Şubat Aşk için şanslı günleriniz: 6,7,19 Şubat.

Kaynak: fal bak

Tüm canlı sistemler evrime uğrar

Bu muhtemelen yaratıkla çevresi arasında, DNA kodunda henüz gözükmeyen birçok olası evrim (mutasyon) yönlerinden birini seçip gerçekleştirme kapasitesine sahip olan bir kuan tum diyalogu olabilir. Bunun olabilirliği çok yakın geçmişte bulunan DNA’nın kuantum tutarlılığıyla güçlenmiştir.

Tüm canlı sistemler evrime uğrar ve kendi yapısal gelişmelerine böylelikle katkıda bulunan bir yaratıcılığa sahiptirler. Uya Prigogine’in söylediğine göre canlı sistemlerde fal ve daha çok ve büyük karmaşıklığı gösteren bir zaman oku vardır (Zaman bir yapıdır)8 ya da Alman fizikçi Fritz Popp’un ifade ettiği gibi, “Tutarlı durum, bizim daima üzerine yazı yazmamızı isteyen beyaz bir kâğıt gibidir.”

Bizde canlı sistemlere mahsus olan ve bizi yaratıcı kılan bir fiziksel itki vardır. Fakat bu yapısal yaratıcılığın ötesinde bilincin kuantumcu yorumu bize davranışsal yaratıcılığın (çocuk ve çamur çömleğininki) nasıl varolabileceğini gösterir. Bu aynı zamanda, insandan evrimin en aşağılarındaki çok basit yaratıklara dek uzanır.

Toprak kurtlarında bile duyusal verilerini bütünleştirme ve yavaş yavaş bir yaşam biçimine, bir dünyaya doğru evril menin ilkel eğilimi vardır. Çevrelerindeki bir uyarıya yanıt verir, bazı tepkilerin onlara (kabaca söylersek) zevk, bazılarının da acı verdiğini öğrenir ve ona göre davranırlar. Bazılarına, ışığa tutulunca, içgüdüsel olarak aksini yapmak istemelerine rağmen, hiç hareket etmemeleri öğretilmiş ve bazıları da basit labirentlerde yürümeyi öğrenmişlerdir.

Toprak kurtlarının kendi dünya yapıları içinde “maksatlı” olduklarını hatta bir davranış biçimini diğerine tercih ettiklerini söylemek yanlış olabilir. Maksatlar ve tercihler özellikle insan (ya da en azından daha yüksek bir hayvan) kapasitesinden türeyen insana ait kategorilerdir. Fakat yine de çok basit canlı sistemlerin bile, dışarıyla hep diyalog içinde olmalarını ve kendilerini çevreleyen dünyadan (onların çok temel bilinç birliği) veri alabilmelerini sağlayan kuantum kapasiteleri sayesinde temel davranışsal yaratıcılığa sahip olduklarını kabul etmemiz önemlidir.

İnsanın yaratıcılığını toprak kurdunun yaratıcılığından daha etkileyici ve ilham verici kılan şey, esas olarak aralarındaki fark değil, tür ya da derece farklılığıdır. Bizim yaratıcılığımız sonsuz derecede karmaşık ve akılcı analiz ve özdüşünce (özbilinç) kapasitesi olan bir canlı sistemden kaynaklanıyor. Akılcı analiz, beynin bilgisayar sisteminin (bütün nöronlar ve bağlantıları) olağanüstü karmaşık veri işlem kapasitesinden doğar. Dünya bütünleşmesi ve öz düşünce kapasiteleri, beynin kuantum sisteminin çarpıcı büyüklükteki Bose Einstein yoğunluğundan ve buna dayanan kuantum hafızanın dinamiğinden doğar.

Evrenin başlangıcı

Eğer bir an, bilinçli zihinlerimizin içine yavaşça bir ışık tutsak, bir dizi belirsiz düşünce, “olası düşünceler” görürüz. Bilincin bu sınır bölgelerine, bazı şairlerce “zihnin alacakaranlığı” denen bu bölgelere, tam uykuya dalmadan önce, meditasyonun en derin safhalarında ya da bazı uyuşturucu ilaçların etkisi altındayken kolaylıkla girilir, ama bu bölgeler yoğunlaşma ediminin her zaman dışındadır. Gerçeklikleri bulanık, gelecekleri belirsiz, gerçekleşme anını beklerler. Bunlar olmadan ne şiiri düzyazıdan ayıran şiirsel anlam çokluğu ne de fantezi ve hayal gücünün besin kaynağı olurdu.

Freud, bilincin kıyısındaki, birbiri içine geçmiş çoklu imgelerden, zihinsel işlevselliğin, “büyülü düşüncemizin” “ilk aşaması” olarak söz etmiştir. Bu imgeler, düşsel istekler aracılığıyla içgüdülerimizin birbirleriyle çelişen talepleri yüzünden oluşan gerilimi ortadan kaldırma görevini üstlenirler. Fakat Freud bu “ilk aşama”yı zihinsel gelişimin ilkel, mantık öncesi safhası olarak, bizim gerçekliğe ayak uydurmamıza engel olan ve bu yüzden de ya bastınlması ya da olgunlaştırılıp bitirilmesi gereken bir şey olarak görmüştür:

Kuantum koşullarında ise bu bulanık ve belirsiz düşünce sınırı, düşünmemizin kuantum kaynağını yansıtan tüm düşüncelerimizin gerekli önkoşuludur, yaratıcılığımızın ve özgürlüğümüzün fiziksel temelidir.
Her yoğunlaşma edimi bir düşünce gerçekleştirme eylemidir. Yoğunlaşma sürecinin, üst üste geçmiş bir dizi olası düşüncenin dalga fonksiyonunu çökertmesi eylemini yaşamışızdır, fakat bunu kuantum terminolojisiyle tanışmadan önce ancak birkaçımız böyle ifade etmiştir. Herhangi bir düşünceye yoğunlaşarak onun gerçekleştirilmesi, diğerlerinin de gecede kaybolan gölgeler gibi kaybolup gitmesini sağlar.

Bu yüzden her bir yoğunlaşma edimini bir seçim, mini bir özgürlük biçimini ifade eder. Benim bu “olası düşünceler” dizisindeki hangi düşünceye yoğunlaşacağımı hiçbir şey belirleyemez, çünkü yoğunlaşma işlemini yapan “ben”in kendisi belirsiz bir kuantum dalga fonksiyonudur, fakat yoğunlaşma eyleminin gerçekleşmesiyle bir seçim yapılmış olur. Schrödin ger’in kedisini gözlemleyerek öldürür ya da kurtarırım; kendi bilincimi gözlemleyerek olası bazı düşüncelerimi gerçekleştirir ya da unuturum.

Basit bir örnek belirsiz doğası olan bir seçimin daha somut bir hale gelmesine yardımcı olabilir. Eğer masamda birkaç saat bu kitabı yazmakla uğraşmak beni germişse kendimi boşluğa bakarken bulabilirim; bilgisayarımı parçalıyor, yürüyüşe çıkıyor, zıplıyor, çayırlarda bisiklet sürüyor ya da burada taş oluncaya dek oturuyor olduğumu gösteren imgelerle dolu olabilir kafam.

İlişkide Bağlılığın Temeli

Bağlılığın temeli öncelikle, ötekilerle ‘aynı evi paylaşma’ duygusu, onun benim gibi biri olduğu duygusu olduğu için, şu anda çok şey paylaştığım kişilerle (aynı genetik özellikleri paylaştığımız aile üyelerimiz, kendileriyle aynı deneyim birikimini paylaştığımız aynı grup ya da kültürün insanları, aynı huy, dil ve düşünce biçimlerini paylaştığımız insanlar) olan bağlılığımız daha kolay gelişir.

Daha önce başlamış ve devam eden bu tür benzerlikler, bağlılığın etkilerini daha çabuk gösterir, çünkü bir dereceye kadar korelasyon ve benlikler arasında aynı tarih ve geleneği paylaşmaktan dolayı birbiri içine geçme durumu şu anda vardır. Araştırmalara göre örneğin en başarılı evlilikler, benzer ortamlardan gelip benzer kişiliklere sahip olan eşlerin evlilikleridir. Bunlar bir dereceye kadar zaten aynı hamurdan yapılmışlardır. Bu, hele yansıtmalı özdeşlik (aynı kimliği paylaşma) durumu yaşayan anne ve bebekleri ve yaşamlan ürkütücü bir şekilde büyük ölçüde korelasyon halinde olan tek yumurta ikizleri için kesinlikle daha doğrudur.

Fakat böylesi çakışma ve korelasyonların adeta doğuştan kazanılmış bir hak olarak yaşandığı uç örnekler dışındaki ilişkilerin korunması ve derinleştirilmesi için grup ya da kültür içinde biraz aktif çaba ve emeğe gerek vardır. Bu bir grup ya da kültür tarafından benimsenmiş belli bazı değerlerin yenilenmesi olabileceği gibi, bu değerlere bağlılığın incecikli biçimlerini de içerebilir: Bedensel ya da zihinsel başanya duyulan hayranlık, parasal olarak kendinden daha kötü durumda olanlara yardım etme arzusu, kişisel özgürlüğe duyulan büyük saygı vs. Bu bağlılık daha örgütlü bir davranış biçimiyle de ifade edilebilir.

Ritüeller, yıldönümleri, resmi tatiller, milli marşlann tekrar tekrar söylenmesi, dualar, okul şarkıları ya da futbol takımlarının marşları, bayrak, kraliçe, başkan gibi sembollere duyulan saygı, aynı edebiyatı ya da hatta aynı televizyon programını sevmek gibi tüm bu şeyler bilincimizde kendi grubumuz ya da milletimiz içindeki ötekilerle bizi daha derin korelasyona sokacak bazı temel biçimler oluşturur. Buna benzer fakat daha özel ritüeller, çiftler ya da aileler arasında oluşur. Bunlara katılış derecemize göre kendimizi evimizde hissediş duygumuz ya artacak ya da azalacaktır, kendimizi toplumsal bir varlık olarak daha fazla ya da daha az yabancılaşmış, daha fazla ya da daha az boş hissedeceğiz.

Doğaya ya da tinsel değerlere olan bağlılığımızın etkisi de aynı ilkeye göre işler. Doğaya kendimi ne kadar açarsam, onunla ne kadar yarışırsam (bahçe kazmak, ağaç dikmek, çiçeklere bakmak, dağlarda yürümek gibi) onunla daha çok bütünleşir ve böylece kendi içimde daha doğal olurum. Güzel bir müziği yaratıcı bir şekilde dinlediğim ya da güzel şeylere sevgi beslediğim ölçüde hem bu güzelliğin özünü özümserim (bu ilişkiler kendilerini bana açarlar) hem de aynı zamanda güzelliğe dünyada başka bir liman olarak değer veririm. Bunların tümünün çocukların eğitiminde önemli izleri vardır ve Platon’un Devlets adlı eserinde sözünü ettiği bazı eğitim ilkeleri için fiziksel bir varlık nedeni sunarlar.

Çünkü kişisel bağlılığın temeli, ötekilerin benim bir parçam olduğu duygusudur ve bu yüzden yabancılara bağlılık duymak zordur ama olanaksız değildir. Her şeyden önce hepimiz bilincimizin temel doğasında diğer bütün insanlarla filo genetik bir tarihi, gezegensel bir kaderi ve daha zayıf olsa da birleştirici bir kuantum korelasyonunu paylaşıyoruz. Böylesi bağlılıklar daha fazla çaba ve bu yabancı hakkında en azından temel bir tanıtıcı bilgi gerektirir.

Mutluluk psikolojisine ulaşma

Bizim şimdiki psikolojimiz neredeyse yalıtılmış olarak varolan bir şey olduğu bir modele dayanır. Bu model kaynaklarının çoğunu on yedinci yüzyıl sonrası Batılı entelektüel geleneğin değişik akımlarından, özellikle geleneksel dinin düşüşü ve modern bilimin yükselişinden (Des cartes’ın felsefesi ve Newton’un fiziği) almasına rağmen, aslında Freud’un tutarlı ve istikrarlı psikolojiye sahip kişi modeli üzerinde yoğunlaşmıştır. Birçok insan Freud’un çalışmasıyla olan muğlak yakınlıkları dolayısıyla ondan etkilenmişlerdir. Bu etki öyle büyüktür ki kendimizi, şimdiki kavrayışımızı, Freud’un eski bakış açısının geniş çerçevesinden ayırmak mümkün değildir.
Freud’un görüşünün kavramsal çekirdeği, dünyanın, temelde varolan ayrılıktan ötürü birbirine yabancı olan benlik ve nesnelerden oluştuğu şeklindeydi.

Son zamanlarda, İngiltere’nin önde gelen Freudcu bir psikanalistinin verdiği bir konferansta belirtildiği gibi: “Ben kendim için bir benliğim ama ötekiler için bir nesneyim. Ötekiler için ben bir şeyim, bir “ne”yim, ötekiler de benim için birer nesnedirler.”3 Freudcu psikolojinin tümü, birey ve onun ‘nesne ilişkiler’inin psikolojisidir.
Dahası Freud’un, tüm nevroz vakalarının kaynağının cinsel kökenli olması ve zevk ilkesinin baskınlığı üzerinde durması, insanı içgüdülere ve iyiye doğru yönelen itkilerine bağlı bencil bir yaratık olarak betimlerken, analistin edilgen olmasının hastanın deneyden yalıtımını ve potansiyel olarak ilişkinin beslenmesini güçlendirdiğini vurgular. Freud’un düşünüş tarzındaki bu özellikler, takipçileri arasında, onun eski görüşünü içinde hapsolduğu dar sınırlann ötesine çekme girişimlerine son sayımlara göre 250 kere yol açmıştır.

Freud’un başanlı takipçilerinden Adler, insanların toplumsal doğasını vurgulayıp onları toplumda daha sorumlu ve bağlı davranış biçimine girmeye teşvik etmeye çalışmıştır. Cari Rogers gibi diğerleri terapistle hasta arasındaki çift yanlı ilişkinin karşılıklı bir büyüme deneyimi olarak önemli olduğu üzerinde durmuşlardır. Grup terapistleri tüm ilişki ağlannın önemini vurgulamış, hümanist psikologlar ilk elden yaşam deneyiminin (içgörü, kendinden geçme, iletişimin sık sık uyuşturucu, meditasyon ya da benzeri şeyler aracılığıyla yaşanmasının) önemi üzerinde ısrar etmiş ve varoluşçu psikanalistler de otantikliği geliştirme çabasına girip dünyadaki varlığımızın üzerinde önemle durmuşlardır. Fakat hepsi de isteseler de istemeseler de kendi benliğine gereğinden fazla ilgi gösteren narsisist yaklaşım yangınına körükle gitmişlerdir.

Amerikalı psikiyatrist Jerome Frank7a göre “tüm farklı yanlanna rağmen bütün psikiyatler bireyin kendini ifade etmesine ya da kendini gerçekleştirmesine öncelik tanıyan bir değerler sistemini paylaşırlar. Birey, kendi değerler evreninin merkezi olarak görülür ve diğerleri için duyulan kaygı ve düşüncelerin onun kendini gerçekleştirmesini ancak takip edeceğine inanılır. Bizim psikoterapi edebiyatımız acı çekmenin kurtancı gücü, yaşamda kadere boyun eğme, evlat saygısı; geleneğe bağlılık, ölçülülük ve ılımlılık gibi unsurlarda az ama değerli bir pay içerir” der.

Klinik psikiyatrinin beyin cerrahi ya da genel tıp gibi bilimsel bir disiplin olarak gelişmesiyle birlikte benliğin yalıtımı psikanaliz ve psikoterapi aracılığıyla daha açık bir şekilde anlaşılmıştır. Psikiyatristler kişiyi ayn bir fizyolojik sistem olarak ele alırlar ve onunla ilgili herhangi bir psikiyatrik sorunu, o sistemdeki bazı dengesizlikler gibi algılayıp (beyindeki bu kimyasal dengesizlikler ilaçlarla düzeltilebilir) ona göre davranırlar.

Narsizim nedir?

Bu şımartılmış bireylerin bencillik, sığlık, taşma ve büsbütün mutsuzlukları (bireye fazlasıyla vurgu yapan, onun kişisel değer ve gücünü hissedişini azaltan bir kültürün acı ironisi) günlük yaşamımızın bildik kaygılandır. Birçok psikoloğun belirttiği gibi, narsisizm öz sevgiden çok öz nefrettir ve genelde boşluk, değersizlik, kişisel parçalanma ve hapsedilmiş öfke duygularıyla bir arada yaşanır Bu belittiler büyük bir toplumsal gerilimin ve kişisel acının kaynağıdır ve bu sayede Lasch’ın narsisizm Kültürü ve Ailen Bloom’un Amerikan Zihniyetinin Sonu gibi yapıtlarını içeren popüler bir edebiyat alanı ortaya çıkmıştır. Bunlann ikisi de benim, varlığımın “parçacık yanı” üzerinde fazla durmamın etkilerini grafik aynntılarla tanımlar.

Narsisizm bir ilişki hastalığıdır, insanın kendisiyle ve başkalarıyla anlamlı bir ilişki kuramamasından doğan bir hastalıktır.

Bunun zıddı, yaşama bağlılığın, uğraşının, sevginin, kendini kurban etme ve hatta en uçta belki şehit olmanın önemini vurgulayan bir yaklaşımdır. Bu, bireyi kendinin ötesine, kendi yalıtılmış deneyimlerinin, kendi duygulannın ve izlenimlerinin ötesine çekip, onu yaşamın ve ilişkilerin daha geniş bir bağlamına yerleştirir. Böylesi bir yaklaşım geçmişte, dinsel inancın daha güçlü olduğu zamanlar da vardı, fakat bu artık kültürümüzde baskın bir tema değildir.

Şüphesiz, Batı ülkelerinde yaşayan herkes boş ve narsi sist yaşamlara sahiptir, demiyoruz. Birçoğunun tatmin edici ilişkileri vardır ve bağlılık, mahremiyet ve kendini kurban etme derecesinde fedakarlığın bilincindedirler. Birçoğunun idealleri vardır. Fakat bizim modelimiz yani kim olduğumuzu bilmek istediğimizde ve hangi davranışın değerli olduğunu araştırdığımızda baktığımız psikolojik ayna, kişinin varolan psikolojisini takip eden narsisist bir modeldir.

Eğer bu modelin ötesine geçmek istersek, bu modelin dayandığı psikolojinin ötesine geçmeliyiz.

Hayatınızı kökten değiştirin

Değişimin ilk başta hoş karşılanmaması doğaldır. Hepimiz alışkanlıklarımızla yaşıyoruz. Ancak daha iyisinin mümkün olduğunu bildiğimiz zaman değişim cömert bir eyleme dönüşmektedir. Ve bu kişisel değişim sayesinde en yakınımızdakilerin, içinde yaşadığımız toplumun, çalıştığımız şirketin, aile fertlerinin de hayatlarını zenginleştiriyoruz aslında. Bizim değişme cesaretimiz başkalarının da değişmek için cesaret bulmasını sağlamaktadır. Bizim kararlılığımız başkalarını da hakikatin peşinde koşmaya teşvik ediyor. Cömertliğimizi değişerek ifade ettiğimiz zaman başkalarının da değişerek hayatlarını yeniden yaratmalarını sağlıyoruz bir anlamda.

Bu şekilde, hiçbir değişiklik yapmadan yaşamaya devam edin. Çok geçmeden, banyoda düşüp kalçasını kırınca onu bir huzurevine yatırmak zorunda kaldılar. Her şey o kadar aceleye gelmişti ki istediği birkaç parça eşyasını almaya bile fırsatı olmamıştı. Bir yakını, mobilyalar da dahil bütün eşyalarını bir eskiciye satmıştı. Kendini hiç olmadığı kadar yersiz yurtsuz hissediyordu artık.

Cömertliğe giriş yapmanın yollarından biridir değişim; çünkü değişimin kendisi cömert bir eylemdir. Çoğu zaman bir şeylere sıkı sıkıya tutunmanın kimseye faydası olmayan basit bir korkudan kaynaklandığı düşünülürse, her şeyi olduğu gibi korumaya çalışmanın cömertliğe aykırı olması da kaçınılmazdır. Herhangi bir kesinliği ya da garantisi olmadan, ama doğru olduğuna inandığımız bir şeyin uğruna değişmek öncelikle kişisel bir üretkenlik örneğidir ve bu da başka imkânlar yaratılmasına yol açar.

Astrolojik Kuantum

Gündelik anlamda, her ikimiz de yaşarken bu sorunun yanıtının ‘evet’ olduğu aşikârdır. Mahremiyet yoluyla, seven ve sevilen (ya da anne ve çocuğu, yakın bağları olan insanlar ya da aynı gruba mensup kişiler) öyle sarmaş dolaş olmuşlardır ki dalga fonksiyonları, iç içe geçmiştir, “Beni sen olan ben kimdir?” sorusunu kimse yanıtlayamaz. Her biri bir dereceye kadar diğerini meydana getiren tözdür. Herkes kısmen kendi geçmişinin bazı unsurlarının şimdiki zamana dahil olmasından oluştuğu için, her birimiz hem kendimizin hem de mahremiyeti yaşadığımız kişinin geçmişini içimizde taşmz. Yani nasıl ben kendi geçmişimle sürekli iletişim halindeysem, aynı şekilde kocamın geçmişinin bir kısmıyla da, özellikle ilişkimize getirdiği unsurlarla, sürekli iletişim içindeyim. Onunla ilinti kurarken aynı zamanda onun bebekliği, anne babası ve Kanada’daki çocukluğuyla da ilinti kuruyorum. Kendi içimdeki çocuğa iyi anne olurken aynı zamanda, yetişkinliğimizin ilişkisinin bir parçası olan onun içindeki çocuğa da iyi bir anne oluyorum.

Benliğe kuantumsal açıdan bakıldığında benim kendi geçmişimle mahremiyet yaşadığım kişinin geçmişi arasında çok kesin ve katı bir aynm yoktur. Aslında bu kişi, benim aracılığımla, yani benimle ilintili olması yoluyla, kendi geçmişiyle daha önce hiç kurmadığı türden bir iletişim kurabilir. Yani benim aracılığımla, yaşamımın birbirinin ardılı olan her anında tıpkı benim geçmişimin yeniden beden bulması gibi, onun da geçmişi benim şimdimde yeniden beden bulur ve benim varlığımın dokusunda sonsuza kadar varolur.

Geçmişleri benim kendi benliğime örülü diğer insanlar şu an mahrem ilişkide olduğum insanlar olabilir; örneğin anne, baba, büyükanne, büyükbaba, kahramanlar ve tarihi kişilikler. Bunlann her birinin, benim bilincimde bir şekilde etkisi vardır (bilincimle çakışmıştır) ya da benim bilincime etki eden birine etki etmişlerdir. Ben kısmen hem annem babam hem büyükannem büyükbabam, hem de onlar aracılığıyla kuşaklar öncesinden gelen tanımadığım atalarım olurum.

Toplumsal hafıza yoluyla ve bu hafızanın kuantum hafızamda yer alış ve şimdime dahil oluş şekliyle ben bir Amerikalıysam, kısmen; George Washington, kısmen Abraham Lincoln ya da Jack Kennedy’yim. Washington’un dürüstlüğü, Lin coln’ün adilliği ve Kennedy’nin gençlik dolu hevesi benim değer verip saygı duyduğum (bir çeşit mahrem bağ kurduğum) özellikleri olup, benim de varlığımın dokuma ilmekleri olmuşlardır. Bu, bizim tarihi varlıklar olmamızın fiziksel temelidir. Biz gerçek anlamda tarihle iç içe geçmiş, onunla örtüşmüşüzdür ve aynı zamanda tarih de bizimle sürekli iletişim içindedir.

Marcel, başka insanların geçmişleriyle arasındaki bağdan şöyle söz eder: “Kendimi sadece zamanın bir anında dünyaya itilmiş, tarihsel olarak belirlenebilen biri olarak değil, aynı zamanda benden önce gelenlerle aramda neden sonuç ilişkisine indirgenemeyecek bir bağ olarak görmeliyim.”

fal bak

Paralel evren nedir?

Kuantum hafıza koşullannda anlaşıldığı üzere, bizden önce gelenlerle (ölüler) aramızdaki bağ, sevdiğimiz canlı insan lann geçmişleriyle aramızdaki bağa benzer; bu sadece “anma” yoluyla kurduğumuz bağ değildir. Onlan hatırladığım i$n değil, fakat ben (kısmen) onlar olduğum içindir. Benim aracılığımla, onlann varlığının bazı yanlannın benim kendi varlığıma örülü olması olgusu nedeniyle onlar yeniden beden bulmuş, benim yaşantıma getirilip ben yaşadıkça yaşar hale gelmişlerdir.

Fakat kuşkusuz, ölüler “Benim yaşadığım gibi yaşayamazlar.” Belki ölü bir insanın geçmiş yaşamının kuantum hafıza yoluyla şimdi benim canlı yaşamımın bir parçası olması mümkün olabilir; ama beni canlı olarak ölüden ayıran benim süregiden deneyimler yaşıyor olmamdır. Ben kendimin canlı olarak farkındayım ve benim bir geleceğim var. Ben güneşin ışığının sabahleyin penceremin altından geçen kanalın suyu üzerindeki yansımasını görünce hayrete düşüyorum ve büyük bir olasılıkla yann da böyle olacak. Doğal olarak ölünün ne böyle bir deneyimi ne de bir geleceği olacaktır.

Fakat böylesi sorunlar, yalnızca bizim benliğe o eski, kuantum öncesi bakış açımızın inatçılığını gözler önüne serer; bizim benliğin hayatta kalışına bakış açımız ya da canlı benliğe zaman içinde varolup diğerleriyle ilişkiye giren bir benlik olarak bakmamız farklılık gösterir.

Benliğe ikici (bedenim ve ruhum ayn varlıklar) değilse mutlaka materyalist (ben beynimim) klasik görüş açısıyla bakıldığında benliğin değil ölümden sonra, zamanın içinde bile kalıcılığını açıklamaya olanak yoktur. Aynı şekilde mahrem ilişkiyi de* açıklamak mümkün olamaz. Buna karşılık, kuan tumcu görüşe göre benim zaman içinde ısrarcı varoluşum, ötekilerle yakın ilişkilerim ve ölümden sonra hayatta kalış olgularım arasında Kesin ayrımlar çizmenin olanağı yoktur. Ne yalıtılmışIıR ne de ölüm Kesin bir tanıma sahiptir.

Kuantumcu görüşe göre, benim zaman içinde Kendimle olan ilişkim (kuantum hafıza yoluyla yığılan tüm alt benlikleri min birleşmesi) benim şu anda bir başkasıyla olan mahrem ilişkime benzer. Her iki durumda da “ben”, “şimdi” ben olan, beynimdeki kuantum sistemde birbirleriyle örülü desenlerin (salınımlar) oluşturduğu duvar halısından doğar. Bu desenlerin bazıları benim kendi geçmişimde yatan sinir yollarından, bazıları başkasının beynindeki kuantum sistemindeki desenlerin yerel olmayan korelasyonlarından* doğar, fakat hepsi de birbiriyle örülerek “beni” oluşturur.

Ben “ben”im (tüm alt b enliklerimin birliği), fakat ben aynı zaman da “ben ve sen”im (Seninle olan birliğim.) Eğer ölürsem, artık kendi içimde tüm geçmişim, tüm bilincim ve deneyimlerim, tüm ilişkilerim, tüm genetik malzemem; tüm bedensel mizacım vs.’nin birleşmesiden oluşmuş o eşsiz desen içinde süregiden o diyalog olmayacaktır Kuantum fiziğinin diliyle artık “parçacık yanım” olmayacaktır. Fakat seninle ilişkiye soktuğum parçam, “dalga yanım”, ben ve sen, senin ötekilerle ve kendinle olan diyaloğunun bir parçası olarak devam edecektir.

fal bak